Yasin Atlıoğlu
Türkiye, Soğuk Savaş dönemi boyunca dünyada hüküm süren sert iki kutuplu uluslararası sistemde jeostratejik konumundan kaynaklanan nedenlerden dolayı başta sınır komşularıyla ilişkileri olmak üzere dış politikasını güvenlik endişelerine dayandırmıştı.
Türk karar alıcılar, çoğu zaman diğer devletleri “dost-düşman” “iyi-kötü” imgeleriyle tanımladı. Bu bağlamda Türkiye'nin genelde Orta Doğu'dan özelde Suriye'den uzak kalmasına neden olan başlıca iki faktör, tarihsel olaylardan yola çıkılarak Arap ülkelerine yaklaşmak ve Soğuk Savaş'ın statik yapısıdır. Soğuk Savaş'ın 1990'lı yıllarda sona ermesinden sonra ise oluşan dinamik ve değişken uluslararası sistemi algılamakta biraz zorlanan Türkiye bir süre eski alışkınlıklarından kurtulamamış, bölgesel ve global düzeyde etkinliğinin büyük güçlerin (veya tek büyük gücün) çizeceği rol çerçevesinde sınırlı kalmasına razı olmuştur. Fakat 90'lı yılların sonlarına doğru daha açık bir şekilde beliren yeni dünya düzeni, uluslararası sistemin ABD ve diğerleri olarak ikiye bölündüğünü ortaya koydu. ABD'nin “imparatorluk olma” stratejisini uygulamak istediği bu sistem, küresel hegemonun tam hakim olamamasından doğan siyasi ve ekonomik boşluk alanlarında, bölgesel güç konumundaki ülkelere akılcı siyasetlerle ve bölgesel ittifaklarla etkinliklerini daha fazla artırabilme imkanı vermektedir. 11 Eylül Saldırıları ve İkinci Irak Savaşı bu durumu daha somut olarak ortaya çıkarmıştır.
Türkiye özellikle 2000 yılından sonra bölgesel ve global etkinliğini artırabilmek için sistem içinde manevra kabiliyetini genişletici esnek ve aktif diplomasiye dayalı bir dış politika anlayışı uygulamaya koymuştur. Bu dış politika anlayışı cumhuriyetin ilk yıllarında Atatürk tarafından uygulanan “Pragmatizme Dayalı Çok Taraflı Dış Politika” anlayışına benzetilebilir. Bu politikanın ilk amacı belirsizlik ve çatışma alanlarını mümkün olduğunca Türkiye'nin yaşam ve çıkar alanından uzak tutulmasıdır. Bunun için de yapılması gereken öncelikle sınır komşularımızla sorunlarımızı en alt seviyeye indirip, güven ve işbirliğine dayalı siyasi, ekonomik ve kültürel ilişkiler ve ittifaklar oluşturmaktır.
Türkiye-Suriye ilişkilerini şekillendiren en önemli üç sorun tarihsel bir derinlik taşıyan Hatay Sorunu ve 20. yüzyılın son yirmi yılında ortaya çıkan su ve PKK'dan kaynaklanan güvenlik sorunları oldu. Her iki tarafın uzun yıllar çatışma, düşmanlık ve güvenlik kaygısıyla baktığı Türkiye-Suriye ilişkilerinde 1998'de Adana Mutabakatı'yla başlayan normalleşme 2000 yılında Hafız Esad'ın ölümünden sonra hızlı bir yakınlaşma sürecine girilmesiyle sonuçlandı. Bu yakınlaşma, siyasi, ekonomik ve kültürel boyut taşımakla beraber aslında “iyi komşuluk ve karşılıklı ortak çıkar oluşturma” stratejisine dayanmaktaydı. Bu stratejiyi ilk somutlaştıran eylemler, her iki ülkenin en yüksek siyasi iradelerinden geldi. En yüksek düzeyde gerçekleştirilen ziyaretler zinciri ilişkilerdeki olumlu süreci hızlandırıp, her alanda ortak değerler yaratılmasına ve iki ülkenin birbirini tekrar keşfetmesine neden oldu. Bu ziyaretler zincirinin iki önemli halkası, Cumhurbaşkanımız Ahmet Necdet Sezer' in ilk yurtdışı ziyaret olarak 2000 Haziran ayında Hafız Esad'ın Şam'daki cenaze töreni gitmesi ve Beşşar Esad'ın Suriye Devlet Başkanı olarak 2004 Ocak ayında Türkiye'ye gelmesidir. Sezer'in ziyareti, Türkiye-Suriye ilişkilerinde Suriye Arap yönetiminin gururunu okşayan ve samimiyeti vurgulayan önemli bir köşe taşıdır. Bu ziyaretten sonra 2004 yılına kadar geçen dört yıl içinde çeşitli düzeylerde bir çok karşılıklı ziyaret gerçekleşti ve bu ziyaretlerde sürekli vurgulanan, sorunlar değil, dostluk, tarihsel ortaklıklar, kültürel birliktelik ve ekonomik işbirliğiydi. Beşşar Esad'ın Türkiye'ye 2004 yılında yaptığı ziyaret ise öncelikle 1946 yılından beri devlet başkanı düzeyinde yapılan ilk ziyaret olması nedeniyle tarihsel bir anlam taşımakta ve iki ülke ilişkilerini şekillendiren önemli bir hamledir. Bu gelişmeler ışığında 22-23 Aralık 2004'te Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Suriye'ye gerçekleştirdiği iki günlük ziyaret, Türkiye-Suriye arasındaki yakınlaşmanın üçüncü büyük hamlesi olarak değerlendirilebilir. Bu makalede Erdoğan'ın Suriye'ye yaptığı diplomatik ziyareti, ABD'nin Orta Doğu politikası ve Avrupa Birliği'nin güneye genişleme süreci üzerinden değerlendirilecektir.
ABD'nin Orta Doğu Politikası ve Türkiye-Suriye Siyasi İlişkileri
Türkiye-Suriye siyasi ilişkilerini geliştiren ve yakınlaşmasını sağlayan en önemli dış etken, ABD'nin Orta Doğu'ya karşı uyguladığı dış politika anlayışıdır. Suriye-ABD ilişkileri, 2003 Irak Savaşı sonrası Amerikan karar alıcıların “askeri müdahaleyle demokratikleştirilecek” ikinci ülke olarak Suriye'yi göstermesiyle tarihinin en gergin günlerini yaşadı. ABD'deki şahinlere göre kitle imha silahlarına sahip, terörizmi ve Irak'taki direnişçileri destekleyerek bölgede istikrarsızlık yaratan Suriye, dünya güvenliği için önleyici saldırılarla etkisiz hale getirilmesi gereken tehlikeli bir tehdit kaynağıydı. Bölge politikası İsrail'in çıkarlarıyla paralellik gösteren ABD, Golan'daki İsrail işgali konusunda sesini çıkarmazken Lübnan'daki Suriye askeri güçleri konusunu sürekli gündemde tutmaktadır. 12 Aralık 2003'te Başkan Bush tarafından imzalanan “Suriye'nin Sorgulanması ve Lübnan'ın Saygınlığı Yasası” ile başlayan siyasi ve ekonomik baskı politikası, 2004 yılı içinde kesintiye uğramadan devam etmiştir. Mayıs ayında uzun zamandır beklenen Suriye'ye karşı ekonomik ambargo ABD tarafından uygulamaya konuldu. Bu arada Irak'ın kitle imha silahlarının Suriye'de saklandığına ve Suriye'nin Sudan hükümetiyle ortak biyolojik silah denemesi yaptığına dair iddialar gerginliği tırmandırdı. Son olarak Eylül 2004'te, Birleşmiş Milletler'de ABD ve Fransa'nın önerisi, Almanya ve İngiltere'nin desteğiyle “Lübnan'a yabancı güçlerin müdahalesini kınayan” bir karar tasarısı onaylandı. Bu tasarıda Suriye'nin adı geçmese de hedef alınan ülke Suriye idi.
2001-2004 yılları arasında artan dış baskı, sonuç olarak Suriye'yi uluslararası alanda yalnızlık içine düşürdü ve yeni ittifaklar aramaya sevk etti. Çin ve Rusya'nın bölgeye tesirinin zor olmasından dolayı Suriye için Arap ülkeleri, Türkiye ve Avrupa Birliği en uygun siyasi ve ekonomik ortaklık kurulabilecek uluslararası aktörlerdi. Beşşar Esad bu üç aktörle aynı anda siyasi ve ekonomik işbirliği yapmak istedi. Arap ülkeleriyle Arap Ortak Pazarı kurmak için 2001 yılından itibaren çalışmalara başlandı(1) ve AB ile Barselona Süreci çerçevesinde 2003 yılının son ayı bir Serbest Ticaret Anlaşması imzalandı. Fakat Esad Suriyesi Türkiye ile 2000 yılından sonra aktif diplomasi yoluyla inanılmayacak süratle ve geniş bir yelpazede ilişkiler kurdu ve Suriye için Türkiye primus inter pares (eşitler arası birinci) konumuna yükseldi. Aynı konum Türkiye'nin Arap dünyasına bakışında da Suriye için geçerli sayılabilir. Bu birbirini önemseyen dış politika anlayışının nedeni, iki ülke arasında tarih boyunca varolan kültürel birliktelik ve coğrafi yakınlıktan kaynaklanan siyasi ve ekonomik potansiyel olmakla birlikte, daha çok Irak Savaşı sonrası bölgede oluşan ortak tehdit algılamaları ve TBMM'nin kabul etmediği Mart Tezkeresi sonrası Arap kamuoyunda oluşan Türkiye yanlısı tavırdır. ABD'nin Irak'ta Kürtler'i destekleyen politikaları sonucu Kuzey Irak'ta oluşan siyasi yapı, içinde Kürt etnik grubundan insanlar barındıran Türkiye, Suriye ve İran gibi ülkeleri doğrudan bir güvenlik sorunuyla karşı karşıya bıraktı. Bu çerçevede işbirliği yapan Türkiye ve Suriye, her fırsatta ortak irade göstererek Irak'ın bölünmezliğine vurgu yapmakta ve Kuzey Irak'ta oluşacak bağımsız bir Kürt devletine karşı olduklarını söylemektedir. Bununla birlikte Türkiye, Mart Tezkeresi'yle ABD'ye ciddi bir karşı duruş sergilemiş ve Arap hükümetlerinin hep yapmak istedikleri ama hiçbir zaman cesaret edemedikleri böyle bir eylemi demokratik bir süreç içinde gerçekleştirmiştir. Bu olayla Araplar arasında sempati kazanan Türkiye, Arap Orta Doğusu'na ilgisini arttırmış, bölgede olan gelişmeleri kenardan izlemek yerine sahip olduğu siyasi, tarihsel ve kültürel derinliğini kullanarak daha etkin bir bölgesel güç haline gelmiştir.
AB'nin Güneye Genişleme Süreci ve Türkiye-Suriye Ekonomik İlişkileri
Türkiye'nin Suriye ile ekonomik ilişkilerindeki gelişme, Avrupa Birliği'nin güneye açılım politikalarıyla Türkiye'nin 2000 yılında uygulamaya koyduğu komşularla ticareti artırmayı amaçlayan dış ticaret stratejisine dayanmaktadır.
Barselona'da Kasım 1995'te 15 Avrupa Birliği ve 12 Akdeniz ülkesi(2) dışişleri bakanlarının katılımı ile oluşturulan Avrupa-Akdeniz Konferansı'nda, Avrupa Birliği'nin güneye açılım politikasının temel ilkelerini içeren Barselona Bildirgesi imzalandı. Avrupa ile Akdeniz'e komşu ülkeler arasında oluşturulmak istenen ortaklığın amacı siyasi diyaloğun ve güvenliğin artırılmasıyla oluşacak ortak bir barış ve istikrar alanı yaratıp Akdeniz ülkelerinin zaman içinde kendi aralarında gerçekleştirilecek serbest ticaret bölgesi(3) yoluyla ortak bir refah alanı oluşturmaktı. Suriye, Barselona Sözleşmesi'ni imzaladıktan üç sene sonra 1998'de AB ile Ortaklık Anlaşması için müzakerelere başladı ve Aralık 2003'te Suriye-AB arasında bir Ortaklık Anlaşması imzalandı. Bu Ortaklık Anlaşması'nın imzalamasının ardından Suriye Türkiye ile Serbest Ticaret Anlaşması (STA) imzalama konusunda yükümlülük altına girdi. Türkiye de Gümrük Birliği anlaşması gereğince AB'nin üçüncü ülkelerle imzaladığı ikili anlaşmaları imzalamak zorundadır. Bu bağlamda Türkiye-Suriye arasında Nisan 2004'te STA ile ilgili ilk tur müzakereleri Ankara'da başladı ve Ağustos 2004'te STA, Türkiye'nin Dış Ticaretten Sorumlu Devlet Bakanı Kürşat Tüzmen ve Suriye Ekonomi ve Dış Ticaret Bakanı Ghasan El Rıfai tarafından paraf edildi. Anlaşmanın imzalanması da 2004 yılı sonuna bırakılmıştı.
2000 yılından beri Türkiye dış ticaretinde ön plana çıkan “ iki ülke arasında ticaret hacmi ne kadar büyük olursa siyasi gerginlik çıkma olasılığı o kadar azalır” tezi Suriye-Türkiye ekonomik ilişkilerini hızlı bir iyileşmeye neden oldu. Bu gelişmeyi devam ettirecek bir STA'nın iki ülke arasında imzalanması Türkiye-Suriye ticaretinde yeni bir dönem başlatacaktır. Türk özel sektörü, önce Suriye, sonra da Suriye üzerinden Arap Dünyası'na açılıp yeni yatırım ve genişleme olanakları bulacak, Suriye ise ekonomik liberalleşme ve özel sektörün oluşturulması açısından tecrübeli komşusundan çok şey öğrenecektir.
Erdoğan'ın Suriye Ziyareti
17 Aralık'taki Avrupa Zirvesi'nde yoğun ve zor bir diplomasi savaşı veren Türkiye Başbakanı R.T. Erdoğan, zirvenin hemen ardından AB'nin güneye açılım politikasının bir parçası olan(4) STA'larından birini Suriye ile imzalamak üzere Suriye Başbakanı Naci Otri'nin resmi davetlisi olarak 22-23 Aralık 2004'te Suriye'ye bir ziyaret gerçekleştirdi. Üç bakan, on milletvekili ve yüzden fazla iş adamıyla birlikte gerçekleştirilen ziyaretin ilk amacı olan STA, 22 Aralık günü Türkiye Başbakanı Erdoğan ve Suriye Başbakanı Otri arasında imzalandı.(5) İmza töreni sonrası yapılan basın toplantısında “Kardeş Suriye halkını en kalbi selamlarımı iletirim” diyerek sözlerine başlayan Erdoğan, bu anlaşmayı Türkiye ve Suriye arasındaki ekonomik ve ticari birlikteliğin hukuki altyapısını oluşturan bir adım olarak nitelendirmiştir. Suriye dış ticaretinde AB ülkeleri ve Lübnan ile birlikte ilk beş sırada yer alan Türkiye için, STA'nın imzalanması Suriye'nin en önemli dış ticaret ortağı olma açısından büyük önem arz etmektedir. STA'nın imzalanmasından sonra gerek Başbakan Otri gerekse Devlet Başkanı Esad ile yapılan görüşmelerde dikkat çeken bir durum da, Türkiye'nin AB ilişkilerindeki gelişmelerden memnun olduklarını belirtmeleri oldu. Hatta Suriyeli yetkililer de çok yakın bir zamanda AB'ye komşu olabilme ihtimalilerin yarattığı bir heyecan da gözlenmektedir. Örneğin Suriye Enformasyon Bakanı Mehdi Dahlallah, Cihan Haber Ajansı'na yaptığı açıklamada Türkiye'nin AB üyeliğini desteklediklerini belirterek Türkiye'nin AB ve Arap ülkeleri arasında köprü rolü oynayacağını söylüyordu.
Ziyarette, STA dışında iki konunun daha ön plana çıktığı görüldü. Bunlardan ilki, su konusunda ihtilaflardan işbirliğine geçişin ilk adımlarının atılmasıdır. Dicle ve Asi nehirlerinin ekonomik yarar getiren faaliyetler için kullanılmasıyla ilgili ortak projeler yapılması konusunda anlaşmaya varıldı.(6) Bir Suriyeli gazetecinin “ Asi Nehri üzerinde, ortak bir baraj kurulacağı yönünde bilgiler aldık. Acaba, Suriye-Türkiye arasındaki su ihtilafı bitti mi?" sorusunu kasıtlı bulan Suriye Başbakanı Otri, “Biz bazı şeyleri geride bıraktık. Biz artık anlaştık ve bölgemizde ortak kalkınma istiyoruz. Şayet, Asi Nehri üzerinde ortak bir baraj kurulması bölgeyi kalkındıracaksa, biz bunu yaparız. İki ülke arasındaki sınır da eskiden tehlikeliydi. Şimdi sınırdaki mayınlar arındırılıyor ve o bölge tarıma açılıyor. Biz, halklarımızı birbirine kenetleyecek ve yaşam düzeyini artıracak projelerden yanayız." diyerek bir su sorununun iki ülke arasında olmadığını vurguluyordu. Su konusunda işbirliğinin sağlanması dışında İsrail-Suriye ilişkileri ve Filistin konusunda Türkiye'nin yakın gelecekte rol oynamak istediğini gösteren bazı gelişmelerde bu ziyaret sırasında ortaya çıktı. Erdoğan bu sorunları ve ABD'nin bölge politikasından kaynaklanan endişelerini Esad ve Otri ile olan ikili görüşmelerinde dile getirdi. Basın toplantısında da “Siyasetimiz düşman üretmek değil dost kazanmak” diyen Erdoğan'ın, Suriye ziyaretinden kısa bir süre sonra Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'ü İsrail'e yollayacak olması, bu konuda “Türkiye aracı mı olacak?” sorusunu akla getirmektedir. Bu arada basına kapalı yapılan görüşmelerde Kuzey Irak'taki Kürt varlığının yarattığı endişeler ve terör örgütü PKK-Kongra/Gel'e karşı işbirliği ile ilgili konular görüşüldüğü çeşitli kaynaklarca ifade edilmiştir.
Başbakan Erdoğan'ın iki günlük Suriye ziyaretini, birbirine coğrafi ve kültürel olarak yakın, ama siyasi ve ekonomik olarak uzun süre uzak kalmış iki halkın ve iki devletin, ortak çıkar ve ekonomik birliktelikler yaratarak tekrar bir araya gelmesine katkıda bulunan bir hamle olarak değerlendirebiliriz. İki ülke arasındaki bu yakınlaşma ve işbirliği, kanlı çatışmaların ve toplu katliamların olduğu, düşmanlıkların kışkırtıldığı günümüz dünyasında örnek alınması gereken siyasi bir olaydır. Bu arada ziyaret sırasında, ziyaretin genelindeki samimi ve sıcak havaya tesir etmesi de, bazı olumsuzluklar gözden kaçmadı. Türk heyeti Şam havaalanına geldiğinde Suriye bandosunun Türk Milli Marşı'nı kötü çalması, törende kullanılan Türk bayrağının resmi ölçülerde olmaması ve basın toplantısındaki Türk tercümanın Erdoğan'ı Türkiye Cumhurbaşkanı olarak sunması diplomatik becerisizlikten kaynaklanan ve ders alınması gereken örnekler oldu.
(1) Günümüzde Suriye’nin Lübnan, Ürdün, Suudi Arabistan, BAE, Umman, Fas, Cezayir, Tunus, Mısır ve Libya ile Serbest Ticaret Anlaşmaları mevcuttur. Suriye ayrıca 2005’te yürürlüğe girecek Arap Ülkeleri Serbest Ticaret Bölgesi’nin de üyesidir.
Türkiye, Soğuk Savaş dönemi boyunca dünyada hüküm süren sert iki kutuplu uluslararası sistemde jeostratejik konumundan kaynaklanan nedenlerden dolayı başta sınır komşularıyla ilişkileri olmak üzere dış politikasını güvenlik endişelerine dayandırmıştı.
Türk karar alıcılar, çoğu zaman diğer devletleri “dost-düşman” “iyi-kötü” imgeleriyle tanımladı. Bu bağlamda Türkiye'nin genelde Orta Doğu'dan özelde Suriye'den uzak kalmasına neden olan başlıca iki faktör, tarihsel olaylardan yola çıkılarak Arap ülkelerine yaklaşmak ve Soğuk Savaş'ın statik yapısıdır. Soğuk Savaş'ın 1990'lı yıllarda sona ermesinden sonra ise oluşan dinamik ve değişken uluslararası sistemi algılamakta biraz zorlanan Türkiye bir süre eski alışkınlıklarından kurtulamamış, bölgesel ve global düzeyde etkinliğinin büyük güçlerin (veya tek büyük gücün) çizeceği rol çerçevesinde sınırlı kalmasına razı olmuştur. Fakat 90'lı yılların sonlarına doğru daha açık bir şekilde beliren yeni dünya düzeni, uluslararası sistemin ABD ve diğerleri olarak ikiye bölündüğünü ortaya koydu. ABD'nin “imparatorluk olma” stratejisini uygulamak istediği bu sistem, küresel hegemonun tam hakim olamamasından doğan siyasi ve ekonomik boşluk alanlarında, bölgesel güç konumundaki ülkelere akılcı siyasetlerle ve bölgesel ittifaklarla etkinliklerini daha fazla artırabilme imkanı vermektedir. 11 Eylül Saldırıları ve İkinci Irak Savaşı bu durumu daha somut olarak ortaya çıkarmıştır.
Türkiye özellikle 2000 yılından sonra bölgesel ve global etkinliğini artırabilmek için sistem içinde manevra kabiliyetini genişletici esnek ve aktif diplomasiye dayalı bir dış politika anlayışı uygulamaya koymuştur. Bu dış politika anlayışı cumhuriyetin ilk yıllarında Atatürk tarafından uygulanan “Pragmatizme Dayalı Çok Taraflı Dış Politika” anlayışına benzetilebilir. Bu politikanın ilk amacı belirsizlik ve çatışma alanlarını mümkün olduğunca Türkiye'nin yaşam ve çıkar alanından uzak tutulmasıdır. Bunun için de yapılması gereken öncelikle sınır komşularımızla sorunlarımızı en alt seviyeye indirip, güven ve işbirliğine dayalı siyasi, ekonomik ve kültürel ilişkiler ve ittifaklar oluşturmaktır.
Türkiye-Suriye ilişkilerini şekillendiren en önemli üç sorun tarihsel bir derinlik taşıyan Hatay Sorunu ve 20. yüzyılın son yirmi yılında ortaya çıkan su ve PKK'dan kaynaklanan güvenlik sorunları oldu. Her iki tarafın uzun yıllar çatışma, düşmanlık ve güvenlik kaygısıyla baktığı Türkiye-Suriye ilişkilerinde 1998'de Adana Mutabakatı'yla başlayan normalleşme 2000 yılında Hafız Esad'ın ölümünden sonra hızlı bir yakınlaşma sürecine girilmesiyle sonuçlandı. Bu yakınlaşma, siyasi, ekonomik ve kültürel boyut taşımakla beraber aslında “iyi komşuluk ve karşılıklı ortak çıkar oluşturma” stratejisine dayanmaktaydı. Bu stratejiyi ilk somutlaştıran eylemler, her iki ülkenin en yüksek siyasi iradelerinden geldi. En yüksek düzeyde gerçekleştirilen ziyaretler zinciri ilişkilerdeki olumlu süreci hızlandırıp, her alanda ortak değerler yaratılmasına ve iki ülkenin birbirini tekrar keşfetmesine neden oldu. Bu ziyaretler zincirinin iki önemli halkası, Cumhurbaşkanımız Ahmet Necdet Sezer' in ilk yurtdışı ziyaret olarak 2000 Haziran ayında Hafız Esad'ın Şam'daki cenaze töreni gitmesi ve Beşşar Esad'ın Suriye Devlet Başkanı olarak 2004 Ocak ayında Türkiye'ye gelmesidir. Sezer'in ziyareti, Türkiye-Suriye ilişkilerinde Suriye Arap yönetiminin gururunu okşayan ve samimiyeti vurgulayan önemli bir köşe taşıdır. Bu ziyaretten sonra 2004 yılına kadar geçen dört yıl içinde çeşitli düzeylerde bir çok karşılıklı ziyaret gerçekleşti ve bu ziyaretlerde sürekli vurgulanan, sorunlar değil, dostluk, tarihsel ortaklıklar, kültürel birliktelik ve ekonomik işbirliğiydi. Beşşar Esad'ın Türkiye'ye 2004 yılında yaptığı ziyaret ise öncelikle 1946 yılından beri devlet başkanı düzeyinde yapılan ilk ziyaret olması nedeniyle tarihsel bir anlam taşımakta ve iki ülke ilişkilerini şekillendiren önemli bir hamledir. Bu gelişmeler ışığında 22-23 Aralık 2004'te Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Suriye'ye gerçekleştirdiği iki günlük ziyaret, Türkiye-Suriye arasındaki yakınlaşmanın üçüncü büyük hamlesi olarak değerlendirilebilir. Bu makalede Erdoğan'ın Suriye'ye yaptığı diplomatik ziyareti, ABD'nin Orta Doğu politikası ve Avrupa Birliği'nin güneye genişleme süreci üzerinden değerlendirilecektir.
ABD'nin Orta Doğu Politikası ve Türkiye-Suriye Siyasi İlişkileri
Türkiye-Suriye siyasi ilişkilerini geliştiren ve yakınlaşmasını sağlayan en önemli dış etken, ABD'nin Orta Doğu'ya karşı uyguladığı dış politika anlayışıdır. Suriye-ABD ilişkileri, 2003 Irak Savaşı sonrası Amerikan karar alıcıların “askeri müdahaleyle demokratikleştirilecek” ikinci ülke olarak Suriye'yi göstermesiyle tarihinin en gergin günlerini yaşadı. ABD'deki şahinlere göre kitle imha silahlarına sahip, terörizmi ve Irak'taki direnişçileri destekleyerek bölgede istikrarsızlık yaratan Suriye, dünya güvenliği için önleyici saldırılarla etkisiz hale getirilmesi gereken tehlikeli bir tehdit kaynağıydı. Bölge politikası İsrail'in çıkarlarıyla paralellik gösteren ABD, Golan'daki İsrail işgali konusunda sesini çıkarmazken Lübnan'daki Suriye askeri güçleri konusunu sürekli gündemde tutmaktadır. 12 Aralık 2003'te Başkan Bush tarafından imzalanan “Suriye'nin Sorgulanması ve Lübnan'ın Saygınlığı Yasası” ile başlayan siyasi ve ekonomik baskı politikası, 2004 yılı içinde kesintiye uğramadan devam etmiştir. Mayıs ayında uzun zamandır beklenen Suriye'ye karşı ekonomik ambargo ABD tarafından uygulamaya konuldu. Bu arada Irak'ın kitle imha silahlarının Suriye'de saklandığına ve Suriye'nin Sudan hükümetiyle ortak biyolojik silah denemesi yaptığına dair iddialar gerginliği tırmandırdı. Son olarak Eylül 2004'te, Birleşmiş Milletler'de ABD ve Fransa'nın önerisi, Almanya ve İngiltere'nin desteğiyle “Lübnan'a yabancı güçlerin müdahalesini kınayan” bir karar tasarısı onaylandı. Bu tasarıda Suriye'nin adı geçmese de hedef alınan ülke Suriye idi.
2001-2004 yılları arasında artan dış baskı, sonuç olarak Suriye'yi uluslararası alanda yalnızlık içine düşürdü ve yeni ittifaklar aramaya sevk etti. Çin ve Rusya'nın bölgeye tesirinin zor olmasından dolayı Suriye için Arap ülkeleri, Türkiye ve Avrupa Birliği en uygun siyasi ve ekonomik ortaklık kurulabilecek uluslararası aktörlerdi. Beşşar Esad bu üç aktörle aynı anda siyasi ve ekonomik işbirliği yapmak istedi. Arap ülkeleriyle Arap Ortak Pazarı kurmak için 2001 yılından itibaren çalışmalara başlandı(1) ve AB ile Barselona Süreci çerçevesinde 2003 yılının son ayı bir Serbest Ticaret Anlaşması imzalandı. Fakat Esad Suriyesi Türkiye ile 2000 yılından sonra aktif diplomasi yoluyla inanılmayacak süratle ve geniş bir yelpazede ilişkiler kurdu ve Suriye için Türkiye primus inter pares (eşitler arası birinci) konumuna yükseldi. Aynı konum Türkiye'nin Arap dünyasına bakışında da Suriye için geçerli sayılabilir. Bu birbirini önemseyen dış politika anlayışının nedeni, iki ülke arasında tarih boyunca varolan kültürel birliktelik ve coğrafi yakınlıktan kaynaklanan siyasi ve ekonomik potansiyel olmakla birlikte, daha çok Irak Savaşı sonrası bölgede oluşan ortak tehdit algılamaları ve TBMM'nin kabul etmediği Mart Tezkeresi sonrası Arap kamuoyunda oluşan Türkiye yanlısı tavırdır. ABD'nin Irak'ta Kürtler'i destekleyen politikaları sonucu Kuzey Irak'ta oluşan siyasi yapı, içinde Kürt etnik grubundan insanlar barındıran Türkiye, Suriye ve İran gibi ülkeleri doğrudan bir güvenlik sorunuyla karşı karşıya bıraktı. Bu çerçevede işbirliği yapan Türkiye ve Suriye, her fırsatta ortak irade göstererek Irak'ın bölünmezliğine vurgu yapmakta ve Kuzey Irak'ta oluşacak bağımsız bir Kürt devletine karşı olduklarını söylemektedir. Bununla birlikte Türkiye, Mart Tezkeresi'yle ABD'ye ciddi bir karşı duruş sergilemiş ve Arap hükümetlerinin hep yapmak istedikleri ama hiçbir zaman cesaret edemedikleri böyle bir eylemi demokratik bir süreç içinde gerçekleştirmiştir. Bu olayla Araplar arasında sempati kazanan Türkiye, Arap Orta Doğusu'na ilgisini arttırmış, bölgede olan gelişmeleri kenardan izlemek yerine sahip olduğu siyasi, tarihsel ve kültürel derinliğini kullanarak daha etkin bir bölgesel güç haline gelmiştir.
AB'nin Güneye Genişleme Süreci ve Türkiye-Suriye Ekonomik İlişkileri
Türkiye'nin Suriye ile ekonomik ilişkilerindeki gelişme, Avrupa Birliği'nin güneye açılım politikalarıyla Türkiye'nin 2000 yılında uygulamaya koyduğu komşularla ticareti artırmayı amaçlayan dış ticaret stratejisine dayanmaktadır.
Barselona'da Kasım 1995'te 15 Avrupa Birliği ve 12 Akdeniz ülkesi(2) dışişleri bakanlarının katılımı ile oluşturulan Avrupa-Akdeniz Konferansı'nda, Avrupa Birliği'nin güneye açılım politikasının temel ilkelerini içeren Barselona Bildirgesi imzalandı. Avrupa ile Akdeniz'e komşu ülkeler arasında oluşturulmak istenen ortaklığın amacı siyasi diyaloğun ve güvenliğin artırılmasıyla oluşacak ortak bir barış ve istikrar alanı yaratıp Akdeniz ülkelerinin zaman içinde kendi aralarında gerçekleştirilecek serbest ticaret bölgesi(3) yoluyla ortak bir refah alanı oluşturmaktı. Suriye, Barselona Sözleşmesi'ni imzaladıktan üç sene sonra 1998'de AB ile Ortaklık Anlaşması için müzakerelere başladı ve Aralık 2003'te Suriye-AB arasında bir Ortaklık Anlaşması imzalandı. Bu Ortaklık Anlaşması'nın imzalamasının ardından Suriye Türkiye ile Serbest Ticaret Anlaşması (STA) imzalama konusunda yükümlülük altına girdi. Türkiye de Gümrük Birliği anlaşması gereğince AB'nin üçüncü ülkelerle imzaladığı ikili anlaşmaları imzalamak zorundadır. Bu bağlamda Türkiye-Suriye arasında Nisan 2004'te STA ile ilgili ilk tur müzakereleri Ankara'da başladı ve Ağustos 2004'te STA, Türkiye'nin Dış Ticaretten Sorumlu Devlet Bakanı Kürşat Tüzmen ve Suriye Ekonomi ve Dış Ticaret Bakanı Ghasan El Rıfai tarafından paraf edildi. Anlaşmanın imzalanması da 2004 yılı sonuna bırakılmıştı.
2000 yılından beri Türkiye dış ticaretinde ön plana çıkan “ iki ülke arasında ticaret hacmi ne kadar büyük olursa siyasi gerginlik çıkma olasılığı o kadar azalır” tezi Suriye-Türkiye ekonomik ilişkilerini hızlı bir iyileşmeye neden oldu. Bu gelişmeyi devam ettirecek bir STA'nın iki ülke arasında imzalanması Türkiye-Suriye ticaretinde yeni bir dönem başlatacaktır. Türk özel sektörü, önce Suriye, sonra da Suriye üzerinden Arap Dünyası'na açılıp yeni yatırım ve genişleme olanakları bulacak, Suriye ise ekonomik liberalleşme ve özel sektörün oluşturulması açısından tecrübeli komşusundan çok şey öğrenecektir.
Erdoğan'ın Suriye Ziyareti
17 Aralık'taki Avrupa Zirvesi'nde yoğun ve zor bir diplomasi savaşı veren Türkiye Başbakanı R.T. Erdoğan, zirvenin hemen ardından AB'nin güneye açılım politikasının bir parçası olan(4) STA'larından birini Suriye ile imzalamak üzere Suriye Başbakanı Naci Otri'nin resmi davetlisi olarak 22-23 Aralık 2004'te Suriye'ye bir ziyaret gerçekleştirdi. Üç bakan, on milletvekili ve yüzden fazla iş adamıyla birlikte gerçekleştirilen ziyaretin ilk amacı olan STA, 22 Aralık günü Türkiye Başbakanı Erdoğan ve Suriye Başbakanı Otri arasında imzalandı.(5) İmza töreni sonrası yapılan basın toplantısında “Kardeş Suriye halkını en kalbi selamlarımı iletirim” diyerek sözlerine başlayan Erdoğan, bu anlaşmayı Türkiye ve Suriye arasındaki ekonomik ve ticari birlikteliğin hukuki altyapısını oluşturan bir adım olarak nitelendirmiştir. Suriye dış ticaretinde AB ülkeleri ve Lübnan ile birlikte ilk beş sırada yer alan Türkiye için, STA'nın imzalanması Suriye'nin en önemli dış ticaret ortağı olma açısından büyük önem arz etmektedir. STA'nın imzalanmasından sonra gerek Başbakan Otri gerekse Devlet Başkanı Esad ile yapılan görüşmelerde dikkat çeken bir durum da, Türkiye'nin AB ilişkilerindeki gelişmelerden memnun olduklarını belirtmeleri oldu. Hatta Suriyeli yetkililer de çok yakın bir zamanda AB'ye komşu olabilme ihtimalilerin yarattığı bir heyecan da gözlenmektedir. Örneğin Suriye Enformasyon Bakanı Mehdi Dahlallah, Cihan Haber Ajansı'na yaptığı açıklamada Türkiye'nin AB üyeliğini desteklediklerini belirterek Türkiye'nin AB ve Arap ülkeleri arasında köprü rolü oynayacağını söylüyordu.
Ziyarette, STA dışında iki konunun daha ön plana çıktığı görüldü. Bunlardan ilki, su konusunda ihtilaflardan işbirliğine geçişin ilk adımlarının atılmasıdır. Dicle ve Asi nehirlerinin ekonomik yarar getiren faaliyetler için kullanılmasıyla ilgili ortak projeler yapılması konusunda anlaşmaya varıldı.(6) Bir Suriyeli gazetecinin “ Asi Nehri üzerinde, ortak bir baraj kurulacağı yönünde bilgiler aldık. Acaba, Suriye-Türkiye arasındaki su ihtilafı bitti mi?" sorusunu kasıtlı bulan Suriye Başbakanı Otri, “Biz bazı şeyleri geride bıraktık. Biz artık anlaştık ve bölgemizde ortak kalkınma istiyoruz. Şayet, Asi Nehri üzerinde ortak bir baraj kurulması bölgeyi kalkındıracaksa, biz bunu yaparız. İki ülke arasındaki sınır da eskiden tehlikeliydi. Şimdi sınırdaki mayınlar arındırılıyor ve o bölge tarıma açılıyor. Biz, halklarımızı birbirine kenetleyecek ve yaşam düzeyini artıracak projelerden yanayız." diyerek bir su sorununun iki ülke arasında olmadığını vurguluyordu. Su konusunda işbirliğinin sağlanması dışında İsrail-Suriye ilişkileri ve Filistin konusunda Türkiye'nin yakın gelecekte rol oynamak istediğini gösteren bazı gelişmelerde bu ziyaret sırasında ortaya çıktı. Erdoğan bu sorunları ve ABD'nin bölge politikasından kaynaklanan endişelerini Esad ve Otri ile olan ikili görüşmelerinde dile getirdi. Basın toplantısında da “Siyasetimiz düşman üretmek değil dost kazanmak” diyen Erdoğan'ın, Suriye ziyaretinden kısa bir süre sonra Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'ü İsrail'e yollayacak olması, bu konuda “Türkiye aracı mı olacak?” sorusunu akla getirmektedir. Bu arada basına kapalı yapılan görüşmelerde Kuzey Irak'taki Kürt varlığının yarattığı endişeler ve terör örgütü PKK-Kongra/Gel'e karşı işbirliği ile ilgili konular görüşüldüğü çeşitli kaynaklarca ifade edilmiştir.
Başbakan Erdoğan'ın iki günlük Suriye ziyaretini, birbirine coğrafi ve kültürel olarak yakın, ama siyasi ve ekonomik olarak uzun süre uzak kalmış iki halkın ve iki devletin, ortak çıkar ve ekonomik birliktelikler yaratarak tekrar bir araya gelmesine katkıda bulunan bir hamle olarak değerlendirebiliriz. İki ülke arasındaki bu yakınlaşma ve işbirliği, kanlı çatışmaların ve toplu katliamların olduğu, düşmanlıkların kışkırtıldığı günümüz dünyasında örnek alınması gereken siyasi bir olaydır. Bu arada ziyaret sırasında, ziyaretin genelindeki samimi ve sıcak havaya tesir etmesi de, bazı olumsuzluklar gözden kaçmadı. Türk heyeti Şam havaalanına geldiğinde Suriye bandosunun Türk Milli Marşı'nı kötü çalması, törende kullanılan Türk bayrağının resmi ölçülerde olmaması ve basın toplantısındaki Türk tercümanın Erdoğan'ı Türkiye Cumhurbaşkanı olarak sunması diplomatik becerisizlikten kaynaklanan ve ders alınması gereken örnekler oldu.
(1) Günümüzde Suriye’nin Lübnan, Ürdün, Suudi Arabistan, BAE, Umman, Fas, Cezayir, Tunus, Mısır ve Libya ile Serbest Ticaret Anlaşmaları mevcuttur. Suriye ayrıca 2005’te yürürlüğe girecek Arap Ülkeleri Serbest Ticaret Bölgesi’nin de üyesidir.
(2) Cezayir, Fas, İsrail, Kıbrıs, Lübnan, Malta, Mısır, Tunus, Türkiye, Suriye, Ürdün, Filistin Yönetimi
(3) Barselona’da, ortak ticaret bölgesinin 2010 yılına kadar gerçekleşmesi planlanmıştır.
(4) Türkiye’nin ekonomik anlamda Orta Doğu politikasında, en büyük ticari partneri olan AB’nin etkisi göz ardı edilemez. Fakat bu ziyaretin Türkiye’nin çok tarafı dış politikasının bir parçası olarak değerlendirilmesi gerekir.
(5) STA’ya göre anlaşmanın yürürlüğe girmesi ile birlikte, sanayi ürünlerinde Suriye menşeli ürünlerin Türkiye’ye ithalatında uygulanan vergiler kaldırılacaktır. Suriye tarafı ise, Türkiye menşeli ürünlerin Suriye’ye ithalatında uygulanan vergileri 12 yıllık bir geçiş takvimi çerçevesinde kaldıracaktır.
(6) Suriye Başbakanı Naci Otri’nin ülkenin kuzey doğusundaki 150 hektarlık araziyi sulamak için Dicle nehrinden su pompalanması teklifine Başbakan Erdoğan olumlu yanıt verdi. Asi nehrinin üzerine kurulacak baraj konusunda da görüşmelere başlanma kararı alındı.