"And I have found both freedom and safety in my madness, the freedom of loneliness and the safety from being understood, for those who understand us enslave something in us. But let me not be too proud of my safety. Even a Thief in a jail is safe from another thief. "

Khalil Gibran (How I Became a Madman)

Lübnan Marunîleri / Yasin Atlıoğlu

NEWS AND ARTICLES / HABERLER VE MAKALELER

Friday, June 24, 2005

Lübnan'da Seçimler ve Siyasal Bölünmüşlük

Yasin Atlıoğlu

Lübnan’da 14 Şubat günü gerçekleşen Refik Hariri suikasti ile başlayan gelişmeler, Lübnan ve Orta Doğu tarihindeki hızlı dönüşümlerden birini ortaya çıkarmıştır. Hariri suikasti, Lübnan içinde ve dışında büyük bir tepkiye neden olmuş ve bu tepki kısa sürede ABD’nin de çabalarıyla Suriye’nin Lübnan’daki işgaline odaklanmıştır. ABD karar alıcılarının açıklamalarıyla Suriye’ye karşı tırmandırılan kriz, uluslararası baskı ve tehditler karşısında manevra alanı daralan Şam yönetiminin Suriye askeri güçlerini Nisan sonunda Lübnan’dan çıkarmasıyla sonuçlanmıştır. Böylece Lübnan uzun bir süre sonra Suriye askeri varlığı olmadan bir seçim sürecine girmiştir.

Tarih boyunca dış müdahalelere ve iç çatışmalara sahne olan Orta Doğu’nun istikrar yoksunu ülkesi Lübnan, bu gelişmelerle birlikte siyasi geleceği açısından yeni bir sayfa açmış oluyordu. Hariri suikasti sonrası Beyrut’ta yapılan Suriye karşıtı gösterileri, bölgedeki sivil demokratik devrimlerin bir parçası olarak gören ABD karar alıcıları, Lübnan’ı Orta Doğu’nun demokrasi adası olarak dünya kamuoyuna sunmuştur. Oysaki Suriye işgali karşıtlığı dışında pek fazla ortak paydası olamayan Lübnanlılar, dini, mezhepsel, siyasi ve ekonomik olarak derin bir parçalanmışlık içerisindedir. Bu parçalanmışlık Lübnan için tarihsel sürekliliği olan bir olgudur ve çoğu zaman uluslararası ilişkiler literatüründe toplumsal parçalanmışlık ve Lübnan (Lübnanlaşma) kelimeleri birbirlerinin yerine kullanılmaktadır. Bu çerçevede değerlendirildiğinde Lübnan’ın bütünlüğü ve istikrarı açısından 29 Mayıs parlamento seçimleri büyük önem taşımaktaydı. Lübnan’ın istikrarlı ve demokratik bir siyasal yapıyı kendi içerisinden çıkarması için bu seçimler bir başlangıçtır, uzun ve zorlu bir sürecin başlangıcıdır.

Lübnan’da Toplumsal Yapı ve Siyasallaşma

Birinci Dünya Savaşı sonrası Batılı büyük güçler tarafından sınırları çizilen Lübnan Devleti, içerisinde pek çok dini-mezhepsel grup (1) barındıran suni bir devlet olarak doğmuştur. Lübnan’da siyasi, sosyal ve ekonomik ilişkileri şekillendiren kurumsal yapılar ve çıkar grupları, mezhep, bölge, aşiret ve aile düzeyinde oluşan birlikteliklerin bir devamı niteliğindedir. Ülkede birbirlerine karşı güven eksikliği ve tarihsel düşmanlıklar besleyen bu yerel birliktelikler, Lübnan’da siyasetin doğal ve kültürel tabanını oluşturmaktadır. Lübnan iç siyasetini şekillendiren iki etken, mezhepsel gruplar ve feodal geleneklere sahip köklü ailelerdir. Lübnan’daki mezhepsel temelli ailelere bölünmüşlük, ülke siyasetinde kişiselliği beraberinde getirmiş ve bu durum bölünmüş olan toplumu daha da parçalamıştır. Bununla birlikte Lübnan coğrafyasında son iki yüzyıl boyunca dış güçlerin kolaylıkla ulus-altı bağları ve yerel birliktelikleri kullanarak ülkenin siyasal yapısını şekillendirebildikleri görülmektedir. Dış müdahaleye bu kadar açık bir ülkede, her yerel birliktelik siyasal iktidar paylaşımından pay alabilmek için ülke dışında güçlü müttefiklere ihtiyaç duymaktadır. Lübnan’da ulus-devlet modelinde istikrarlı bir siyasal sistemin kurulamamasının en önemli nedeni, ülkedeki toplumsal parçalanmışlık ve dış müdahalelere açık siyasi yapılanmadır.

Lübnan coğrafyası tarih boyunca dinsel ve mezhepsel açıdan pek çok gruba ev sahipliği yapmıştır. Günümüzde baskın mezhepsel grup ülkenin %30’dan fazlasını oluşturan Şiiler’dir. Şiiler genellikle sosyo-ekonomik olarak alt sınıf içerisinde yer alır. 1950’li yıllarda itibaren hızla nüfusu artan Şiiler, gün geçtikçe ülke siyasetinde daha fazla etkili olmak istemekte ve sosyo-ekonomik olarak üst sınıflara ulaşma çabası göstermektedir. Lübnan’da Asad ve Hamadeh aileleri gibi itibarlı Şii aileler olmakla birlikte Şiilerin asıl siyasal örgütlenmeleri Emel ve Hizbullah örgütleri aracılığıyla gerçekleşmektedir. Emel, 1970’lerde Musa Es-Sadr tarafından kurulmuş ve daha sonra Emel ve İslami Emel olarak ikiye bölünmüştür. Günümüzde Emel Örgütü, Lübnan Meclis Başkanı Nebih Berri öndeliğinde laik ve Suriye yanlısı bir yapıya sahiptir. Şiilerin diğer siyasal yapılanması olan Hizbullah ise 1982 yılında İslami Emel, Müslüman Ulemalar Birliği, Lübnan Davası ve Müslüman Öğrenciler Birliği’nin çabalarıyla kurulmuş İran ve Suriye’nin zaman zaman desteklediği bir örgüttür. Fakat Hizbullah’a sadece dış destekli bir örgüt olarak bakmamak gerekir, örgüt Lübnanlı Şiilerin ülke içindeki çıkarları ile İran ve Suriye’nin dış politika amaçlarını örtüştüren bir yapı içerisinde faaliyet göstermektedir. Örgütün kuruluş yıllarındaki öncelikli iki amacı, İsrail’i Lübnan’dan çıkarmak ve İran’ı model alan bir devlet yapısını oluşturmaktı. 1980’li yıllarda özellikle Beyrut’ta ABD ve Fransız temsilcilikleri hedef alan terörist saldırılarla adını dünyaya duyurmuştur. Hizbullah’ın ruhani lideri Hüseyin Fadlallah, siyasi lideri (Örgüt Genel Sekreteri) ise Şeyh Seyyid Hasan Nasrallah’dır. Lübnan ordusundan sonra ülkedeki en büyük silahlı güç Hizbullah’dır.

Lübnan’ın ikinci önemli mezhepsel grubu, Marunîlerdir. Cemayel, Chamoun, Bustani, Franjiye gibi Marunî aileler, Lübnan siyasetinde uzun süre etkili olmuşlardır. Marunîler ekonomik olarak da ülkenin üst sınıfı içinde yer alırlar. Marunîleri en köklü siyasi örgütü, 1936 yılında Pierre Cemayel tarafından kurulan Falanjist Parti (Lübnan Ketaip Partisi) dir. Örgüt kurulduğundan beri içerisinde Lübnan Kuvvetleri (Forces Libanaises-FL) adlı silahlı milis gücünü barındırmaktadır. Bu milis gücü İsrail ordusuyla birlikte 1982'de Sabra ve Şatilla kamplarında yüzlerce Filistinli mülteciyi katletmiştir. Falanjist Milis´lerin günümüzdeki lideri, 11 yıldır Lübnan´da hapis yatan Samir Geagea’dır. 1990’da Suriye’ye karşı yenilgiye uğrayarak Fransa’ya sürgün edilen General Michel Aoun Falanjistlerin diğer önemli lideridir. 7 Mayıs 2005’te Lübnan’a geri dönmüştür. Chamoun ailesinin Liberal Partisi de Lübnan siyasetinde etkili bir siyasal güçtür. Partinin lideri, ABD’de yaşayan Dory Chamoun yapmaktadır.

Sünni Müslümanlar 500 bini geçen nüfuslarıyla Lübnan üçüncü büyük grubudur. Sünni cemaat Kerami, Selam, Sulh ve Hoss gibi feodal aileler aracılığıyla Lübnan siyasetinde etkin olmuştur. Sünni ailelerin liderleri, ılımlı karakterleriyle genellikle Lübnan siyasetinde dengeleyici bir unsurudur. Kerami ailesinin Arap Kurtuluş Partisi ve Selam ailesinin Reform Öncüleri Partisi önemli Sünni siyasi oluşumlardır. Ilımlı Sünni ailelerin dışında Müslüman Kardeşlerin Lübnan uzantısı sayılan İslam Cemaati ve 1982 İsrail işgalinden sonra Şeyh Said Şa'ban'ın liderliğinde kurulan İslâmi Tevhid Hareketi, Sünni Müslümanlar arasındaki radikal örgütlenmelerin en önemlileridir. İslam Tevhid Hareketi, Sünni tabanına rağmen İran yanlısı bir çizgidedir.

Lübnan siyasetinin önemli diğer bir unsuru da Şuf Dağı bölgesinde yoğun olarak yaşayan Dürzîlerdir. Müslümanlık içinde heterodoks bir topluluk olarak görülen Dürzîler, Lübnan siyasal sitemi tarafından Müslümanlık içinde kabul edilir. Canbulat ve Arslan aileleri de en ünlü Lübnanlı Dürzi ailelerdir. Hıristiyanlar içinde diğer kayda değer topluluklar Grek Ortodokslar ve Grek Katoliklerdir. Marunîlerle sürekli çatışan Grek Ortodokslar, Arap milliyetçiliğine yatkın bir siyasi çizgiye sahiptir. Güney Lübnan’da yaşayan Grek Katolikler ise İsrail ile yakın işbirliği içinde hareket etmektedir. Antone Lahad önderliğinde Güney Lübnan Ordusu adında askeri bir örgüte sahiptirler. Güney Lübnan Ordusu, Hizbullah’ın Güney Lübnan’daki en önemli düşmanı ve İsrail’in bölgeden çekilmesiyle ortaya çıkan önemli bir sorun kaynağıdır. Lübnan’da az sayıda bulunan Ermeniler de Taşnak Partisi altında örgütlenmiştir.

Seçimler Lübnan’a Ne Getirir?

Lübnan’daki toplumun bölünmüş yapısını ve oluşan güç odaklarının çeşitliliğini kısaca gördükten sonra Hariri suikasti sonrası gelişen olayların ışığında 29 Mayıs Lübnan parlamento seçimlerini değerlendirmeye çalışalım. Seçimler Lübnan’a demokrasi ve istikrar mı getirecek yoksa eski iç savaş günlerini geri mi getirecek?

Günümüzde Lübnan’da uygulanan siyasal sistemin işleyişini belirleyen iki belge vardır: Ulusal Pakt (1943) ve Taif Anlaşması (1989). Maruni ve Sünni ailelerin temsilcileri tarafından kabul edilen Ulusal Pakt, 1932 nüfus sayımına dayanan bir siyasal yönetim şekli benimsemiş ve Lübnan’daki karmaşık siyasal yapının temellerini oluşturmuştur. Buna göre Cumhurbaşkanı Maruni, Başbakan Sünni, Meclis başkanı ise Şii olacak ve bu durum bir süreklilik arz edecekti. Parlamentoda temsil oranı ise Hıristiyan ve Müslümanlar arasında Hıristiyanların lehine 6/5 oranın da gerçekleşecekti. Lübnan’daki iç savaşı sonuçlandıran Taif Anlaşması ise Lübnan siyasal sistemini şekillendiren ikinci belgedir. Taif Anlaşması ile Maruni Cumhurbaşkanının yetkileri azaltılıp bir kısmı yetkiler Sünni başbakana bırakılmıştır. Parlamentodaki vekil sayısı 99’dan 128’e çıkarılmış ve Hıristiyanlarla Müslümanlara eşit kontenjan verilmiştir. Hıristiyanlara verilen 64 sandalyenin dağılımı 34 Maruni, 14 Grek Ortodoks, 8 Grek Katolik, 5 Ermeni Ortodoks, 1 Ermeni Katolik, 1 Anglikan, 1 küçük azınlıklar şeklindedir. Müslümanlara verilen 64 sandalye ise 27 Sünni, 27 Şii, 8 Dürzi, 2 Nusayri şeklinde dağılmaktadır. Taif Anlaşması (2) iç savaşı bitirip ülkeye görece bir istikrar getirse de Lübnan’ın geleceğini üzerinde kuracağı siyasal yapıyı oluşturamamıştır. Özellikle Lübnan’da günümüzdeki demografik gerçeklerle temsil oranı kesinlikle uyuşmamaktadır.

29 Mayıs’ta başlayan ve dört turlu yapılan seçimler, 19 Haziran’da Saad Hariri önderliğindeki Suriye karşıtı ittifakın 128 üyeli parlamentoda 74 sandalye kazanmalarıyla sonuçlandı. 35 yaşındaki Saad, genç ve deneyimsiz bir politikacı olmasına rağmen 14 Şubat’ta suikast sonucu ölen ve Lübnan’da kısa sürede ulusal kahraman haline gelen babası Refik Hariri’nin bıraktığı mirası iyi değerlendirmiş, İlerici Sosyalist Parti´nin lideri Velid Canbulat, Falanjist Milis´lerin lideri Samir Geagea, Maruni lider Solange Cemayel gibi isimlerin desteğini alarak Suriye karşıtı ittifakı zafere taşımıştır. Saad’ın, baba mirası Müstakbel Partisi’nin lideri olarak seçime girmesi seçim başarısının en önemli sebeplerinden biridir. Müstakbel Partisi, Lübnan’da bütün kesimleri kucaklayan ve hemen her mezhepten üyesi olan bir denge partisidir. Partinin bu konudaki en önemli avantajı, suikasta kurban giden eski liderinin seçkin Sünni ailelerden gelen bir siyasetçi değil bağımsız bir işadamı ve kirlenmemiş bir şahsiyet olarak her kesim tarafından sempati ile algılanmasıdır. Aslında Saad seçim sonrası ilk açıklamasında her şeyi babama borçluyum derken içinde bulunduğu durumu net bir şekilde ortaya koyuyordu. 29 Mayıs seçimleriyle Lübnan siyasetinin zirvesinde dolaşmaya başlayan Saad’ın, ülkenin iç ve dış sorunları ve siyasal bölünmüşlük karşısında babasının birleştirici misyonuna ne kadar sahip olduğunu ise zaman gösterecek.

Suriye karşıtı ittifak dışında seçimde başarı kazananlar, Hizbullah-Emel ittifakı ve Marunî Michel Aoun olmuştur. Hizbullah-Emel ittifakı, Güney Lübnan’daki 23 sandalyenin tamamını ve toplamda da 35 sandalye ele geçirerek ülkenin geleceğinde etkin bir güç haline geldi. Seçimlerin sürpriz ismi ise Suriye yanlısı gruplarla (Suriye yanlısı Dürzî Celal Arslan) birlikte seçime giren Michel Aoun oldu. Üçüncü turda Marunî ve Dürzîlerin yoğunlukla yaşadığı seçim bölgesinden 21 sandalye çıkaran Michel Aoun’un seçim başarısı Velid Canbulat’ın tepkisine neden oldu ve Velid Canbulat Aoun’u Suriye karşıtı ittifakı bölmekle suçladı. Bunlarla birlikte seçim sırasında (2 Haziran’da) Lübnanlı gazeteci Semir Kesir’in, seçimin hemen ardından (20 Haziran) Lübnan komünist partisinin eski lideri George Hawi’nin bombalı suikastlar sonucu öldürülmeleri, gözleri yine Beşşar Suriyesi’nin üzerine çevirmiş ve Lübnan’ın geleceği konusunda kuşkuları arttırmıştır. ABD karar alıcıları “Suriye’nin Lübnan’daki ölüm listesi” gibi haberlerle dünya kamuoyunda Suriye’yi hedef haline getirmeye devam etmektedir. Fakat Lübnan’ın yeniden yapılandırılmasında, siyasi ve ekonomik güçten yoksun ve uluslararası baskılar arasında sıkışmış bir Suriye’den daha fazla etkili ve sorun olabilecek iç dinamikler söz konusudur.


Lübnan’ın Geleceğinde İki Sorun: Michel Aoun ve Hizbullah

Mayıs ayının başında Lübnan siyasetinin tanıdık bir ismi, Falanjist Milis´lerinin eski komutanı General Michel Aoun Lübnan’a döndü ve önce seçiminde muhalefet mensubu olarak adaylığını koyacağını sonra da yeni dönemde ulusal uzlaşma sağlanırsa cumhurbaşkanlığına aday olabileceğini dile getirdi. Fransa’ya yakın bir isim olan Aoun’un Lübnan’a dönüşü ve hakkındaki suçlamaların kalkması Fransa Cumhurbaşkanı Chirac ve Saad Hariri ortak girişimleriyle sağlandı. Seçimler sonrası yeniden oluşacak parlamentonun, Cumhurbaşkanı Emil Lahud’u istifaya zorlayacağı beklendiğinden siyasi çevreler tarafından Aoun’a geleceğin muhtemel cumhurbaşkanı olarak bakılıyordu. Fakat seçimler öncesi oluşan siyasi ittifaklar, dünya kamuoyuna en azından kısa bir süre için bu öngörünün gerçekleşmeyeceğini düşündürdü.

Lübnan’ın siyasi zemini o kadar kaygan bir yapıya sahiptir ki kişisel ve ailesel çıkarlar çoğu zaman siyasal etiğin ve tutarlılığı önüne geçmektedir. Suriye ile savaşması sonucu 14 yıl Fransa’da sürgün hayatı yaşan Aoun, Lübnan seçimleri öncesi Suriye yanlısı gruplarla işbirliği içine girmiş ve seçimlerin üçüncü turunda kazandığı beklenmedik zaferle Suriye karşıtı ittifakı heyecanlandırmış ve özellikle Velid Canbulat çok kızdırmıştır. Hatta Canbulat, Aoun’u ülkeyi iç savaş günlerine geri götüren Suriye’nin bir maşası olarak nitelendirmiştir. Aslında Aoun, uzun yıllar Suriye’nin işgaline karşı savaşmış ve geçen yıl Canbulat birlikte Suriye karşıtı bir cephe oluşturmuştur. Canbulat’ı bu kadar kızdıran asıl neden, Dürzî feodal aileleri içinde en büyük rakibi olan Aslan Ailesi ile Aoun’un ittifak yapması ve bölgesinde seçimi kazanmasıdır. Aoun’un ise Suriye yanlısı olduğunu söylemek Lübnan’ın siyasi dengeleriyle örtüşmemektedir ve Aoun, hala Fransa’nın Lübnan’daki en önemli kozu sayılabilir. Son iki yüzyıldır Lübnan üzerinde Marunîleri kullanarak nüfuz oluşturan Fransa, yakın gelecekte cumhurbaşkanı olacak gibi gözüken Michel Aoun sayesinde eski nüfuzuna kavuşma çabası içine girebilir. Aslında Lübnan iç siyasetindeki bazı mücadeleler ülke dışındaki güç odaklarının mücadelesinin bir yansıması şeklindedir. Fransa’nın da Lübnan’daki en önemli rakibi (veya ortağı) küresel güç ABD olacaktır. ABD, Lübnan siyasetinde ılımlı Sünniler ve Dürzî aileler üzerinden siyaset izlemeye çalışmaktadır. Amerikan karar alıcılar için Lübnan politikasında ilk hedef, İsrail’in güvenliğini sağlamak ve Lübnan’dan gelecek radikal tehdit unsurlarını yok etmektir. ABD karar alıcıları, Lübnan’ın kendilerine yakın Saad Harir iktidarıyla (veya ılımlı Sünni başka bir aile veya kişi) yönetilmesi ve siyasal istikrarın sağlanması için Aoun’un cumhurbaşkanı olması gibi tavizleri Fransa’ya verebilir. Bunlarla birlikte ABD ve Fransa’nın Lübnan’ı algılayışları farklılıklar içermektedir. Örneğin Hizbullah’a bakış açıları arasında büyük farklar ortaya çıkar. Fransa’ya göre Hizbullah Lübnan siyasetinin bir parçasıdır, ABD’ye göre terörist bir örgüttür. Bu noktada ABD’nin ve Fransa’nın arasına Güney Lübnan’da çok iyi örgütlenmiş asker-siyasi bir güç olan Hizbullah girebilir.

Hizbullah, 1992 seçimlerinden beri parlamentoda sandalye sahibi olarak siyasallaşmaya çalışan bir örgüttür. Hizbullah’ın son seçim öncesi Lübnan parlamentosunda 12 milletvekili vardı. Örgüt siyasallaşma çabalarıyla birlikte kurduğu El Şehit Vakfı aracılığıyla açtığı okul ve hastanelerle sosyal yaşamda da etkin bir güç olmak istemektedir. Hizbullah, aynı zamanda Al-Manar televizyon kanalı ve An-Nur radyo kanalı aracılığıyla propaganda faaliyetlerini güçlendirip medyayı da etkin şekilde kullanmaktadır. Uzun yıllar İsrail için ciddi bir güvenlik tehdidi olan Hizbullah, 1999’da İsrail’in Lübnan’dan çıkmasıyla Lübnan’daki popülaritesini ve desteğini artırmıştır.

Hizbullah, son seçimlerin ikinci turunda Güney Lübnan’daki 23 sandalyenin tamamını alarak bölgede siyasi gücü olarak alternatifsiz olduklarını ortaya koymuştur. Ülke genelinde Hizbullah-Emel ittifakı 35 milletvekili çıkarmış ve kurulacak hükümete karşı etkin bir siyasi rakip profili çizmiştir. Hizbullah İsrail’in güvenliği bağlamında bakan ABD ise seçimlerin ardından Beyaz Saray sözcüsü Scott McClellan ağzından Hizbullah’ın terörist bir örgüt olduğunu ve hemen silahsızlanması gerektiğini söylemiştir. Hizbullah lider kadrosu ise Güney Lübnan üzerinde İsrail tehdidi olduğu sürece silahsızlanmayı kabul etmeyeceklerini söylemektedir.

Ne Olacak Bu Lübnan’ın Hali?

Lübnan’da 33 yıl sonra Suriye askeri olmadan yapılan bu seçimler, görünüşte umut verse de Birleşmiş Milletler denetiminde bir nüfus sayımı gerçekleşmeden yapılan seçimlerin çok adil ve kalıcı sonuçlar ve istikrarlı bir siyasal yapı ortaya çıkaracağı söylenemez. Özellikle ülkede çoğunluk olan Şiilerin nüfusları ile orantılı temsil edilmedikleri ve gelecek seçimlerde yoğun genç Şii nüfusun da oy kullanması Lübnan siyasal sisteminin sorgulanmasına ve ciddi bir siyasi kaosa neden olabilir. Fransız mandası döneminde Lübnan’da oluşturulan siyasal sistem, günümüzdeki sorunların temel çıkış noktasıdır. Büyük güçlerin Lübnan’ı Orta Doğu’nun demokrasi adası sunmak yerine Lübnan’daki siyasal sistemin aksayan yönlerinin üzerine gidilmesi ve sisteme yönelik acil reformların yapılmasını desteklemeleri gerekmektedir. Fakat Lübnan’ın Batılılar için bölgedeki tarihsel vizyonu ve Lübnan siyasetçilerinin siyasal sistemden kaynaklanan sorunları bir kenara bırakan kişisel veya ailesel çıkara dayalı iktidar anlayışları düşünüldüğünde reform yönünde umutlar başlamadan bitmektedir.

Küresel güç ABD ve Fransa’nın bölgedeki stratejik hedefleri açısından Aoun’un cumhurbaşkanlığıyla Saad’ın başbakanlığı tatmin edici bir başarı olarak görülebilir. Dış güçlerin ülke siyasetine etkisinin bu kadar normalleştiği ve siyasal bölünmüşlüğün olduğu bir ülkede mutluluklar ve istikrar hep suni olacak, iç çatışma ve kaos şüphesi Lübnanlıların kafasında büyük bir yer işgal edecektir. Bakalım Orta Doğu’da yakın gelecek bize neler getirecek: Irak’ın Lübnanlaşmasını mı, yoksa Lübnan’ın Iraklaşmasını mı?

(1) Lübnan’da etnik yapı açıdan bir parçalanmışlığı söz konusu olduğu söylenemez, halkın %90’dan fazlası Araptır. Günümüzde 4 milyona yakın nüfusa sahip olan Lübnan’ın dini yapısının %70’ini Müslümanlar, %30 civarını Hıristiyanlar oluşturmaktadır. Müslüman nüfusun içinde İmamiye Şiileri ve Sünnilerle birlikte heterodoks topluluklar olan Nusayriler, İsmaililer, Dürzîleri de değerlendirilmiştir. Hıristiyan nüfus içindeki başlıca mezhepler ise Maruniler, Grek Katolik, Grek Ortodokslardır.

(2) Lübnan’daki son parlamento seçimlerinde, seçim bölgelerinin dağılımı ve kontenjanlar Taif Anlaşması’na göre belirlendi. 29 Mayıs’ta Beyrut’ta (19 sandalye) başlayan seçimler, 5 Haziran’da ülkenin güneyinde (23 sandalye) ve 12 Haziran’da merkezdeki Lübnan Tepesi bölgesinde (35 sandalye) sürdü, 19 Haziran ise kuzey (28 sandalye) ve doğuda (23 sandalye) yapılarak tamamlandı.