"And I have found both freedom and safety in my madness, the freedom of loneliness and the safety from being understood, for those who understand us enslave something in us. But let me not be too proud of my safety. Even a Thief in a jail is safe from another thief. "

Khalil Gibran (How I Became a Madman)

Lübnan Marunîleri / Yasin Atlıoğlu

NEWS AND ARTICLES / HABERLER VE MAKALELER

Sunday, June 26, 2005

Lebanese Police released sketch of suspect in Hawi 's assassination

SOURCE: Ya Libnan

The Lebanese Police reported that two Japanese made cars were suspiciously moving in the vicinity of George Hawi's assassination scene in Beirut on Tuesday. They were filmed by a security camera of a nearby privately owned firm.

A sketch of a possible suspect in Hawi 's assassination was published in all the local Newspapers and shown on local TV .

The security Camera shows a green Honda Civic and a white Toyota van. They were provided by the police to the Beirut press. The cars were moving near the assassination scene before the deadly explosion went off and then returning to their original location after Hawi's assassination.

George Hawi was heading from his home in Wata Mosseitbeh neighborhood to Gondole cafe ( where Hawi always had breakfast) at Corniche Mazraa , a very busy commercial street in western Beirut, when a bomb, planted under the front, right hand side seat of his chauffeured dark blue Mercedes 600 went off, tearing the lower part of Hawi's body to pieces. His driver, Thabet Bezzi, survived with minor injuries.

The type and weight of the explosive is under debate. The local police has reported that the bomb is about 1 pound ( 454 Grams) while the FBI has reported a weight of 1200 Grams.

A police statement urged the public to watch out for the Honda Civic car and the Toyota van, releasing a series of photographs showing them in various positions between 9:30 and 9:50 am when the blast occurred. FBI experts that were called in to help determine the kind of explosives used in the lethal bombing have also been made aware of the taped films.

Friday, June 24, 2005

Lübnan'da Seçimler ve Siyasal Bölünmüşlük

Yasin Atlıoğlu

Lübnan’da 14 Şubat günü gerçekleşen Refik Hariri suikasti ile başlayan gelişmeler, Lübnan ve Orta Doğu tarihindeki hızlı dönüşümlerden birini ortaya çıkarmıştır. Hariri suikasti, Lübnan içinde ve dışında büyük bir tepkiye neden olmuş ve bu tepki kısa sürede ABD’nin de çabalarıyla Suriye’nin Lübnan’daki işgaline odaklanmıştır. ABD karar alıcılarının açıklamalarıyla Suriye’ye karşı tırmandırılan kriz, uluslararası baskı ve tehditler karşısında manevra alanı daralan Şam yönetiminin Suriye askeri güçlerini Nisan sonunda Lübnan’dan çıkarmasıyla sonuçlanmıştır. Böylece Lübnan uzun bir süre sonra Suriye askeri varlığı olmadan bir seçim sürecine girmiştir.

Tarih boyunca dış müdahalelere ve iç çatışmalara sahne olan Orta Doğu’nun istikrar yoksunu ülkesi Lübnan, bu gelişmelerle birlikte siyasi geleceği açısından yeni bir sayfa açmış oluyordu. Hariri suikasti sonrası Beyrut’ta yapılan Suriye karşıtı gösterileri, bölgedeki sivil demokratik devrimlerin bir parçası olarak gören ABD karar alıcıları, Lübnan’ı Orta Doğu’nun demokrasi adası olarak dünya kamuoyuna sunmuştur. Oysaki Suriye işgali karşıtlığı dışında pek fazla ortak paydası olamayan Lübnanlılar, dini, mezhepsel, siyasi ve ekonomik olarak derin bir parçalanmışlık içerisindedir. Bu parçalanmışlık Lübnan için tarihsel sürekliliği olan bir olgudur ve çoğu zaman uluslararası ilişkiler literatüründe toplumsal parçalanmışlık ve Lübnan (Lübnanlaşma) kelimeleri birbirlerinin yerine kullanılmaktadır. Bu çerçevede değerlendirildiğinde Lübnan’ın bütünlüğü ve istikrarı açısından 29 Mayıs parlamento seçimleri büyük önem taşımaktaydı. Lübnan’ın istikrarlı ve demokratik bir siyasal yapıyı kendi içerisinden çıkarması için bu seçimler bir başlangıçtır, uzun ve zorlu bir sürecin başlangıcıdır.

Lübnan’da Toplumsal Yapı ve Siyasallaşma

Birinci Dünya Savaşı sonrası Batılı büyük güçler tarafından sınırları çizilen Lübnan Devleti, içerisinde pek çok dini-mezhepsel grup (1) barındıran suni bir devlet olarak doğmuştur. Lübnan’da siyasi, sosyal ve ekonomik ilişkileri şekillendiren kurumsal yapılar ve çıkar grupları, mezhep, bölge, aşiret ve aile düzeyinde oluşan birlikteliklerin bir devamı niteliğindedir. Ülkede birbirlerine karşı güven eksikliği ve tarihsel düşmanlıklar besleyen bu yerel birliktelikler, Lübnan’da siyasetin doğal ve kültürel tabanını oluşturmaktadır. Lübnan iç siyasetini şekillendiren iki etken, mezhepsel gruplar ve feodal geleneklere sahip köklü ailelerdir. Lübnan’daki mezhepsel temelli ailelere bölünmüşlük, ülke siyasetinde kişiselliği beraberinde getirmiş ve bu durum bölünmüş olan toplumu daha da parçalamıştır. Bununla birlikte Lübnan coğrafyasında son iki yüzyıl boyunca dış güçlerin kolaylıkla ulus-altı bağları ve yerel birliktelikleri kullanarak ülkenin siyasal yapısını şekillendirebildikleri görülmektedir. Dış müdahaleye bu kadar açık bir ülkede, her yerel birliktelik siyasal iktidar paylaşımından pay alabilmek için ülke dışında güçlü müttefiklere ihtiyaç duymaktadır. Lübnan’da ulus-devlet modelinde istikrarlı bir siyasal sistemin kurulamamasının en önemli nedeni, ülkedeki toplumsal parçalanmışlık ve dış müdahalelere açık siyasi yapılanmadır.

Lübnan coğrafyası tarih boyunca dinsel ve mezhepsel açıdan pek çok gruba ev sahipliği yapmıştır. Günümüzde baskın mezhepsel grup ülkenin %30’dan fazlasını oluşturan Şiiler’dir. Şiiler genellikle sosyo-ekonomik olarak alt sınıf içerisinde yer alır. 1950’li yıllarda itibaren hızla nüfusu artan Şiiler, gün geçtikçe ülke siyasetinde daha fazla etkili olmak istemekte ve sosyo-ekonomik olarak üst sınıflara ulaşma çabası göstermektedir. Lübnan’da Asad ve Hamadeh aileleri gibi itibarlı Şii aileler olmakla birlikte Şiilerin asıl siyasal örgütlenmeleri Emel ve Hizbullah örgütleri aracılığıyla gerçekleşmektedir. Emel, 1970’lerde Musa Es-Sadr tarafından kurulmuş ve daha sonra Emel ve İslami Emel olarak ikiye bölünmüştür. Günümüzde Emel Örgütü, Lübnan Meclis Başkanı Nebih Berri öndeliğinde laik ve Suriye yanlısı bir yapıya sahiptir. Şiilerin diğer siyasal yapılanması olan Hizbullah ise 1982 yılında İslami Emel, Müslüman Ulemalar Birliği, Lübnan Davası ve Müslüman Öğrenciler Birliği’nin çabalarıyla kurulmuş İran ve Suriye’nin zaman zaman desteklediği bir örgüttür. Fakat Hizbullah’a sadece dış destekli bir örgüt olarak bakmamak gerekir, örgüt Lübnanlı Şiilerin ülke içindeki çıkarları ile İran ve Suriye’nin dış politika amaçlarını örtüştüren bir yapı içerisinde faaliyet göstermektedir. Örgütün kuruluş yıllarındaki öncelikli iki amacı, İsrail’i Lübnan’dan çıkarmak ve İran’ı model alan bir devlet yapısını oluşturmaktı. 1980’li yıllarda özellikle Beyrut’ta ABD ve Fransız temsilcilikleri hedef alan terörist saldırılarla adını dünyaya duyurmuştur. Hizbullah’ın ruhani lideri Hüseyin Fadlallah, siyasi lideri (Örgüt Genel Sekreteri) ise Şeyh Seyyid Hasan Nasrallah’dır. Lübnan ordusundan sonra ülkedeki en büyük silahlı güç Hizbullah’dır.

Lübnan’ın ikinci önemli mezhepsel grubu, Marunîlerdir. Cemayel, Chamoun, Bustani, Franjiye gibi Marunî aileler, Lübnan siyasetinde uzun süre etkili olmuşlardır. Marunîler ekonomik olarak da ülkenin üst sınıfı içinde yer alırlar. Marunîleri en köklü siyasi örgütü, 1936 yılında Pierre Cemayel tarafından kurulan Falanjist Parti (Lübnan Ketaip Partisi) dir. Örgüt kurulduğundan beri içerisinde Lübnan Kuvvetleri (Forces Libanaises-FL) adlı silahlı milis gücünü barındırmaktadır. Bu milis gücü İsrail ordusuyla birlikte 1982'de Sabra ve Şatilla kamplarında yüzlerce Filistinli mülteciyi katletmiştir. Falanjist Milis´lerin günümüzdeki lideri, 11 yıldır Lübnan´da hapis yatan Samir Geagea’dır. 1990’da Suriye’ye karşı yenilgiye uğrayarak Fransa’ya sürgün edilen General Michel Aoun Falanjistlerin diğer önemli lideridir. 7 Mayıs 2005’te Lübnan’a geri dönmüştür. Chamoun ailesinin Liberal Partisi de Lübnan siyasetinde etkili bir siyasal güçtür. Partinin lideri, ABD’de yaşayan Dory Chamoun yapmaktadır.

Sünni Müslümanlar 500 bini geçen nüfuslarıyla Lübnan üçüncü büyük grubudur. Sünni cemaat Kerami, Selam, Sulh ve Hoss gibi feodal aileler aracılığıyla Lübnan siyasetinde etkin olmuştur. Sünni ailelerin liderleri, ılımlı karakterleriyle genellikle Lübnan siyasetinde dengeleyici bir unsurudur. Kerami ailesinin Arap Kurtuluş Partisi ve Selam ailesinin Reform Öncüleri Partisi önemli Sünni siyasi oluşumlardır. Ilımlı Sünni ailelerin dışında Müslüman Kardeşlerin Lübnan uzantısı sayılan İslam Cemaati ve 1982 İsrail işgalinden sonra Şeyh Said Şa'ban'ın liderliğinde kurulan İslâmi Tevhid Hareketi, Sünni Müslümanlar arasındaki radikal örgütlenmelerin en önemlileridir. İslam Tevhid Hareketi, Sünni tabanına rağmen İran yanlısı bir çizgidedir.

Lübnan siyasetinin önemli diğer bir unsuru da Şuf Dağı bölgesinde yoğun olarak yaşayan Dürzîlerdir. Müslümanlık içinde heterodoks bir topluluk olarak görülen Dürzîler, Lübnan siyasal sitemi tarafından Müslümanlık içinde kabul edilir. Canbulat ve Arslan aileleri de en ünlü Lübnanlı Dürzi ailelerdir. Hıristiyanlar içinde diğer kayda değer topluluklar Grek Ortodokslar ve Grek Katoliklerdir. Marunîlerle sürekli çatışan Grek Ortodokslar, Arap milliyetçiliğine yatkın bir siyasi çizgiye sahiptir. Güney Lübnan’da yaşayan Grek Katolikler ise İsrail ile yakın işbirliği içinde hareket etmektedir. Antone Lahad önderliğinde Güney Lübnan Ordusu adında askeri bir örgüte sahiptirler. Güney Lübnan Ordusu, Hizbullah’ın Güney Lübnan’daki en önemli düşmanı ve İsrail’in bölgeden çekilmesiyle ortaya çıkan önemli bir sorun kaynağıdır. Lübnan’da az sayıda bulunan Ermeniler de Taşnak Partisi altında örgütlenmiştir.

Seçimler Lübnan’a Ne Getirir?

Lübnan’daki toplumun bölünmüş yapısını ve oluşan güç odaklarının çeşitliliğini kısaca gördükten sonra Hariri suikasti sonrası gelişen olayların ışığında 29 Mayıs Lübnan parlamento seçimlerini değerlendirmeye çalışalım. Seçimler Lübnan’a demokrasi ve istikrar mı getirecek yoksa eski iç savaş günlerini geri mi getirecek?

Günümüzde Lübnan’da uygulanan siyasal sistemin işleyişini belirleyen iki belge vardır: Ulusal Pakt (1943) ve Taif Anlaşması (1989). Maruni ve Sünni ailelerin temsilcileri tarafından kabul edilen Ulusal Pakt, 1932 nüfus sayımına dayanan bir siyasal yönetim şekli benimsemiş ve Lübnan’daki karmaşık siyasal yapının temellerini oluşturmuştur. Buna göre Cumhurbaşkanı Maruni, Başbakan Sünni, Meclis başkanı ise Şii olacak ve bu durum bir süreklilik arz edecekti. Parlamentoda temsil oranı ise Hıristiyan ve Müslümanlar arasında Hıristiyanların lehine 6/5 oranın da gerçekleşecekti. Lübnan’daki iç savaşı sonuçlandıran Taif Anlaşması ise Lübnan siyasal sistemini şekillendiren ikinci belgedir. Taif Anlaşması ile Maruni Cumhurbaşkanının yetkileri azaltılıp bir kısmı yetkiler Sünni başbakana bırakılmıştır. Parlamentodaki vekil sayısı 99’dan 128’e çıkarılmış ve Hıristiyanlarla Müslümanlara eşit kontenjan verilmiştir. Hıristiyanlara verilen 64 sandalyenin dağılımı 34 Maruni, 14 Grek Ortodoks, 8 Grek Katolik, 5 Ermeni Ortodoks, 1 Ermeni Katolik, 1 Anglikan, 1 küçük azınlıklar şeklindedir. Müslümanlara verilen 64 sandalye ise 27 Sünni, 27 Şii, 8 Dürzi, 2 Nusayri şeklinde dağılmaktadır. Taif Anlaşması (2) iç savaşı bitirip ülkeye görece bir istikrar getirse de Lübnan’ın geleceğini üzerinde kuracağı siyasal yapıyı oluşturamamıştır. Özellikle Lübnan’da günümüzdeki demografik gerçeklerle temsil oranı kesinlikle uyuşmamaktadır.

29 Mayıs’ta başlayan ve dört turlu yapılan seçimler, 19 Haziran’da Saad Hariri önderliğindeki Suriye karşıtı ittifakın 128 üyeli parlamentoda 74 sandalye kazanmalarıyla sonuçlandı. 35 yaşındaki Saad, genç ve deneyimsiz bir politikacı olmasına rağmen 14 Şubat’ta suikast sonucu ölen ve Lübnan’da kısa sürede ulusal kahraman haline gelen babası Refik Hariri’nin bıraktığı mirası iyi değerlendirmiş, İlerici Sosyalist Parti´nin lideri Velid Canbulat, Falanjist Milis´lerin lideri Samir Geagea, Maruni lider Solange Cemayel gibi isimlerin desteğini alarak Suriye karşıtı ittifakı zafere taşımıştır. Saad’ın, baba mirası Müstakbel Partisi’nin lideri olarak seçime girmesi seçim başarısının en önemli sebeplerinden biridir. Müstakbel Partisi, Lübnan’da bütün kesimleri kucaklayan ve hemen her mezhepten üyesi olan bir denge partisidir. Partinin bu konudaki en önemli avantajı, suikasta kurban giden eski liderinin seçkin Sünni ailelerden gelen bir siyasetçi değil bağımsız bir işadamı ve kirlenmemiş bir şahsiyet olarak her kesim tarafından sempati ile algılanmasıdır. Aslında Saad seçim sonrası ilk açıklamasında her şeyi babama borçluyum derken içinde bulunduğu durumu net bir şekilde ortaya koyuyordu. 29 Mayıs seçimleriyle Lübnan siyasetinin zirvesinde dolaşmaya başlayan Saad’ın, ülkenin iç ve dış sorunları ve siyasal bölünmüşlük karşısında babasının birleştirici misyonuna ne kadar sahip olduğunu ise zaman gösterecek.

Suriye karşıtı ittifak dışında seçimde başarı kazananlar, Hizbullah-Emel ittifakı ve Marunî Michel Aoun olmuştur. Hizbullah-Emel ittifakı, Güney Lübnan’daki 23 sandalyenin tamamını ve toplamda da 35 sandalye ele geçirerek ülkenin geleceğinde etkin bir güç haline geldi. Seçimlerin sürpriz ismi ise Suriye yanlısı gruplarla (Suriye yanlısı Dürzî Celal Arslan) birlikte seçime giren Michel Aoun oldu. Üçüncü turda Marunî ve Dürzîlerin yoğunlukla yaşadığı seçim bölgesinden 21 sandalye çıkaran Michel Aoun’un seçim başarısı Velid Canbulat’ın tepkisine neden oldu ve Velid Canbulat Aoun’u Suriye karşıtı ittifakı bölmekle suçladı. Bunlarla birlikte seçim sırasında (2 Haziran’da) Lübnanlı gazeteci Semir Kesir’in, seçimin hemen ardından (20 Haziran) Lübnan komünist partisinin eski lideri George Hawi’nin bombalı suikastlar sonucu öldürülmeleri, gözleri yine Beşşar Suriyesi’nin üzerine çevirmiş ve Lübnan’ın geleceği konusunda kuşkuları arttırmıştır. ABD karar alıcıları “Suriye’nin Lübnan’daki ölüm listesi” gibi haberlerle dünya kamuoyunda Suriye’yi hedef haline getirmeye devam etmektedir. Fakat Lübnan’ın yeniden yapılandırılmasında, siyasi ve ekonomik güçten yoksun ve uluslararası baskılar arasında sıkışmış bir Suriye’den daha fazla etkili ve sorun olabilecek iç dinamikler söz konusudur.


Lübnan’ın Geleceğinde İki Sorun: Michel Aoun ve Hizbullah

Mayıs ayının başında Lübnan siyasetinin tanıdık bir ismi, Falanjist Milis´lerinin eski komutanı General Michel Aoun Lübnan’a döndü ve önce seçiminde muhalefet mensubu olarak adaylığını koyacağını sonra da yeni dönemde ulusal uzlaşma sağlanırsa cumhurbaşkanlığına aday olabileceğini dile getirdi. Fransa’ya yakın bir isim olan Aoun’un Lübnan’a dönüşü ve hakkındaki suçlamaların kalkması Fransa Cumhurbaşkanı Chirac ve Saad Hariri ortak girişimleriyle sağlandı. Seçimler sonrası yeniden oluşacak parlamentonun, Cumhurbaşkanı Emil Lahud’u istifaya zorlayacağı beklendiğinden siyasi çevreler tarafından Aoun’a geleceğin muhtemel cumhurbaşkanı olarak bakılıyordu. Fakat seçimler öncesi oluşan siyasi ittifaklar, dünya kamuoyuna en azından kısa bir süre için bu öngörünün gerçekleşmeyeceğini düşündürdü.

Lübnan’ın siyasi zemini o kadar kaygan bir yapıya sahiptir ki kişisel ve ailesel çıkarlar çoğu zaman siyasal etiğin ve tutarlılığı önüne geçmektedir. Suriye ile savaşması sonucu 14 yıl Fransa’da sürgün hayatı yaşan Aoun, Lübnan seçimleri öncesi Suriye yanlısı gruplarla işbirliği içine girmiş ve seçimlerin üçüncü turunda kazandığı beklenmedik zaferle Suriye karşıtı ittifakı heyecanlandırmış ve özellikle Velid Canbulat çok kızdırmıştır. Hatta Canbulat, Aoun’u ülkeyi iç savaş günlerine geri götüren Suriye’nin bir maşası olarak nitelendirmiştir. Aslında Aoun, uzun yıllar Suriye’nin işgaline karşı savaşmış ve geçen yıl Canbulat birlikte Suriye karşıtı bir cephe oluşturmuştur. Canbulat’ı bu kadar kızdıran asıl neden, Dürzî feodal aileleri içinde en büyük rakibi olan Aslan Ailesi ile Aoun’un ittifak yapması ve bölgesinde seçimi kazanmasıdır. Aoun’un ise Suriye yanlısı olduğunu söylemek Lübnan’ın siyasi dengeleriyle örtüşmemektedir ve Aoun, hala Fransa’nın Lübnan’daki en önemli kozu sayılabilir. Son iki yüzyıldır Lübnan üzerinde Marunîleri kullanarak nüfuz oluşturan Fransa, yakın gelecekte cumhurbaşkanı olacak gibi gözüken Michel Aoun sayesinde eski nüfuzuna kavuşma çabası içine girebilir. Aslında Lübnan iç siyasetindeki bazı mücadeleler ülke dışındaki güç odaklarının mücadelesinin bir yansıması şeklindedir. Fransa’nın da Lübnan’daki en önemli rakibi (veya ortağı) küresel güç ABD olacaktır. ABD, Lübnan siyasetinde ılımlı Sünniler ve Dürzî aileler üzerinden siyaset izlemeye çalışmaktadır. Amerikan karar alıcılar için Lübnan politikasında ilk hedef, İsrail’in güvenliğini sağlamak ve Lübnan’dan gelecek radikal tehdit unsurlarını yok etmektir. ABD karar alıcıları, Lübnan’ın kendilerine yakın Saad Harir iktidarıyla (veya ılımlı Sünni başka bir aile veya kişi) yönetilmesi ve siyasal istikrarın sağlanması için Aoun’un cumhurbaşkanı olması gibi tavizleri Fransa’ya verebilir. Bunlarla birlikte ABD ve Fransa’nın Lübnan’ı algılayışları farklılıklar içermektedir. Örneğin Hizbullah’a bakış açıları arasında büyük farklar ortaya çıkar. Fransa’ya göre Hizbullah Lübnan siyasetinin bir parçasıdır, ABD’ye göre terörist bir örgüttür. Bu noktada ABD’nin ve Fransa’nın arasına Güney Lübnan’da çok iyi örgütlenmiş asker-siyasi bir güç olan Hizbullah girebilir.

Hizbullah, 1992 seçimlerinden beri parlamentoda sandalye sahibi olarak siyasallaşmaya çalışan bir örgüttür. Hizbullah’ın son seçim öncesi Lübnan parlamentosunda 12 milletvekili vardı. Örgüt siyasallaşma çabalarıyla birlikte kurduğu El Şehit Vakfı aracılığıyla açtığı okul ve hastanelerle sosyal yaşamda da etkin bir güç olmak istemektedir. Hizbullah, aynı zamanda Al-Manar televizyon kanalı ve An-Nur radyo kanalı aracılığıyla propaganda faaliyetlerini güçlendirip medyayı da etkin şekilde kullanmaktadır. Uzun yıllar İsrail için ciddi bir güvenlik tehdidi olan Hizbullah, 1999’da İsrail’in Lübnan’dan çıkmasıyla Lübnan’daki popülaritesini ve desteğini artırmıştır.

Hizbullah, son seçimlerin ikinci turunda Güney Lübnan’daki 23 sandalyenin tamamını alarak bölgede siyasi gücü olarak alternatifsiz olduklarını ortaya koymuştur. Ülke genelinde Hizbullah-Emel ittifakı 35 milletvekili çıkarmış ve kurulacak hükümete karşı etkin bir siyasi rakip profili çizmiştir. Hizbullah İsrail’in güvenliği bağlamında bakan ABD ise seçimlerin ardından Beyaz Saray sözcüsü Scott McClellan ağzından Hizbullah’ın terörist bir örgüt olduğunu ve hemen silahsızlanması gerektiğini söylemiştir. Hizbullah lider kadrosu ise Güney Lübnan üzerinde İsrail tehdidi olduğu sürece silahsızlanmayı kabul etmeyeceklerini söylemektedir.

Ne Olacak Bu Lübnan’ın Hali?

Lübnan’da 33 yıl sonra Suriye askeri olmadan yapılan bu seçimler, görünüşte umut verse de Birleşmiş Milletler denetiminde bir nüfus sayımı gerçekleşmeden yapılan seçimlerin çok adil ve kalıcı sonuçlar ve istikrarlı bir siyasal yapı ortaya çıkaracağı söylenemez. Özellikle ülkede çoğunluk olan Şiilerin nüfusları ile orantılı temsil edilmedikleri ve gelecek seçimlerde yoğun genç Şii nüfusun da oy kullanması Lübnan siyasal sisteminin sorgulanmasına ve ciddi bir siyasi kaosa neden olabilir. Fransız mandası döneminde Lübnan’da oluşturulan siyasal sistem, günümüzdeki sorunların temel çıkış noktasıdır. Büyük güçlerin Lübnan’ı Orta Doğu’nun demokrasi adası sunmak yerine Lübnan’daki siyasal sistemin aksayan yönlerinin üzerine gidilmesi ve sisteme yönelik acil reformların yapılmasını desteklemeleri gerekmektedir. Fakat Lübnan’ın Batılılar için bölgedeki tarihsel vizyonu ve Lübnan siyasetçilerinin siyasal sistemden kaynaklanan sorunları bir kenara bırakan kişisel veya ailesel çıkara dayalı iktidar anlayışları düşünüldüğünde reform yönünde umutlar başlamadan bitmektedir.

Küresel güç ABD ve Fransa’nın bölgedeki stratejik hedefleri açısından Aoun’un cumhurbaşkanlığıyla Saad’ın başbakanlığı tatmin edici bir başarı olarak görülebilir. Dış güçlerin ülke siyasetine etkisinin bu kadar normalleştiği ve siyasal bölünmüşlüğün olduğu bir ülkede mutluluklar ve istikrar hep suni olacak, iç çatışma ve kaos şüphesi Lübnanlıların kafasında büyük bir yer işgal edecektir. Bakalım Orta Doğu’da yakın gelecek bize neler getirecek: Irak’ın Lübnanlaşmasını mı, yoksa Lübnan’ın Iraklaşmasını mı?

(1) Lübnan’da etnik yapı açıdan bir parçalanmışlığı söz konusu olduğu söylenemez, halkın %90’dan fazlası Araptır. Günümüzde 4 milyona yakın nüfusa sahip olan Lübnan’ın dini yapısının %70’ini Müslümanlar, %30 civarını Hıristiyanlar oluşturmaktadır. Müslüman nüfusun içinde İmamiye Şiileri ve Sünnilerle birlikte heterodoks topluluklar olan Nusayriler, İsmaililer, Dürzîleri de değerlendirilmiştir. Hıristiyan nüfus içindeki başlıca mezhepler ise Maruniler, Grek Katolik, Grek Ortodokslardır.

(2) Lübnan’daki son parlamento seçimlerinde, seçim bölgelerinin dağılımı ve kontenjanlar Taif Anlaşması’na göre belirlendi. 29 Mayıs’ta Beyrut’ta (19 sandalye) başlayan seçimler, 5 Haziran’da ülkenin güneyinde (23 sandalye) ve 12 Haziran’da merkezdeki Lübnan Tepesi bölgesinde (35 sandalye) sürdü, 19 Haziran ise kuzey (28 sandalye) ve doğuda (23 sandalye) yapılarak tamamlandı.

Tuesday, June 21, 2005

Lebanese minister of justice: Hawi's assassination made by remote- controlled explosion

SOURCE: Arabic News

Lebanese minister of justice Khaled Qabbani said that the explosion which claimed the life of the former secretary general of the Lebanese communist party George Hawi today in Wata al-Mseitbeh area in Beirut was controlled by remote control.

Security sources expected the explosive to have had been placed under Hawi's seat in the car. Witnesses said that the car completed its running after the explosion for 300 meters and they heard the driver shouting and then he jumped from the window, injured, while George Hawi's was suffering great damage in his stomach.

The witnesses added that Hawi was alive the moment he was taken out of the car, but he died immediatly after because his injuries were very grave.

Worthy mentioning that Hawi was an opposition for the policies of the Lebanese government and some of Syria's policies. However, he was known for his moderate attitude in calling for a new phase of reciprocated respects between the two states.

Monday, June 20, 2005

New Syria Acts, Looks Like Old Syria (Ronald Bruce St John- Foreign Policy In Focus)

Nuray Başaran'ın Ferid Gadiri Röportajı 2

Kaynak: Akşam Gazetesi 20 Haziran 2005

Suriye'yi Türkiye gibi yapmak istediklerini belirten Ferit Kadri,'11 yaşında İstanbul'a geldiğimde gittiğim lunaparkı unutamıyorum. Suriye'nin Türkiye gibi laik bir ülke olmasını istiyorum' diyor. Eylülde rejim karşıtlarını aynı çatı altında buluşturacak bir hükümet konseyi kuracaklarını belirten Ferit Kadri, 'Çok yakın' dediği devrimin renginin 'Beyaz', adının ise 'Özgürlük' olacağını da ilk defaNuray Başaran'a açıklıyor.

Bu süreçte Suriye yönetiminin baskısını hissediyorsunuzdur. Bunun için ne yapıyorsunuz?
Tabii ki, hem de oldukça fazla. Fakat Suriye'de çok cesur insanlarımız ve gizli çalışmak zorunda kalan, yeraltı grupları olarak niteleyebileceğimiz insanlarımız var. Çalışmalarımızı tabii ki kapalı, yani gizli bir temelde yürütüyoruz.

Ne zaman yeryüzüne çıkacaksınız?

El Cezire, El Arabiya ve diğer birçok televizyon kanalı ve gazetelere çıktım, görüşlerimi ilettim. Şu anki yönetim yanlısı Suriye gazeteleri de bana her zaman saldırdı. Ben, basın tarafından saldırıya uğrayan tek muhalefet lideriyim. Suriye halkı benim, partimin ve çalışmalarımızın farkında, bizi tanıyorlar. Fakat daha fazlasını yapmalıyız, bunun da farkındayız. Programımızı, Suriye vizyonumuzu halka daha fazla anlatmalı ve anlamalarını sağlamalıyız. Halkın bize hizmet etmek için değil, bizim onlara hizmet etmek için var olduğumuzu anlatmamız lazım.

Baskıyı hak ediyor

Suriye uluslararası anlamda giderek sıkışıyor. Türkiye ve uluslararası camia siyasi baskıyı artırırsa, bu durum Suriye halkının sizi daha fazla fark etmesine ve yeryüzüne çıkmanıza katkı sağlayabilir mi?

Uluslararası baskı uluslararası camia istediği için değil, Suriye bunu istediği için mevcut. Suriye'nin pozisyonundan dolayı hak ettiği bir baskı var. Öncelikle Suriye halkının hem Türkiye'den hem de uluslararası camiadan daha fazla baskı talep ettiğini söyleyebilirim. Ben de bu durumu anlatmak için 21 Haziran'da ülkenizde bir konferans vereceğim. Ülkenize geldiğimde, Türkiye'nin uluslararası toplumla hareket etmesi, Suriye'nin bir diktatörlük olduğunu ve Türkiye için en iyisinin Şam yönetimine baskıyı artırması olduğunu söyleyeceğim. Çünkü demokrasi, ekonomi, ticaret ve özgürlük her iki taraf için de şart. Ülkemde bir rejim değişikliği için gerçekleşecek devrim, Türkiye dahil uluslararası baskının artması ile daha kolay ve halkım için de daha acısız olacaktır.

Türkiye'de ve tüm dünyada Amerikan yönetiminin, Suriye'ye her an bir müdahale gerçekleştirip gerçekleştirmeyeceği sorusu soruluyor. Siz neden Amerikan topraklarındasınız? Böyle bir müdahaleden korkmuyor musunuz ve halkınız için burada ne istiyorsunuz?

1975 yılında buraya geldim ve Amerikan vatandaşıyım. Burada yaşadığım 30 yıl içinde Suriye'ye hep çok sık gitmek istedim. Burada anayurdumun demokrasiye geçişi için çabalıyorum. Onlar da Başkan Bush'un demokrasi çağrısında bulunduğunu biliyorlar. Bizler de demokrasinin Suriye'ye gelmesi için Washington'un önemli bir rol oynadığını biliyoruz. Benim burada yapmak istediğim şey, Suriye'ye demokrasinin getirilmesine katkıda bulunmak ve önderlik etmek. Biliyorsunuz ki, Bush yönetiminin de Ortadoğu'ya demokrasi ve özgürlük getirmek gibi bir söylemi var.

Suriye'ye bir müdahale konusunda ise, bizler ABD'nin Suriye'yi işgal etmesini istemiyoruz. Bizler mevcut Suriye yönetimine baskı koyuyoruz ve bu konuda ABD'den destek alabiliriz.

Zamanı geldiğinde gideceğim

Bedelini de ödemek dahil, her şeyi göze alarak hedeflerinizde yol alabilecek ve bahsettiğiniz devrimi gerçekleştirebilecek misiniz? Yeterince cesur musunuz?

Evet, evet, evet! Eğer Suriye topraklarına adım atarsam hükümet beni öldürecektir. Çünkü ben rejim değişikliği istiyorum ve Suriye'deki hukuka göre rejim değişikliği isteyenler ölümle cezalandırılırlar. Ama Suriye'ye demokrasinin getirilmesi için elimden gelen bir şey varsa ve bunun için Suriye'ye girmek durumundaysam; evet giderim.

Peki o zaman ne zaman?

6 ila 8 ay içerisinde.

Devrim ve sonrası için hazır mısınız?

Suriye halkı bu devrime hazır. Otokrasiden demokrasiye geçişte bir konsey oluşturmak için bir hazırlık yapıyoruz. Eylülde yapacağımız toplantıda bir geçici hükümet konseyi oluşturacağız.

Suriye halkı için neyi hayal ediyorsunuz?

Oldukça basit bir hayal. Her Suriyelinin Suriye pasaportu taşımasından dolayı onur duymasını istiyorum. Bunun ne kadar basit bir hayal olduğunu düşünün. Fakat çok derin bir anlamı var; kendine güveni, ekonomik rahatlığı ve daha iyi bir yaşamı içeriyor aslında bu basit hayal. Hayalimde Suriye'yi Türkiye gibi laik, özgür ve demokratik bir ülke yapmak var. Ülkem Türkiye gibi olmalı. 11 yaşında İstanbul'a geldiğimde ilk kez bir lunaparkı görüp oyuncaklara binmiştim. Onu unutmam mümkün değildi. Siyasetçi ve lider olunca da Türkiye'nin özgür, demokratik ve laikliğiyle tanıştım. Bunu unutmam ülkem için mümkün değil.

Sunday, June 19, 2005

Nuray Başaran'ın Ferid Gadiri Röportajı 1

Kaynak: Akşam Gazetesi 19 Haziran 2005

Esad devrilirse yerine gececek

Suriye'nin yeni lider adayı Ferit Kadri, ülkesinde yapmayı planladığı devrimi ve ayrıntılarını AKŞAM Ankara Temsilcisi Nuray Başaran'a anlattı. Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad'ı devirmeye çalışan Reform Partisi'nin başkanı olan Ferit Kadri, 6-8 ay içinde, Gürcistan, Ukrayna ve Kırgızistan'da olduğu gibi Suriye'de de yeni bir devrimin gerçekleşeceğini öne sürdü. Suriye'de rejim muhalifleri idama mahkum edildikleri için ABD'de yaşayan ve sorularımızı da Washington'da Mandarin Oteli'nin lobisinde yanıtlayan Ferit Kadri, küçük yaşlarda ayrıldığı ülkesine kurtarıcı olarak dönme heyecanını şimdiden yaşadığını ve devrimin koşullarının oluşmaya başladığını öne sürdü. 21 Haziran'da Türkiye'ye geleceğini ve konferans vereceğini belirten Ferit Kadri, uluslararası camianın Suriye'ye baskısını artırması halinde devrimin daha da erken ve kolay olabileceğini söyledi. 'Suriye Halkı, Türk halkı neye sahipse onu istiyor' diyen Ferit Kadri, AKŞAM'ın sorularını şöyle yanıtladı

Suriye'deki rejimin muhalifi olan bir partinin genel başkanısınız. Öncelikle Suriye'nin geleceğini nasıl görmek istiyorsunuz?

Öncelikle ve en başta Suriye'yi demokratik bir ülke olarak görmek istiyoruz. Suriye'yi, problemleri çözmek için bir araç olarak şiddeti kullanmayan ve yaymayan, İsrail de dahil, tüm komşularıyla iyi geçinen, uluslararası toplumla karşı karşıya olmayan ve barışçıl bir ülke olarak görmek istiyoruz. İşte bu bizim Suriye vizyonumuz. Halkımızı refaha ulaştırabileceğimiz, Irak, Lübnan ve Türkiye ile ekonomik ilişkiler kurabileceğimiz bir ülke

Özgürlük istiyoruz

Halk bu saydıklarınızı şu an hükümetten talep ediyor mu ya da tüm bunları ne kadar hissediyor ve sizin bu isteklerinizi ne kadar algılıyor?

Baskı altındaki bir toplumdaki insanlara 'kapalı düşünceli' insanlar denir. Dünyaya söyledikleri, içlerinde, eve gittiklerinde düşündüklerinden daha farklıdır. Dolayısıyla Suriye halkı dünyaya 'biz iyiyiz, sorunumuz yok' diyor, fakat evlerine gidip kendi içlerine döndüklerinde, daha iyi bir Suriye, demokrasi ve özgürlük isteklerini dile getiriyorlar. Çok iyi biliyoruz ki, halkın çoğu Suriye'yi tam anlamıyla demokratik bir ülke olarak görmek istiyor ve bu ülkenin yönetimine katılımda bulunmak istiyor. Türk halkının Türkiye'de sahip olduğu şekilde katılmak istiyorlar yönetime. Suriye halkı, Türk halkı neye sahipse ona sahip olmak istiyor: İfade özgürlüğü, barış, liderlerini seçme özgürlüğü ve Türkiye'de demokrasinin getirdiği ne varsa o.

Söylediklerinizden anladığım kadarıyla, Suriyeliler de kalplerinde terörizmi desteklemiyor. Pekiyi halk, evlerindeki bu düşünceleri ne zaman sokağa yansıtabilir?

Size bir örnek vereceğim: Bugün, evinde daha fazlasını karşılayamadığı için sadece ekmek ve zeytin yiyen Suriyeli bir aileyi düşünelim. Bu ailenin babası, oğlu ya da kuzeni evinde Filistin sorunu hakkında konuşuyor. Ancak eğer bu adama bugün sahip olduğu şeylerden daha fazlasına sahip olabilme şansı verilse; örneğin kendi işine sahip olabilse, daha iyi bir yaşam sahibi olma şansı olsa; bu adam ya da kuzenleri, gelirleri hakkında, kendi işini geliştirmek için insanlarla neler yapabileceklerini, Türkiye ile ekonomik ilişkilerin ne kadar önemli olduğunu konuşacaktır. Yüzlerce kilometre ötedeki kendileriyle ilgili olmayan bir meseleden bahsetmeyecektir. Dolayısıyla biz, insanlara böylesi ekonomik fırsatların ve özgürlüklerin verilmesi gerektiğine inanıyoruz. Ancak bu şekilde şiddete destek vermeyeceklerdir. Şu an Suriyelilerin bir kısmı terörizme destek veriyorsa, bunun sebebi bir geleceklerinin olmamasıdır. Onlara bir gelecek umudunun olduğunu göstermeliyiz. Bunu bir kere yaparsak bir çok şey değişecek.

Bunları Suriye halkına anlatabilmek ve bu ümitleri yeşertebilmek mümkün mü? Örneğin, Suriye'de bunları söyleyebiliyor musunuz ve halkın ne kadarı partinizin bu söylemlerine itibar gösterip, algılıyor?

Öncelikli olarak, kendi ülkemizi ve milletimizi yeniden inşa etmemiz gerektiğini ve onu korumamız gerektiğini anlatmaya çalışıyorum ve bunları anlamaya da başladılar. Bunun, başkalarını savunmadan önce daha önemli olduğunu da düşünmeye başladılar. Bence, Suriye halkının fikrini değiştirmeye başladık ve iyi, olumlu sonuçlar da alıyoruz.TV programlarına, gazetelere birçok defa çıktım. Halktan, gerçek Suriyeliden aldığım tepkiler çok olumlu. İnsanların onlara söylediklerimi dinlediklerine ve algıladıklarına inanıyorum.

Devrimin 4 şartı oluştu

Yaptığınız çalışmalar ve anketlere göre Suriye halkının yüzde kaçı, yani ne kadarı size destek veriyor?

Bu sorunun cevabını vermeden önce kısa bir ön açıklama yapmak istiyorum. Suriye'de 'devrim, karşılaştırmalı devrim' üzerine okuyan insanlar var; Lenin Devrimi, İran Devrimi, Fransız Devrimi gibi devrimleri inceliyorlar. Bu insanların görüş birliği olduğu noktalardan biri, bir devrimin gerçekleşmesi için 5 şartın mevcut olması gerektiği.

İlk olarak, istihbarat ve haberlerin rejime karşı olması gerekiyor. Son bir buçuk, iki yıldır, Suriye istihbarat ve haberlerinin rejim karşıtı olmaya başladıklarını görüyorum. İkinci şart, ekonomik sıkıntı. Suriye'de önemli düzeyde ekonomik sorun, borç ve sıkıntı yaşanıyor. Üçüncü şart, gençler. Ülkedeki genç insanların, daha iyi bir yaşam için umut görememeleri. Suriye'de her yıl kolejden mezun olan 300 bin genç var ve bunlardan ancak 100 bini iş bulabiliyor. Geriye kalan 200 bin genç ise işsiz ve umutsuz kalıyor. Ve bu genç insanlar bir devrim için çok önemli bir faktörü oluşturuyor; çünkü korkusuzlar, kaybedecek hiç bir şeyleri yok, cesurlar ve genelde devrimi harekete geçiren asıl unsur gençlerdir. Suriye'deki gençlerin çoğu bugün bir devrime başlamaya hazır. Çünkü bugünkü Suriye'de ne bir işleri ne de geleceğe dair umutları var.

Dördüncü şart, elitlerdir. Suriye'de şu an elitlerin kopması, ayrılması söz konusu. Suriye'de iki çeşit elit var. İlki, tanınmış, kalıcı ve geçmişten gelen bir isimleri olan aileler, ki bunlar rejimi desteklerler genelde. İkincisi ise geleneksel olarak zengin olan ve iş yaşamında güçlü olan Sünni aileler. Bugüne baktığımızda, tanınmış ve geçmişten gelen aileler rejime karşı ciddi anlamda seslerini yükseltiyor. Aynı şekilde iş yaşamında ön planda olan Sünni aileler de Suriye hükümetinin AB ile işbirliği ve ekonomik antlaşmaları yapamamasından dolayı hükümete çok kızgınlar ve ciddi eleştirilerde bulunuyorlar. Bu iki elit grubunun rejimi desteklememesi de bizce devrime giden yolda önemli bir adım.

Beşinci şart ise, ikincil bir otoritenin mevcudiyeti. Yani alternatif bir yönetimin ortaya çıkmasını sağlama gereği. 1979 yılında İran'da halk Humeyni'nin resimlerini duvarlara astığında çoğunluk onun kim olduğunu bilmiyordu. Umursamıyorlardı da. Ancak resimleri asmaya devam ediyorlardı.

Çünkü tek istedikleri şey Şah'ı göndermekti. Yani Suriye'de ikinci bir otorite ya da alternatif yok. Sorulması gereken soru ise, Suriye'de bunun kısa zamanda nasıl oluşacağı, ortaya çıkacağı. İşte bu nokta, benim görevimin bir parçası.

Suriye içinde de bir program ve plan yürütüyoruz tabii ki. Bu programın temel amacı da halkın gözünde ikinci bir otorite ya da tercih yaratmak. Bu program da 6 ile 8 ay içerisinde Suriye içinde yayılacak ve görülmeye başlanacak. Bu süre sonrasında halk bir alternatif ve seçenek olduğunu görecek ve devrim süreci de bundan sonra harekete geçecek.

Wednesday, June 15, 2005

Suriye’de İslami Muhalefet Uyanıyor Mu?


Yasin Atlıoğlu

14 Şubat’ta Hariri’nin öldürülmesiyle ABD önderliğindeki uluslararası camianın siyasi ve diplomatik baskısına maruz kalan Beşşar Esad Suriyesi, Nisan sonunda askerlerinin tümünü Lübnan’dan çektikten sonra çok kısa bir dönem rahatlama imkânı bulduysa da Mayıs başında ortadan kaybolan Kürt kökenli din adamlarından Şeyh Muhammed Maşuk el Haznevi’nin 20 gün sonra Deyr üz Zor eyaletinde ölü bulunması ve Kamışlı merkezli meydana gelen toplumsal şiddet olaylarıyla iç siyasette sıkıntılı günler yaşamaya başlamıştır. Bütün bunlarla birlikte ülkede demokratik reform sürecine katkı yapılacağı düşünülen Baas kongresi öncesi, yasaklanmış bir örgüt olan Müslüman Kardeşler Örgütüyle ilişkilendirilen tutuklamaların yoğunlaşması Suriye’de İslami muhalefet olgusunu tekrar gündeme taşımıştır. Öncelikle Şeyh Haznevi’nin öldürülmesi olayını ve Suriye’de İslami muhalefet olgusunu değerlendirmeye çalışalım.

Şeyh Haznevi’nin Öldürülmesi ve Suriye’de İslami Muhalefet

Kamışlı’daki İslam Merkezi’nin başkanı olan Şeyh Muhammed Maşuk el Haznevi, Nakşibendî Haznevi tarikatının ileri gelenlerinden biri olup Suriyeli tanınmış bir din adamıdır. 8 Mayıs tarihinde İslami Etütler Merkezi’ni ziyaret için başkent Şam’a giden Haznevi ortadan kaybolmuş ve kendisinden uzun süre haber alınamadıktan sonra 1 Haziran’da cesedi Deyr üz Zor eyaletinde bulunmuştur. Haznevi’nin öldürülmesinin kısa bir süre sonra Şam yönetimi, Yasin Matar El Hindi ve Muhammed Matar El Abdullah isimli iki şahsın cinayetin sanıkları olarak yakalandığını ve olayın siyasi bir cinayet olmadığını açıklamıştır. Haznevi’nin ölümünden Suriye Askeri İstihbaratını ve Şam yönetimini sorumlu tutan Suriyeli Kürtler ise, başta Kamışlı olmak üzere Kürtlerin yoğun yaşadığı yerleşim birimlerinde protesto yürüyüşleri gerçekleştirdi. Kamışlı’da çıkan olaylarda, biri polis beş kişi hayatını kaybederken birçok bina hasar görmüştür. Kamışlı merkezli gelişmeler akıllara 12 Mart 2004’te Kürt-Arap çatışması şeklinde başlayan Kamışlı Olaylarını getirmiş ve 2004’teki olayların bir devamı niteliğinde rejime karşı milliyetçi bir Kürt isyanı başlıyor izlenimi vermiştir. Oysaki Suriye’deki son siyasal gelişmeleri tek bir olaya indirgemeden genel bir incelemeye tabi tutuğumuzda olanlar bizi farklı noktalara götürmektedir.

Haznevi’yi sahiplenerek Suriye yönetimi karşıtı protesto gösterileri organize eden Suriye içindeki ve dışındaki aşırı Kürt milliyetçisi gruplar (özellikle Yekiti Partisi ve PKK-KADEK yanlısı Demokratik Birlik Partisi), gösterileri ve çatışmaları otoriter Suriye yönetimine karşı direnen Suriyeli Kürtlerin özgürlük mücadelesi olarak dünya kamuoyuna yansıtmak istedi. Şeyh Haznevi de tarikat yapılarının ve mezhepsel aidiyetin güçlü olduğu Kürt toplumunu harekete geçirecek bir sembol olarak kullanmak istendi. Bütün bunlarla birlikte Haznevi’nin Kürt etnik kimliğine sahip olmasının dışında din ve tarikat önderi vasfının itibar ve statüsünü belirlemede ağır bastığını vurgulamakta yarar vardır. Yine son zamanlarda Müslüman Kardeşler örgütü başta olmak üzere İslamcı Hareketlerin Suriye’de canlandığına dair Batılı basında çıkan haberler ve Haznevi’nin ölümünden önce yurtdışına çıkıp Londra’da Müslüman Kardeşler Örgütü'nün lideri Ali Sadreddin El Bayanuni ile görüşmesi olayının başka boyutları da olabileceğini göstermektedir. Bu olayla paralellik arz eder şekilde Mayıs ayında Müslüman Kardeşler örgütüyle bağlantısından dolayı birçok tutuklama olayı gerçekleşmiştir. Özellikle Cemal Attasi Forumunun (Jamal Atasi Forum for Democratic Dialogue in Syria) üyesi olan iki gazeteci (Hüseyin El Audat ve Ali Abdullah) Suriye güvenlik güçleri tarafından tutuklanmış ve tutuklanma nedeni Ali Sadreddin El Bayanuni’nin gönderdiği mesajı forumun toplantısında okumak suretiyle yasaklı bir örgüt olan Müslüman Kardeşlerin propagandasını yapmak olarak açıklanmıştır. Haziran başında ise Suriye polisi ile Şam’da bombalı eylemlere girişmek üzere oldukları iddia edilen radikal İslamcı bir terörist grubun silahlı çatışmaya girmesi ve çatışmada bir polis iki teröristin ölmesi ortamı oldukça germiştir. Birbirini takip eden olaylar arasındaki benzerlikleri ve Müslüman Kardeşler bağlantısını tesadüflerle açıklamak yeterli değildir. Görünen o ki Hafız Esad’ın 1982’deki Hama Katliamı ile uzun bir süre susturmayı başardığı Müslüman Kardeşler örgütü tekrar canlanma çabası içerisinde veya öyle gösterilmek isteniyor. Müslüman Kardeşler örgütünün günümüzdeki Suriye rejimi için ne anlam ifade ettiğini daha iyi anlamak için örgütü tarihsel bir süreçte inceleyelim.

Müslüman Kardeşler Örgütü (Cemiyet-i İhvan-ı Müslimin)

Müslüman Kardeşler Örgütü, 1930’lu yıllarda Hasan el-Benna tarafından Mısır’da kurulan ve İslamı çıkış noktası alan cemiyet tarzı bir oluşumdur. Müslüman Kardeşlerin Suriye kolunun ilk örgütlenmesi ise Mısır’da öğrenci olarak bulunan Abdülgani el-Hamid tarafından Hama merkezli gerçekleştirilmiştir. Fakat Suriye Müslüman Kardeşler Örgütünün asıl kurucusu, 1944 yılında örgütün başkanı (Murakıp el-Am) seçilen Mustafa Es-Sıbai’dir. Örgüt, 1950’li yıllarda popüler Pan-Arabizm söylemine rağmen Sünni Müslümanlar arasında önemli bir siyasi tabana sahip oldu ve Suriye parlamentosuna 1947 seçimlerinde 3, 1951 seçimlerinde 33 üye sokmayı başardı. Siyasi dengeleri sürekli değişen Suriye’de 1957’de örgütün yeni lideri olan İsam el-Attar, Suriye rejimi tarafından 1963’de Almanya’ya sürüldü. Suriye Müslüman Kardeşleri, 1960’lı yılların sonunda Attar’ın otorite kuramaması, örgüt içi çekişmeler ve Baas Hareketi’nin Suriye’de güçlenmesi sonucu bir bölünme sürecine girdi. Sertlik yanlıları ve ılımlılar arasındaki mücadele sonucu örgüt, 1970’li yıllarda İsam el-Attar (Şam), Mervan Hadid (Hama) ve Abulfettah Ebu Gudde (Halep) önderliğinde üç parçaya bölündü. Baas iktidarına karşı silahlı mücadele yanlısı olan ve Nusayri liderlere yönelik suikastlar planlayan Hadid 1976 yılında Hafız Esad yönetimi tarafından yakalandıktan sonra cezaevinde açlık grevi sonucu öldü. 1975 yılında Adnan Saadettin örgütün genel murakıbı seçilmesine rağmen örgüt içi bölünmüşlük 1981 yılına kadar devam etmiştir.

Müslüman Kardeşler Örgütü’nü, kendi içindeki bölünmüşlüğe rağmen ortak bir hedef uğrunda mücadeleye iten olay Suriye tarihinde ilk kez bir Nusayri’nin devlet başkanı olması oldu. Hafız Esad, 1973 Anayasası’na dayanan siyasi yapıyı kullanarak ve ülke nüfusunun %12’sini oluşturan mensubu olduğu Nusayri azınlığın askeri-sivil bürokraside yerini güçlendirerek Suriye’de otoriter bir rejim kurmuştu. Nusayri azınlığın temsilcisi olarak Hafız Esad’ın devlet başkanı olması, tarih boyunca Nusayrileri siyasi, sosyal ve dini olarak aşağılayan ve sapkınlıkla suçlayan Sünniler üzerinde psikolojik bir şok yaratmıştır. Hafız Esad, iktidarının ilk yılları Nusayriliğin özelde Şiiliğin genelde Müslümanlığın gerçek bir kolu olduğunu iddia ederek Sünnilerin çoğunlukta olduğu bir toplumda kendini ve mezhebini meşrulaştırma çabası içine girmiştir.

İslami referans alan bir siyasi söyleme sahip olan Müslüman Kardeşler Örgütü’nün lider kadrosu, din dışı saydıkları Nusayri azınlığın yönetimini yıkma iddiasıyla silahlı mücadele kararı almıştır. Örgüt, rejime karşı verdikleri mücadeleyi esaret altında tutulan Müslüman (Sünni) çoğunluk ile kâfir Nusayri azınlık arasındaki savaş (cihad) şeklinde tanımlıyordu. Esad rejimine karşı sistematik bir silahlı mücadeleyi başlatan olaylar zinciri 1976’da başladıysa da 1979 yılındaki şiddet eylemleriyle rejimi tehdit eder boyutlara ulaştı. En kanlı olaylardan biri 16 Haziran 1979’da Halep Topçu Okulunda meydana gelen silahlı saldırı sonucu çoğu Nusayri olan 32 askeri öğrencinin öldürülmesidir. Halep Katliamına Esad’ın cevabı cezaevlerindeki 15 örgüt üyesini idam etmek oldu. O dönem Arap dünyasının liderliğine oynayan Esad’a göre Müslüman Kardeşlerin arkasında Mısır Devlet Başkanı Enver Sedat ve İsrail vardı. 1979 Ağustos’unda Müslüman Kardeşlerin Nusayri liderlere yönelik başlattığı suikastlar zinciri, Haziran 1980’de Esad’a kadar ulaşmıştır. Kendisine yönelik düzenlenen başarısız suikasta Esad’ın tepkisi çok sert oldu. Öncelikle Müslüman Kardeşler Örgütüne üyeliği idam cezası olarak öngören bir kanun (49 nolu kanun) çıkarıldı, ardından ise Esad’ın emri üzerine Rıfat Esad komutasındaki Savunma Birlikleri, Palmira Hapishanesi’ndeki 550 Müslüman Kardeşler üyesi tutukluyu öldürdü. Palmira Katliamı olarak anılan bu olayın ardında Kasım ayında Sünni İslami muhalefeti birleştiren “Suriye İslam Cephesi” Müslüman Kardeşlerin önderliğinde kuruldu. Cephenin oluşturulmasında Said Havva, Adnan Saadettin ve Muhammed Ebu’n Nasr El-Bayanuni’nin önemli etkileri oldu. Cephenin kurulmasından güç alan Müslüman Kardeşler şiddet eylemlerine ve silahlı saldırılara devam etti.

Hafız Esad yönetimi ile Müslüman Kardeşler arasında süren mezhepsel kökenli çatışma, modern Suriye tarihinin en kanlı sayfalarından birinin yazıldığı Şubat 1982’de Hama’da doruk noktasına ulaştı. Hama’da Suriye Ordusu ile İslamcı muhalefetin silahlı çatışması şeklinde başlayan olaylar, Müslüman Kardeşlerin başlattığı bir ayaklanmaya dönüşmüş ve bir ay (2-28 Şubat) kadar sürmüştür. Çok şiddetli geçen çatışmalar ve Suriye Ordusunun topyekün Şehri bombalaması sonucu tahminlere göre 5 ila 25 bin kişi (çoğu Hama Halkından) öldü. Hafız Esad’ın rejimi tehdit eden Müslüman Kardeşlere yönelik en şiddetli tepkisi, 20. yy.ın en büyük katliamlarından biri olarak tarihe geçti. Bu olaydan sonra örgüt içinde önemli parçalanmalar meydana geldi ve uzun süre Suriye’de Müslüman Kardeşler muhalefetinden ciddi manada bahsedilemedi.


Beşşar Esad Rejimi Tehlikede Mi?

ABD, Orta Doğu politikaları çerçevesinde Suriye’yi diplomatik telkinler ve ekonomik yaptırımlarla baskı altında tutmaya ve uluslararası alanda yalnızlaştırmaya çalışmaktadır. Bunlarla birlikte ABD, Suriye içinde Beşinci Kol faaliyetlerini de sürdürerek Beşşar yönetimine alternatif olacak muhalif grupları ortaya çıkarma uğraşı içindedir. Öncelikle Ferid Gadiri adlı Suriyeli işadamını kullanarak rejim muhaliflerini Washington merkezli örgütleme çabasına giren ABD’li karar alıcılar, Ferid Gadiri’nin Suriye içinde yeterince etkinlik sahibi olmamasından dolayı Beşşar’a karşı güçlü bir siyasi alternatif üretemedi. Son aylarda Mısır’daki siyasal gelişmelere paralel olarak Suriye Müslüman Kardeşlerinin de Suriye siyaseti için bir alternatif olarak gösterilmesi ABD yönetimi ile Müslüman Kardeşlerin bağlantısını gündeme getirdi.

ABD yönetimindeki bazı çevreler göre, Amerikan dış politika çıkarları ve Genişletilmiş Orta Doğu Projesi gibi eylem planları dâhilinde bölgede demokrasi ve siyasal çoğulculuk artırılması için toplumsal tabanları güçlü olan İslami Hareketlerin totaliter Orta Doğu rejimlerine karşı muhalefet olarak siyasetin içine çekilmesi gerekmektedir. İslamcı Grupların demokratik seçimlere katılma yoluyla iktidara aday olmaları teşvik edilirse ılımlılaşacakları düşünülmektedir. Bu bakış açısına göre Orta Doğu’da laik bir yapıda olmasa da geniş tabanlı bir demokrasi oluşturulabilir. (Demokrasiyi sadece çoğunluk hâkimiyeti olarak düşünürsek bu düşünce doğru bir sonuç olabilir) Suriye’de demokratik değişim için önerilen yol da nüfusun çoğunluğunu oluşturan Sünniler üzerinde politika geliştirip Suriye siyasetinde etkin bir Sünni muhalefet oluşturmaktır. Sünni muhalefetin devlet ve ordu içindeki Sünni subayları da harekete geçirerek Beşşar Esad iktidarının kolayca devrilebileceği hesaplanmaktadır. Suriyeli Sünnilerin ülke tarihindeki tek ciddi siyasal organizasyonu uzun süre ülke siyasetinde gözükmeyen Müslüman Kardeşler’dir. Soğuk Savaş döneminde İslami Hareketlere karşı otoriter Orta Doğu rejimlerinin koruyucusu olan ABD yönetimi, bu planlamalar dahilinde Müslüman Kardeşler ile iletişim kurmaktadır. Ali Sadreddin El Bayanuni liderliğinde Londra merkezli hareket eden örgüt, ABD’nin diyalog teklifini olumlu karşılamış ve Suriye’de etkin olmak için bir fırsat olarak görmüştür.

ABD’nin Orta Doğu’yu demokratikleştirme söylemi içerisinde üretilen tüm bu planlamaların nasıl sonuç vereceğini ülkelerin kendine özgü şartları içinde değerlendirmek gerekmektedir. 1979–1982 yıllarında Müslüman Kardeşlerin rejimi zorla değiştirme çabaları Hafız Esad’ın sert müdahaleleri ile sona ererken, Esad rejimi kanlı çatışmaların izlerini ve aşırı İslamcı muhalefetin gölgesini günümüze kadar sürekli üzerinde hissetmiştir. Soğuk Savaş sonrası dönemde Hafız Esad, uluslararası yalnızlığını yenmek ve ülkesinde bütünleştirici bir ulus kimlik oluşturma adına 1995 yılında bir af çıkarıp Suriye Müslüman Kardeşler lideri Abdülfettah Ebu Gudde (1997’de ölmüştür) ile Şam’da görüştüyse de bunlar Esad’ın pragmatik siyaset anlayışının sonuçsuz hamleleri olarak değerlendirmek gerekir. Ali Sadreddin El Bayanuni de 2000 yılındaki Suriye’deki iktidar değişiminden sonra yaptığı açıklamada “Rejim herkesin geri dönebileceğini söylese de, dönenlerin çoğu güvenlik güçlerinin şantaj, eziyet, tutuklama ve aşağılamalarına maruz kalıyor” diyordu. Müslüman Kardeşler üyeleri için Suriye’deki Nusayri ağılıklı rejim her zaman mezhepçi, baskıcı ve otoriterdir, rejime bakışlarını şekillendiren temel olay da Hama Katliamıdır. Günümüzde Suriye’yi yöneten Beşşar Esad ve çevresindeki yönetici elit ise, Müslüman Kardeşler adını 1980’lerde rejimi -nüfusun çoğunluğu olan Sünnileri kullanarak- yıkmaya çalışan bölücü bir terör örgütü olarak algılanmaktadır. Bu algılayış şekli yüzünden Beşşar’ın, rejimin yaşaması ve istikrarı için kesinlikle Müslüman Kardeşlerin ülke içinde faaliyet göstermesine izin vermeyeceği ve onlarla her türlü yöntemi kullanarak mücadele edeceği söylenebilir. Şam yönetimine göre Müslüman Kardeşlerin Suriye siyasetindeki varlığı, ülkede mezhepsel temelli çatışma ve siyasi kaosu beraberinde getirebilir. Örgüt, Suriye’nin şu anki laik rejimi için önemli bir tehlikedir. Demokratik reform adına Beşşar’ın önemli adımlar atacağı düşünülen Baas’ın son kongresinden siyasi partiler izin verilmesi yönünde karar çıksa da dini ve etnik temelli partiler izin veremeyeceği şartının konması özellikle Müslüman Kardeşler gibi İslami oluşumlara yönelik bir önlemdir. Beşşar, babasından miras kalan eski tüfek siyasi elitin de tesiriyle Müslüman Kardeşleri en azında ülke içinde denetim altında tutmak isteyecektir. Beşşar’ın Lübnan’dan çıkarken gösterdiği yumuşaklığı Müslüman Kardeşleri gibi rejimi direkt tehdit eden bir gruba karşı göstermeyeceği söylenebilir.

Sonuç

ABD yönetimi Müslüman Kardeşleri muhtemelen Beşşar Esad’a karşı sadece bir baskı ve yıpratma unsuru olarak kullanmaktadır. Çünkü Suriye’de Müslüman Kardeşlerin iktidara gelme olasılığı bile gerek ABD’nin dış politika çıkarları açısından gerekse bölgedeki dengeler açısından uyumsuz bir sonuç olacaktır. Başta ABD’nin sürekli stratejik ortağı İsrail güvenliği açısından yanı başında radikal İslamcı kökenlere dayalı bir Suriye’yi istemeyecektir. Şii İslam etkin olduğu İran ve Irak da Sünni-Şii rekabeti açısından tepki gösterecektir. Suriye’de Müslüman Kardeşlerin böyle bir siyasi başarısı bölgedeki radikal İslamcı hareketleri canlandıracak ve laik devlet yapısıyla Türkiye’yi rahatsız edecektir.

Sonuç olarak Müslüman Kardeşlerin şu an ve yakın bir gelecekte Suriye siyasetinde Beşşar Esad iktidarıyla birlikte yer alabilmesi zor gözüküyor. Fakat ABD’nin kısmen bile olsa desteğini alan örgüt rejim muhaliflerini tek bir çatıda toplayıp Suriye siyasetine ülke dışından tesir etme kapasitesine sahip olabilir. Müslüman Kardeşlerin tesir edebildiği iç siyasi yapı ve uluslararası alandaki yalnızlıkla birleşince Beşşar Esad için işlerin daha da zorlaşacağını söyleyebiliriz.

Saturday, June 11, 2005

Suriye'de Terörist Lider Öldürüldü

Şam yakınlarında çıkan çatışmada iki terörist öldürüldü – bir terörist tutuklandı. Güvenlik güçlerinin çok sayıda silah ele geçirdiği de haber veriliyor.

“El-Şam Cihat ve Tevhit” adlı terör örgütünün lideri Ebu Ömer öldürülenler arasında bulunduğunu bildirdi. Çatışmalarda bir de güvenlik görevlisi hayatını kaybetti.

Yetkililer, terör örgütünün, Şam’daki Adalet Sarayını bombalamaya hazırlandığını açıkladı.

Saturday, June 04, 2005

Impatient for Assad to Go, Washington Made Much of Routine Syrian Scud Test

SOURCE: DEBKAfile
Last week, Syrian test-fired one elderly Scud B (200km range) and two Scud D (700km range) missiles, capable of delivering air-burst chemical weapons. Syria’s missiles are routinely tested every summer. This time, Damascus took particular care to aim the missiles southwest, so as not to mistakenly hit US forces operating in the al Qaim province on the Iraqi side of its border. The Scud B broke up and shed debris over Turkey

All the same, The New York Times and the US State Department, confirming the Israeli report of the test, made a big fuss. The State Department spokesman scolded the Assad regime, calling the test “one more example of Syria being out of step with what’s going on in the rest of the region.” He said the US had long accused Syria of seeking to acquire weapons of mass destruction and the ability to deliver them, while Iraq and Lebanon were focused on political and economic development.