"And I have found both freedom and safety in my madness, the freedom of loneliness and the safety from being understood, for those who understand us enslave something in us. But let me not be too proud of my safety. Even a Thief in a jail is safe from another thief. "

Khalil Gibran (How I Became a Madman)

Lübnan Marunîleri / Yasin Atlıoğlu

NEWS AND ARTICLES / HABERLER VE MAKALELER

Saturday, January 21, 2006

2005 Yılında Suriye ve Lübnan’daki Siyasi Gelişmelere Genel Bir Bakış


Yasin Atlıoğlu


Orta Doğu’da, coğrafi ve tarihsel ortaklıklarından kaynaklanan siyasi ve ekonomik etkileşimi ve bağımlılığı karşılıklı olarak üst düzeyde yaşayan devletlerden ikisi Suriye ve Lübnan’dır. 2005 yılında Orta Doğu siyasetine yön veren olayların bir çoğu, her iki ülke ile doğrudan ilgili idi. Irak’ta ABD işgali, direniş ve yeniden yapılanmanın yarattığı yoğun gündeme rağmen yıl içinde zaman zaman Suriye ve Lübnan odaklı gelişmeler dünya kamuoyunun ilk sıralarına tırmandı.

Yılın en önemli olayı, 14 Şubat 2005 tarihinde Lübnan eski başbakanı Refik Hariri’nin bombalı bir suikast sonrası öldürülmesi oldu. Suikast sonrası gelişen süreç, Suriye’nin maruz kaldığı uluslararası baskı ve tecrit politikasını yoğunlaştırdığı gibi Lübnan iç siyasetinde de önemli değişikliklere yol açtı. Hariri suikastı sonrası Lübnan’da yapılan Suriye karşıtı gösteriler, ABD kaynaklı haberlerin yönlendirmesi ile dünya kamuoyuna “Sedir Devrimi” olarak sunuldu. Bununla birlikte oluşan uluslararası ortam, Suriye’nin Nisan ayı sonuna kadar askeri birliklerini Lübnan’dan çekmesini sağladı. Böylece Lübnan Mayıs ayı sonunda uzun yıllar sonra Suriye kontrolü dışında özgür bir genel seçim gerçekleştirdi. Fakat 2005 yılında Lübnan’daki suikastlar Hariri’nin öldürülmesiyle sınırlı kalmadı ve Suriye karşıtı Lübnanlılara arka arkaya düzenlenen suikastlar yıla damgasını vurdu.

2005 yılında Hariri suikastı ve suikastın yol açtığı süreçte Suriye ağır bir uluslararası baskıya maruz kalsa da Beşşar Esad yönetiminin ülke içindeki siyasi ve ekonomik reform politikaları dahilinde aldığı kararlar dikkate değerdir. Reform konusunda en önemli hamle, Haziran 2005’te beş yıl aradan sonra gerçekleşen Baas Partisi Ulusal Kongresinde önemli siyasal reform kararları alınması oldu. Gerek kongreden çıkan kararlar gerekse uluslararası alandaki gergin ortam, 2005 yılında Suriye muhalefetini oluşturan ülke içinde ve dışındaki grupların manevra alanını genişletti ve dış politik ortamın da desteğiyle Beşşar Esad iktidarına karşı birlikte eylem yapma yeteneklerini arttırdı.

2005 yılı Türkiye-Suriye ilişkileri açısından önemli bir yıl oldu. Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 2004 yılının son günleri gerçekleştirdiği Suriye ziyaretiyle iki ülke arasında en üst düzeyde sürdürülen iyi komşuluk ve işbirliği politikası, Nisan ayında Türkiye Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in ziyaretiyle sürdürülse de bu ziyaret, ABD yönetiminin doğrudan tepkisini ve Türk-Amerikan ilişkilerinde ciddi bir kriz sürecini beraberinde getirdi. Yılın ikinci yarısında ise Türkiye Başbakanı Erdoğan’ın İsrail ve ABD ziyaretleri sonunda Türk-Amerikan ilişkilerindeki gerginlik yumuşamakla birlikte Türkiye-Suriye ilişkilerinin duraklama dönemine girdiği görülmektedir.

2005 yılında Suriye ve Lübnan’da olan gelişmeleri dört ana başlık altında inceleyeceğiz. İlk bölümde Hariri Suikastı ve BM soruşturma sürecindeki olaylar ele alınacaktır. İkinci bölümde Lübnan’daki Sedir Devrimi, Lübnan genel seçimleri, yeni iç siyasi dengeler ve ülke içindeki suikastlar üzerinde durulacaktır. Üçüncü bölümde Baas Partisi’nin Ulusal Kongresi’ndeki reform çabaları ve Suriye muhalefeti değerlendirilecektir. Son bölümde ise bölgedeki uluslararası gelişmeler ışığında Türkiye-Suriye ilişkileri incelenecektir.

Hariri Suikastı ve BM Soruşturma Süreci

Lübnan eski Başbakanı Refik Hariri, 14 Şubat 2005 günü başkent Beyrut’un merkezindeki Saint George Hoteli’nin önünde düzenlenen bombalı bir suikast sonucu öldürüldü. 300 kilo TNT türü patlayıcının kullanıldığı bombalı saldırıda, Hariri ile birlikte 15 kişi öldü, 100 yakın kişi yaralandı.[i] Suikasti, Hariri’nin Suudi Arabistan ile olan bağlarından rahatsızlık duyduğunu söyleyen Ahmed Teysir Ebu Ades adlı bir kişi “Suriye ve Lübnan’da Cihad ve Zafer Örgütü” adına üstlendi.[ii] Suikastı ilk kınayanlardan biri Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad oldu.[iii] Aslında Ebu Ades dışında herkes suikasti farklı sözcükler kullanarak lanetledi ve duyduğu rahatsızlığı belirtti. Hariri, Suudi Arabistan yönetimi ile yakın ilişkilere sahip bir iş adamı olmakla birlikte 1992 yılından itibaren Lübnan siyasetinin içinde etkin olarak yer alan siyasi bir isimdi. Hariri, siyasi geçmişinde Suriye yönetimiyle genellikle iyi geçinmiş bir kişilik olmasına rağmen Ağustos 2004’te yapılan anayasa değişikliğiyle Suriye yanlısı Maruni devlet başkanı Emil Lahud’un üç yıllığına tekrar devlet başkanı seçilmesine tepki olarak Ekim ayında başbakanlık görevinden istifa etti. İstifasından sonra Lübnan’daki Suriye karşıtı muhalefetle birlikte hareket etmeye başlayan Hariri, Mayıs 2005’te yapılacak genel seçimlere muhalefetin en güçlü adaylarından bir olarak hazırlanıyordu.[iv]

Suikastin ardından dünya kamuoyunun gündemine ilk gelen şüpheliyse, ABD’nin siyasi ve ekonomik olarak dünyadan tecrit etmeye çalıştığı ve Lübnan’da işgalci devlet pozisyonunda bulunan Suriye oldu. Suikasta en hızlı tepkiyi veren ABD, İsrail, Fransa üçlüsü suikasti kınayan açıklamaların ardından Suriye’nin Lübnan’daki askeri varlığının sona erdirilmesi gerektiğini belirti. Üç devletin ortak isteğinin hukuki gerekçesini Eylül 2004’te BM Güvenlik Konseyinde çıkan 1559 nolu karar oluşturuyordu. Bu karar Suriye’nin Lübnan’daki askeri ve siyasi varlığını sona erdirmesini ve Hizbullah’ın silahsızlanmasını öngörüyordu.[v] Bununla birlikte ülke dışındaki açıklamalardan da cesaret alan Lübnan içindeki Suriye karşıtı muhalefet, Lübnan’daki en önemli sorunun Suriye’nin askeri ve siyasi varlığı olduğunu söyleyerek suikastin sorumlusu olarak Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad’ı ve Lübnanlı siyasileri gösterdi. Suriye’ye karşı bu suçlamaları farklı yerlerde ve farklı kişilerin ağzından yıl boyunca ifade edilmeye devam etti.

Hariri Suikasti’nin ardından ABD’nin Suriye’deki büyükelçisi Margaret Scobey’i geri çekmesi ve ABD karar alıcılarının Suriye karşıtı açıklamaları, olayı bir suikast boyutundan çıkarıp Suriye’nin Lübnan’daki askeri varlığını sona erdirme çerçevesinde şekillenen bir kriz yönetiminin parçası haline getirdi. Suriye yönetimi uluslararası baskı, tehdit ve taleplere olumlu cevap verdi ve askerlerini hızlı bir şekilde Lübnan’dan çekti. Beşşar Esad’ın uzlaşmacı tavrında, Suriye devletini ABD’nin yapabileceği bir askeri saldırıdan koruma kaygısı olmakla birlikte ılımlı yönetici kişiliğinin ve işbirliğine yatkın dış politika anlayışının etkisi olduğu söylenebilir. Beşşar’ın Lübnan’a karşı ılımlı dış politika anlayışının en önemli göstergesi, 2000 yılında İsrail’in Güney Lübnan’dan çekilmesinden sonra 30 bin olan asker sayısını 2001 ve 2002’deki çekilmeler sonucu 2003 yılında 20 bine ve Ekim 2004 sonrası da 14 bine kadar düşürmesi oldu. Geride kalan 14 bin Suriye askerin tamamı ve Suriye istihbarat birimleri Nisan 2005 sonuna kadar Lübnan’ı terk etti. Suriye’nin Lübnan’daki varlığını sona erdirmesiyle dünya kamuoyunda Beşşar yönetiminin siyasi olarak zayıflayacağı ve iç baskılar sonu yıkılabileceği düşünceleri sıkça vurgulanmaya başlandı. Oysa ki Suriye halkı için Lübnan gibi milli bir davada uğranan mağlubiyete rağmen Beşşar Esad sanıldığı kadar kolay yıkılamayacağını ve ülkedeki siyasi güç merkezlerini iyi kontrol edebildiğini gösterdi. Beşşar 2005 yılındaki ilk ciddi krizini taviz vererek ama iktidarını kaybetmeden atlatmayı başardı. Bununla birlikte Hariri suikastı sonucu büyük devletlerden gelen uluslararası soruşturma talepleri, BM Güvenlik Konseyi’nin aldığı kararla soruşturma komisyonunun kurulmasıyla karşılandı ve bu soruşturmanın başlatılması Beşşar yönetimi için dış politikada yeni baskı ve krizlerin ilk habercisi oldu.

BM düzeyinde oluşturulan soruşturma komisyonu, Haziran ayının sonunda Alman Savcı Delvet Mehlis başkanlığında çalışmalarına başladı. Soruşturmanın ilk aşamasında BM komisyonu başkanı Mehlis, olayla ilgili güvenlikten sorumlu Lübnanlı görevlilerle yaptığı görüşmeler sonunda suikastin patlayıcı yüklü bir kamyonetle gerçekleştirildiğini açıkladı ve Lübnanlı yetkililer tarafından yürütülen soruşturma sonucunda olay yerindeki kanıtların ortadan kaldırılmasını eleştirdi. Hatta Mehlis, Lübnan Cumhurbaşkanı Emil Lahud'un Cumhuriyet Muhafız Alayı'nın komutanı Mustafa Hamdan'ın temizlik emrini verenler arasında olduğunu söyledi. Ağustos ayında çalışmalarına hız veren BM komisyonu, öncelikle Suriye yönetimini suikast konusunda işbirliğine yanaşmamakla suçluyordu. ABD'nin BM'deki Daimi Temsilcisi John Bolton da Suriye’nin suikastle ilgili işbirliğine yanaşmayan tutumunun kabul edilemez olduğunu söylüyordu.Ağustos ayının sonundaki en önemli gelişme ise Hariri suikasti soruşturması çerçevesinde beş Lübnanlı’nın gözaltına alınması oldu. Eski İç Güvenlik Kuvvetleri Başkanı Ali el Hac, eski istihbarat şefi Cemil el Said ve eski askeri istihbarat başkanı Raymond Azar 30 Ağustos’ta tutuklandı. Diğer iki isim olan Suriye yanlısı Cumhurbaşkanı Emil Lahud'a bağlı Cumhurbaşkanlığı Muhafızlarının eski komutanı Mustafa Hamdan ve eski milletvekili Nasır Kandil ise güvenlik güçlerine teslim oldu. BM komisyonu tarafından sorguya çekilen Nasır Kandil serbest bırakılırken Lübnan Başbakanı Fuat Siniora, diğer dört generalin “Hariri suikastının zanlıları olarak” gözaltına alındığını açıkladı.[vi] Gözaltına alınan beş isim, Suriye yönetimine yakınlığıyla biliniyordu ve bu gelişme yine eleştirileri Suriye’nin üzerine çevirdi. Bölgede ortam gerilirken ve Suriye’ye yönelik uluslararası baskı artarken Suriye yönetimi 12 Eylül’de gerginliği azaltıcı bir manevra gerçekleştirdi ve soruşturma boyunca Birleşmiş Milletler'le işbirliği yapacağını açıkladı. Bu davetin ardından Şam’a giden Mehlis başkanlığındaki BM komisyonu Suriyeli yetkililerle suikast konusunda görüşmelerde bulundu. Görüşülen Suriyeli yöneticilerden biri de İçişleri Bakanlığı’nı yürüten ve 1984-2002 yılları arasında Lübnan’daki istihbaratın başında bulunan Gazi Kenan’dı.[vii]

Ekim ayınında savcı Mehlis’in Hariri suikast ile ilgili hazırladığı raporun açıklanması beklenirken Suriye Haber Ajansı (Syrian Arab News Agency-SANA) tarafından Suriye İçişleri Bakanı Gazi Kenan’ın 12 Ekim günü öğleden önce ofisinde intihar ederek öldüğü bildirildi.[viii] Gazi Kenan’ın intihar etmesi veya ettirilmesi, Suriye rejimi içinde güç odaklarının kendini kurtarma mücadelesi olarak yorumlanmakla birlikte özellikle İsrail kaynaklı çıkan haberlerde Suriye rejiminin çökmek üzere olduğunun altı çiziliyordu.[ix] Bu dönemde oluşan siyasi tablo ve bilgi akışı karşısından dünyadaki pek çok uzman, Mehlis raporunun açıklanmasından sonra Beşşar’ın iktidarda kalmayacağı ve alternatifleri üzerinde tartışmaya başladı. Hariri suikastı konusunda adları dünya kamuoyunda en fazla geçen iki Suriyeli ise Beşşar’ın kardeşi Mahir Esad ve eniştesi Asef Şevket oldu. Beşşar’ın siyasi danışmanı ve Cumhuriyet Muhafızları'nın komutanlarından biri olan Mahir Esad ve Suriye İstihbaratı’nın başında bulunan Asef Şevket, şu an Beşşar’ın ülkeyi yönetmek için oluşturmak istediği genç kuşak yönetici seçkinlerin en etkin isimlerindendir.[x]

BM Hariri Suikastı soruşturma komisyonunun başkanı savcı Detlev Mehlis, suikastla ilgili raporunu 21 Ekim’de Güvenlik Konseyi’ne sundu. Raporda suikastın çok kapsamlı örgütlenmeye sahip olan bir grup tarafından ve uzun bir planlama süreci sonunda gerçekleştirildiğinin altı çizilirken böyle profesyonel bir eylemin Suriye ve Lübnan istihbarat kurumlarının bilgisi dışında gerçekleşemeyeceği vurgulandı. Suriye ve Lübnan yönetimlerinin suikasta müdahil olduklarına yönelik kanıtların olduğu da ifade edildi.[xi] Yayınlanan raporda Suriye ve Lübnan istihbaratının suikasttan sorumlu tutulmasıyla Beşşar Esad yönetimi üzerindeki uluslararası baskı daha da arttı. ABD, Fransa ve İngiltere’nin isteğiyle 31 Ekim 2005 tarihinde BM Güvenlik Konseyi dışişleri bakanları düzeyinde bir araya geldi. ABD, Fransa ve İngiltere’nin toplantı öncesi ortak hazırladıkları Suriye'ye yönelik yaptırımlar öngören ortak bir karar tasarısı, Çin, Rusya ve geçici üye Cezayir’in muhalefeti sayesinde engellendi. Güvenlik Konseyi, oy birliği ile aldığı 1636 sayılı kararda, Suriye’ye suikastla ilgili BM soruşturma komisyonuyla “tam işbirliği” yapma çağrısında bulundu. Bununla birlikte kararda 15 Aralık’ta yayınlanacak ikinci Mehlis raporuna kadar suikastla ilgili Suriyeli yetkililerin BM soruşturma komisyonu tarafından yurtdışı da dahil olmak üzere sorgulanmasına izin verilmesi ve komisyonunun bu kişilere karşı mal varlığının dondurulması ve seyahat yasağı gibi engellemelere sahip olması istendi.

İki Mehlis raporu arasındaki dönem Suriye açısında oldukça gergin geçti. Yine Suriye’nin geleceğine yönelik pek çok karamsar komplo teorisi ortaya atıldı. Bununla birlikte ilk raporun açıklanmasından sonra savcı Mehlis’in en önemli tanığı olan Muhammed Züheyr El Sıddık’ın, Alman dergisi Der Spiegel’de çıkan bir haberde sahtekârlıkla suçlanması ilk raporun inandırıcılığını azaltan bir gelişme oldu.[xii] Bu gergin günler sürerken 24 Kasım’da Suriye yönetimi uzun diplomatik pazarlıklardan sonra beş Suriyeli yetkilinin Viyana’da sorgulanmasını kabul etti. İçlerinde Lübnan'daki eski istihbarat şefi Korgeneral Rüstem Gazali, Korgeneral Tafer Yusuf, Kongeneral Abdülkerim Abbas ve Gazali'nin yardımcısı Cemia Cemia ile bir sivil olduğu sanılan beş Suriyeli Viyana’da sorgulandı.[xiii] Suriye’ye dönme garantisi verilen beş Suriyeli yetkilinin Viyana’da olduğu günlerde Hariri soruşturması adına önemli bir gelişme Şam’da gerçekleşti. Hariri suikastının görgü tanığı olarak Lübnan'da şahitlik yapan Hüssam Tahir Hüssam (Kürt kökenli Suriye vatandaşı) Suriye'ye kaçtı ve ifadesini değiştirerek avukatı Teysir İd ve Suriye Enformasyon Bakanı Mehdi Dahlallah ile birlikte bir basın açıklaması yaptı. Hüssam’ın iddiaları Hariri suikastının ne kadar karmaşık ve çözümlenemeyecek bir olay olduğunu gözler önüne serdi. Hüssam, Lübnan'da kendisinin ve nişanlısının tehdit edildiğini söylerken avukatı Teysir İd de Hüssam’a baskı ve işkence altında şahitlik yaptırıldığını ifade ediyordu. Hüssam’ın en önemli iddialarından biri de Saad Hariri'nin kendisine Suriyeli yetkililer (özellikle Mahir Esad ve Asef Şevket) aleyhinde konuşması karşılığında 1 milyon 300 bin dolar teklif ettiğini söylemesi oldu.[xiv] İkinci Mehlis raporunun verileceği gün Lübnanlı milletvekili-gazeteci Cibran Tueyni bombalı bir suikast sonucu öldürülmesi ortamı gerginleştirse de 12 Aralık’ta BM Güvenlik Konseyine sunulan İkinci Mehlis raporu beklendiği kadar büyük bir etki doğurmadı. Aksine uzun süreden sonra Suriye yönetiminin rahat bir nefes almasını sağladı. Savcı Mehlis, raporunda Hariri suikastı konusunda Suriye’yi suçlamaya devam ederken bu iddiaları kanıtlarla ispatlama konusunda oldukça yetersiz kaldı. Soruşturmanın iki önemli tanığı olan Muhammed Züheyr El Sıddık ve Hüssam Tahir Hüssam’ın güvenilirlik konusundaki sorunları, savcı Mehlis’in bu görevdeki başarısızlığını ortaya koyduğu gibi oldukça da yıpranmasına neden oldu. Sonuç olarak savcı Mehlis soruşturmada Suriye yetkililerinin yeterince işbirliğine yanaşmadığını söyleyerek ek süre talep etmekle birlikte görevi bırakmak istediğini de açıkladı.

ABD, Fransa ve İngiltere hazırladıkları bir karar tasarısını hemen BM Güvenlik Konseyi’nden geçirip soruşturma süresini 15 Haziran’a kadar uzatarak Harir suikastı soruşturmasını 2006 yılının ilk altı ayına taşıdı.[xv] 2005 yılı biterken Suriye eski Devlet Başkan Yardımcısı Abdülhalim Haddam’ın Beşşar Esad’a yönelik açıklamaları ise 2006 yılında da bölgede en fazla konuşulacak konulardan birinin Hariri suikastı olacağını gösteren ilk işaret oldu.

Sedir Devrimi, Yeni Lübnan ve Suikastlar

Tarih boyunca dış müdahalelere ve iç çatışmalara sahne olan Orta Doğu’nun istikrar yoksunu ülkesi Lübnan, Hariri suikastı sonrası gelişmelerle birlikte siyasi geleceği açısından yeni bir sayfa açtı. Suikast sonrası Suriye üzerine yoğunlaşan uluslararası baskı, Lübnan’daki Suriye karşıtı grupların ortak eylem planı içerisinde hareket etmesini sağladı.[xvi] Ortak eylem planı dahilinde vurgu yapılan kavram “Özgür Lübnan” olurken ortak kaygıyı da ülkedeki Suriye askeri varlığı teşkil ediyordu. Eylem biçimleri ise -Gürcistan ve Ukrayna’da olduğu gibi- meydanlarda toplanıp Suriye’yi ve Lübnan Cumhurbaşkanı Emil Lahud’u protesto eden gösteriler yapmaktı. Uluslararası baskının da katkısıyla gösteriler etkili oldu ve Suriye Nisan ayı sonuna kadar askerlerini Lübnan’dan tamamen çekti. Ülkede bu gösterilere -Hizbullah ve Emel Örgütlerinin taraftarları hariç- her etnik ve dini gruptan insanlar katıldı. 15 sene önceki iç savaşta birbirlerine karşı düşmanca duygular besleyen ve şiddet uygulayan etnik ve dini gruplar, Hariri suikastı sonrası ortak bir düşmana (Suriye) karşı birlikte hareket etme yeteneğine ve ulusal kimlik algılayışına sahip olmayı başarmış gibi görünmektedirler. Ortak düşman ve zor şartlar ulusal kimliklerin canlanmasına neden olsa da Lübnan’daki Suriye karşıtı hareketin ulusal bir hareket mi yoksa çıkarların kesişmesi mi olduğunu zaman gösterecektir. Buna rağmen Beyrut’ta düzenlenen Suriye karşıtı gösteriler, dünya kamuoyunda genellikle Gürcistan ve Ukrayna’da yapılan sivil demokratik devrimlerin bir parçası olarak algılandı. ABD karar alıcıları, bu algılama biçimini destekleyip Lübnan’ı Orta Doğu’nun demokrasi adası olarak sunma çabası içerisine girdi.

Lübnan’ın Suriye işgalinden kurtulmasından sonra ki aşama seçimler yoluyla bağımsız Lübnan’ın bağımsız meclisini ve hükümetini belirleyecek seçimleri gerçekleştirmek oldu. Hariri suikastine tepki olarak toplumsal alanda ortaya çıkan Suriye karşıtı cephe, Saad Hariri liderliğinde siyasi alana taşıdı. 29 Mayıs’ta başlayan ve dört turlu yapılan seçimler, 19 Haziran’da Saad Hariri önderliğindeki Suriye karşıtı ittifakın 128 üyeli parlamentoda 74 sandalye kazanmalarıyla sonuçlandı. 35 yaşındaki Saad, genç ve deneyimsiz bir politikacı olmasına rağmen 14 Şubat’ta suikast sonucu ölen ve Lübnan’da kısa sürede ulusal kahraman haline gelen babası Refik Hariri’nin bıraktığı mirası iyi değerlendirdi ve İlerici Sosyalist Parti´nin lideri Velid Canbulat, Falanjist Milislerin lideri Samir Geagea, Maruni lider Solange Cemayel gibi isimlerin desteğini alarak Suriye karşıtı ittifakı zafere taşıdı.[xvii] Saad’ın, baba mirası Müstakbel Partisi’nin lideri olarak seçime girmesi seçim başarısının en önemli sebeplerinden biridir. Müstakbel Partisi, Lübnan’da bütün kesimleri kucaklayan ve hemen her mezhepten üyesi olan bir denge partisidir. Partinin bu konudaki en önemli avantajı, suikasta kurban giden eski liderinin seçkin Sünni ailelerden gelen bir siyasetçi değil bağımsız bir işadamı ve kirlenmemiş bir şahsiyet olarak her kesim tarafından sempati ile algılanmasıdır. Aslında Saad seçim sonrası ilk açıklamasında her şeyi babama borçluyum derken her şeyi net bir şekilde ortaya koyuyordu. Suriye karşıtı ittifak dışında seçimde başarı kazananlar, Hizbullah-Emel ittifakı ve Marunî Michel Aoun oldu. Hizbullah-Emel ittifakı, Güney Lübnan’daki 23 sandalyenin tamamını ve toplamda da 35 sandalye ele geçirerek ülkenin geleceğinde etkin bir güç haline geldi. Seçimlerin sürpriz ismi ise Suriye yanlısı gruplarla (Suriye yanlısı Dürzî Celal Arslan) birlikte seçime giren Michel Aoun oldu.[xviii] Üçüncü turda Marunî ve Dürzîlerin yoğunlukla yaşadığı seçim bölgesinden 21 sandalye çıkaran Michel Aoun’un seçim başarısı Velid Canbulat’ın tepkisine neden oldu ve Velid Canbulat Aoun’u Suriye karşıtı ittifakı bölmekle suçladı. Aslında Aoun uzun yıllar Suriye’ye karşı mücadele vermiş bir isimdir ve kurduğu bu ittifak sadece Lübnan’da siyasetin kadar kaygan bir zeminde yapıldığını göstermektedir.

18 Temmuz 2005’te Saad Hariri’nin önerdiği isimlerden eski finans bakanı Fuat Siniora liderliğinde Lübnan’ın yeni hükümet kuruldu. Siniora, yarısı Müslüman yarısı Hıristiyan olan 24 bakanlı bir kabine oluşturdu. Kabinede Suriye karşıtı ittifak dışındaki gruplardan da bakanlar yer aldı. Bunların arasında en ilgi çekici olan ABD’nin terörist örgütler listesindeki Hizbullah’ın kabinede bir bakanla temsil edilmesi oldu.[xix] Hükümetin kurulmasından üç gün sonra ise ABD Dışişleri Bakanı Condeleezza Rice Lübnan’ı ziyaret etti. Rice, Cumhurbaşkanı Lahud, başbakan Siniora ve Suriye karşıtı cephenin lideri Saad Hariri ile görüştü. Başbakan Fuad Siniora'yla görüşmesinden sonra Rice, Suriye'yi Lübnan sınırında kontrolleri artırdığı ve Lübnan ticaretine zarar verdiğini söyleyerek eleştirdi. Fakat ABD Dışişleri Bakanı’nın Lübnan’a asıl geliş amacı, hem yeni kabineye verdiği desteği göstermek ve hem de BM’nin 1559 sayılı kararına göre Hizbullah’ın silahsızlandırılması gerektiğini yeni hükümete hatırlatmaktı. ABD Dışişleri Bakanı’nın Lübnan ziyaretinin ardından Başbakan Siniora ilk yurt dışı ziyaretini Suriye’ye yaptı.

29 Mayıs’ta başlayan genel seçimler ve seçim sonrası süreç, ABD kararalıcıları tarafından genellikle bağımsız, demokratik ve istikrarlı Lübnan’ın başlangıcı hatta Orta Doğu’da Irak ile başlayan demokratikleşme sürecinin bir halkası olarak sunuldu. Oysa ki seçimlerin sonuçlanmasından 2005 yılı sonuna kadar geçen süre, dünya kamuoyuna Lübnan’da istikrarlı olanın sadece siyasi suikastler olduğunu gösterdi.[xx] İlk suikast, Lübnan seçimleri devam ederken Haziran ayı başında Suriye karşıtı Lübnanlı gazeteci Samir Kesir’in Beyrut’un Hıristiyan mahallesindeki evinin önünde arabasına yerleştirilen bombanın patlaması sonucu öldürülmesiyle gerçekleşti. Seçimlerin sona ermesinin ardından 21 Haziran’da Komünist Parti’nin lideri Goerge Hawi’nin Beyrut’un batısında arabasına yerleştirilen bir bombayla öldürülmesi bombalı suikastlerin devamının gelebileceğini gösterdi. Bu iki suikast sonrası yine benzer tablolar yaşandı, başta Suriye, Lübnan ve ABD olmak üzere bütün dünya kamuoyu tarafından suikastler kınadı, suikastlerle ilgili haberlerde Kesir ve Hawi’nin son zamanlardaki Suriye karşıtlığı özellikle vurgulandı ve hemen ardından suikastlerin arkasında Lübnan’daki istikrarı bozmak isteyen Suriye yönetiminin olduğu iddiaları ortaya atıldı. Bu iki suikastın ardından 12 Temmuz’da Beyrut’ta Savunma Bakanı Elias El-Murr’un konvoyuna bombalı saldırı yapıldı. Murr, hafif yaralanırken saldırıda iki kişi öldü. Bu defa hedef alınan kişi, Lübnan Cumhurbaşkanı Emil Lahud’un damadı Suriye yanlısı Elias El-Murr idi. Lübnan’da Ağustos ayı suikastsiz geçerken 26 Eylül’de Beyrut’tan gelen bir bombalı suikast girişimi Lübnan’ın bir suikastlerin süreklilik arz ettiğini bir kere daha gösterdi. Lübnan televizyonu LBC'de haber programları sunucusu olarak görev yapan May Şidyak uğradığı saldırıda ağır yaralandı. Şidyak’a yapılan saldırıdan sonra Suriye eksenindeki gündem BM soruşturması ve Mehlis raporlarına kayarken Ekim ve Kasım aylarında Lübnan’da suikast olmadı. Lübnan’da 2005 yılının son suikastı ise İkinci Mehlis raporunun BM’ye sunulacağı gün gerçekleşti. 12 Aralık’ta Suriye karşıtı görüşleriyle bilinen milletvekili ve gazeteci Cibran Tueyni’ye Beyrut'ta bombalı bir saldırı düzenlendi. Hıristiyan Ortodoks olan Tueyni, Suriye’ye yönelik sert eleştirileriyle tanınan bir gazeteciydi. Haziran’da Saad Hariri’nin listesinde milletvekili oldu. Aldığı tehditlerden dolayı bir süredir Fransa’da yaşayan Tueyni Beyrut’a döndüğü gün öldürüldü.[xxi] Lübnan’da 2005 yılında güvenlik yoktu ve bir çok siyasi öldürülme korkusuyla yaşadı.

Baas Partisi’nin Kongresi, Reform Politikaları ve Suriye Muhalefeti

1960’lardan beri Suriye siyasal yaşamındaki en güçlü siyasi organizasyon olarak ülkeyi yöneten Baas Partisi, beş yıllık bir aradan sonra Haziran başında dört gün süren genel kongresini gerçekleştirdi. Baas Kongresi’nde Suriye’nin geleceğini şekillendirecek siyasi ve ekonomik reformların tartışılacağı ve bir reform paketinin ortaya konulacağı bekleniyordu. Baas Kongresi’nin son günü, delegeler hükümete tavsiye niteliğinde kararları içeren bir bildiriyi sundu. Bu bildiride, 1963’ten beri devam eden Olağanüstü Halin yumuşatılması, Suriye vatandaşlığına sahip olmayan 200 bin civarında Suriye Kürtü’ne vatandaşlık hakkı verilmesi, yabancı yatırımların önündeki engellerin kaldırılması, basın yasasının değiştirilmesiyle birlikte ülkede çok partili siyasal yaşamın oluşması için ilk adımı teşkil edecek bir siyasal partiler kanununun hazırlanması önerildi.[xxii] Kongreden çıkan reform önerileri, ülke içinden ve dışından çoğu kişi tarafından yetersiz bulundu ve Baas kongresi rejimin bir güç gösterisi olarak algılandı. Fakat tarihi boyunca demokratik yaşam biçimine uzak kalmış, modernleşme ve ulus-devlet inşa süreçlerini tamamlayamamış olan Suriye’de çok partili yaşama geçiş projesinin gerçekleşmesi, siyasal çoğulculuk ve demokratik gelişme açısından önemli bir köşe taşı teşkil etmektedir. Bununla birlikte devlet başkan yardımcısı Abdülhalim Haddam’ın Baas kongresinde görevi bırakması Beşşar’ın yönetiminde yapmak istediği revizyonun bir parçası olarak değerlendirildi.

2005 yılında Hariri suikastı sonrası Suriye üzerinde artan uluslararası baskı Suriyeli muhalif grupları da hareketlendirdi. Baas kongresi Batılılar gibi Suriyeli muhaliflari de tatmin etmedi. ABD’nin demokratikleşme söylemlerine paralel bir bakış açısı sergileyen muhalifler birlikte hareket etme çabası içerisine girdi. Mart 2005’te ABD Dışişleri Bakanlığı yetkilisi Elizabeth Cheney[xxiii] ile Suriyeli muhaliflerin Washington’da gerçekleştirdiği toplantıda, Büyük Orta Doğu Projesi çerçevesinde bölgede reform ve değişim konuları ele alındı. Toplantıya katılan Suriye asıllı Ferid Gadiri, bu tarihten sonra Suriye içinde tabanı olmamasına rağmen dünya kamuoyunda ön plana çıkarılmıştır. Ferid Gadiri, Beşşar Esad’ı suçlayıcı kendinden emin tavrını Suriye için tek alternatif olma söylemiyle desteklemektedir. Fakat Ferid Gadiri’nin ABD’nin Suriye yönetimi için yarattığı sanal bir muhalefet olduğununu ve Irak’ın Ahmet Çelebi’sine benzediğini söylemek çok da zor değildir. Gadiri’nin Suriye Reform Partisi çatısı altında “Yeni Suriye” olarak adlandırdığı siyasi ve ekonomik yapılanma ise ABD askeri müdahalesi olmaksızın gerçekleşmesi imkansız bir ideal olarak görülmektedir.[xxiv]

Suriye’de halk düzeyinde en geniş tabanı olan Londra merkezli Müslüman Kardeşler Örgütü, 2004 yılı sonunda “Geleceğin Suriyesi İçin Siyasi Proje” adlı bir bildiri yayınlayıp Suriye’de İslami kimliğine göre yeni bir anayasa hazırlanması, demokratik reformların yapılması ve düşünce özgürlüğüne saygı duyulması gibi taleplerde bulunmuştu. Ülke içinde yasaklı bir örgüt olan Müslüman Kardeşler, etkinliklerini artırmak için 2005 yılında ülke içindeki diğer muhalif gruplarla işbirliğine gitmiştir. Nisan 2005’te Suriye yönetimine yönelik talepler içeren bir bildiri daha hazırlayan örgüt, ülke içinde faaliyet gösteren seküler reformcu Attasi Formu ile ortaklık kurma çabası içine girmiştir. Attasi Formu, 2001 yılında yönetim tarafından geniş özgürlükler sağlanan Şam Baharı dönemden kalan faaliyet halindeki tek forumdu. Fakat seküler reformcu gruplarla Müslüman Kardeşler arasındaki ilişki, Beşşar Esad yönetiminin tedirginliğini artırıp sıkı güvenlikçi politikaları geri getirmiştir. Attasi Formunun iki gazeteci üyesinin (Ali Abdullah ve Hüseyin El Audat) Mayıs ayı sonunda Müslüman Kardeşlerin Londra’daki lideri Ali Sadreddin El Bayanuni’nin mesajını toplantılarında okuması sonucu tutuklanmışlardır. Attasi Formunun iki üyesiyle birlikte dokuz insan hakları savunucusu da Müslüman Kardeşler örgütünün düşüncelerini yaymakla suçlanıp tutuklandı.[xxv] 1 Haziran’da Nakşi Haznevi tarikatının ileri gelen isimlerinden din adamı Şeyh Muhammed Maşuk el-Haznavi’nin cesedi Deyr-ül Zor’da bulundu. Kürt asıllı Şeyh Haznevi 8 Mayıs’ta Şam’daki İslami Etütler Merkezi’ne yaptığı ziyaret sırasında ortadan kaybolmuştu. Suriye makamları, olayı adi bir vaka olarak nitelendirmekle birlikte cinayete karıştıklarını itiraf eden Muhammed Matar El Abdullah ve Yasin Matar El Hindi iki kişiyi yakaladıklarını açıkladı. Ülkedeki Kürt azınlık ise Şeyh Haznevi’nin öldürülmesinde devleti suçladı ve Kamışlı başta olmak üzere Kürt bölgelerinde protesto gösterileri gerçekleştirdi. Şeyh Haznevi’nin öldürülmeden kısa süre önce Londra’da Müslüman Kardeşler Örgütü lideri Ali Sadreddin El Bayanuni ile görüşmesi ölüm olayını anlamlı hale getirmektedir.[xxvi]

2005 yaz aylarında Suriye’de tutuklanmalar ve güvenlik güçleri ile terörist gruplar arasındaki çatışmalar ülke içindeki gündemi oluşturuyordu. 12 Haziran’da Suriye Devlet Güvenlik Mahkemesi, terör örgütü PKK üyesi iki kişiye toplam beş yıl hapis cezası verdi.[xxvii] 13 Haziran’da Şam yakınlarında çıkan çatışmada iki terörist öldürüldü ve bir terörist tutuklandı. “El-Şam Cihat ve Tevhit” adlı terör örgütünün lideri Ebu Ömer öldürülenler arasında bulunduğunu bildirdi. Yetkililer, terör örgütünün, Şam’daki Adalet Sarayını bombalamaya hazırlandığını açıkladı.[xxviii] 26 Haziran’da Suriye Devlet Güvenlik Mahkemesi önde gelen bir insan hakları savunucusu olan Aktham Naisse aleyhindeki tüm suçlamaları düşürdü ve Naisse’yi serbest bıraktı.[xxix] 4 Temmuz’da Suriye Güvenlik Güçleri terörist bir örgüte üye iki kişiyi tutukladı. Adı bilinmeyen örgütün elemanlarının bazılarının Saddam Hüseyin’in korumaları olabileceğini iddia edildi. Yakalanan teröristlerin adları Ürdünlü Serif Ayed Saad el-Semadi ve Muhammed Islam olarak açıklandı.

2005 Ekim ayında dünya kamuoyunda Gazi Kenan’ın intiharı ve Mehlis raporu konuşulurken Suriye muhalefeti, ilk kez bir çok kesimden katılımın olduğu geniş bir ittifak oluşturduklarını açıkladı. 1963’ten beri yürürlükte olan olağanüstü hal yasaları ve mahkemelerini kaldırmasını, tüm siyasi tutukluları serbest bırakmasını, siyasi çoğulculuğu getiren bir anayasa gibi bir dizi isteğin sıralandığı belge 17 Ekim’de “Şam Deklarasyonu” adıyla yayınlandı.[xxx] Böylece Suriye’deki seküler, solcu, İslamcı ve Kürt muhalefet, 2005 başından beri Beşşar Esad’a karşı bir araya gelme çabalarını somut bir eylemde ortaya koyabilmişlerdir. Kasım ayında Suriye Liberal Demokratik Birlik Partisi Başkanı Kemal Labwani’nin ABD’ye yaptığı bir ziyaret sonrası Şam hava alanında tutuklanması ve Aralık başında Fransız Parlamentosunda düzenlenen “Ortadoğu’nun Demokratikleşmesi ve Suriye’de Kürt Sorunu” adlı konferans 2005 yılı sonunda Suriye muhalefeti açısından önemli gündem maddeleri olarak yer aldı.

Türkiye-Suriye İlişkileri

2005 yılına girerken Türkiye-Suriye ilişkileri her alanda tarihinin en iyi dönemlerinden birini yaşamaktaydı. Aralık 2004’te Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Suriye ziyaretinde iki ülke arasında bir serbest ticaret anlaşması imzalandığı gibi ekonomide güvenliğe pek çok alanda işbirliğine yönelik planlar uygulamaya kondu.[xxxi] Bu ziyaret Türkiye’nin bölgesel etkinliğini ve itibarını artırmasına hizmet etti. Hatta 2005 yılının ilk ayında Türkiye Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün İsrail ziyareti, Filistin Soruna Türkiye’nin sorun çözücü veya arabulucu olarak mudahil olması çabası olarak önemli bir girişimdi. Suriye ise uluslararası alandaki hareke alanını genişletmek ve Türkiye’nin demokratikleşme ve serbest piyasa ekonomisi yönündeki deneyimlerinden faydalanmak istiyordu.

Türkiye-Suriye ilişkilerindeki sıcak ortam ve Türkiye’nin Orta Doğu’da daha aktif bir dış politika stratejisi izleme çabaları, ABD yönetiminde rahatsızlık yaratmaya başlamıştır. Bu rahatsızlığın temel nedeni bölgeye yönelik ABD’nin otoriter ve askeri güce dayalı politikalarıyla Türkiye’nin dış politika davranışlarının uyum içinde olmaması hatta Kuzey Irak’ta olduğu gibi zaman zaman çatışmasıdır. ABD ve Türkiye arasında ortaya çıkan çıkar farklılaşmasının bir krize dönüşmesi ise 14 Şubat 2005’te Lübnan’ın eski başabakanı Refik Hariri’nin bombalı bir suikast sonucu oluşan süreçle birlikte gerçekleşti. Şubat ve Mart aylarında ABD önderliğinde Suriye’ye yönelik uluslararası baskı ve tecrit sürerken Türkiye’nin Suriye’ye ılımlı yaklaşımı ve Türkiye Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in Nisan 2005’te gerçekleştirdiği Suriye ziyareti, ABD’nin kamuoyu propagandası yoluyla Türkiye’ye saldırmasına neden oldu. ABD kaynaklı üretilen haber ve makaleler, Türkiye’deki Amerikan karşıtlığının alt çizmekle birlikte Türk kamuoyunda yoğun tartışmalara ve kafa karışıklığına yol açtı. Bununla birlikte ABD’nin Türkiye eski Büyükelçisi Eric Edelman’ın Türkiye Cumhurbaşkanı Sezer’in Suriye ziyaretine yönelik uygunsuz ve haddini aşan açıklamaları, iki ülke arasındaki krizi had safhaya çıkardı.[xxxii]

Türkiye-ABD ilişkilerinde 2005 yılının ilk yarısında yükseleln gerginlik ve kriz ortamı, Türkiye Başbakanı Erdoğan’ın önce Mayıs’ta İsrail’e, ardından Haziran’da ABD’ye gerçekleştirdiği ziyaretler sonucu normalleşme sürecine girdi. ABD ile ilişkilerde başlayan normalleşme Türkiye-Suriye ilişkilerinde soğuma olmasa da bir duraklamayı beraberinde getirdi. Mayıs ayında Hatay’a düşen SCUD füze parçaları Türkiye tarafından şaşkınlıkla karşılanırken Suriye’nin böyle bir kazadan dolayı özür dilemesiyle olay krize dönüşmeden kapatıldı. Haziran ayında İstanbul’da bir sivil toplum örgütünün düzenlediği ve bölgedeki muhalif liderlerin yer aldığı konferansa ABD’nin Suriyeli muhalif lider olarak sunduğu Ferid Gadiri’nin konuşmacı olarak katılması ve Türk kamuoyunda bu kişiye gösterilen ilgi ilişkilerdeki soğumanın ilk işaretlerini verdi. Daha sonra Temmuz’da Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad’ın Türkiye’ye tatil amaçlı ziyareti, Türkiye hükümetinin isteksiz tavırlarından dolayı gerçekleşmedi. Ağustos’ta New York’ta yapılan BM zirve toplantısında iki ülke liderleri arasıda planlanan görüşme ise Beşşar Esad’ın zirveye katılmaması sonucu gerçekleşemedi. Yılın son ayları Mehlis Raporundan dolayı Suriye’ye yönelik uluslararası baskı ve rejimin yıkılacağı söylentileri artarken Türkiye Suriye’ye yönelik etkin politikasının bitmediğini gösteren diplomatik bir hamleyle yılı bitirmiştir. Türkiye Dışişleri Bakanı Gül, Hariri suikastı soruşturmasının e gergin günlerinde ani bir kararla Şam’a günü birlik bir ziyaret gerçekleştirdi. Ziyaret konusunda pek çok spekülasyon yapıldıysa da Beşşar Esad’ın Aralık sonunda bir Türk televizyonuna verdiği röportajda Gül’ün ziyaretinde konuşulanlara açıklık getirdi. Beşşar Esad, bu röportajında Gül’ün BM’nin sorgulamak isteği 5 Suriyeli resmi görevliyi Gaziantep’te sorgulamayı teklif ettiğini söyledi.[xxxiii] Bu teklifi Beşşar Esad kabul ettiyse de BM kabul etmedi ve Suriyeli Viyana’da sorgulandı.

2006 Yılı Suriye ve Lübnan’a Ne Getirecek?

Suriye ve Lübnan, 2005 yılında yoğun ve hızlı gelişen bir gündemi geride bıraktı. Bölgede suikastlar, seçim, reform, demokratikleşme en çok konuşulan konular oldu. 15 Haziran 2006’ya kadar BM Hariri Suikastı soruşturmasının süreceği düşünüldüğünde Hariri suikastının gölgesini önümüzdeki yılda Suriye ve Lübnan siyasetlerinin üzerinde hissedileceği söylenebilir.

2005 yılının son günü El-Arabiye televizyonuna Beşşar Esad karşıtı bir açıklama yapan eski devlet başkan yardımcısı Abdülhalim Haddam, yeni yılda Hariri suikastının siyasileşme sürecinin devam edeceğini gösterdi. Bununla birlikte BM soruşturmasının üçüncü bitiş tarihi olan 15 Haziran 2006’ya kadar Suriye’yi köşeye sıkıştırmayı amaçlayan bir çok gelişme olması mümkündür. İlk iki BM raporunda Suriye’ye yönelik suçlamaların yetersiz kanıtlara dayandığı ve inandırıcı olmaktan uzak olduğu düşünüldüğünde yeni hazırlanacak rapor için daha fazla kanıtın ortaya konulmak isteneceği ve kamuoyu propagandasını daha etkin kullanacağı söylenebilir. Bu çerçevede Lübnan’da 2005 yılında gerçekleşen siyasi suikastların 2006 yılında da devam etme olasılığı yüksektir. Yeni savcı olarak atanan Belçikalı Serge Brammertz’in soruşturma sürecinde kullanılmak üzere Muhammed Züheyr El Sıddık ve Tahir Hüssam Tahir benzeri tanıklara ihtiyacı olacaktır.

14 Şubat 2006’da Hariri’nin ölümünün yıl dönümünde Lübnan’da Suriye karşıtlarının yapması beklenen protesto gösterileri, ülke içinde gerginliği artırıcı işleve sahip olabilir. 2006 yılı Lübnan hükümeti içinde Suriye karşıtları ile Hizbullah temsilcileri arasındaki geçen yıl sonunda başlayan krizi ciddi boyutlara ulaşıp siyasal istikrarı zedeleyebilir. Lübnan’daki Suriye karşıtı cephenin yeni yıldaki ilk hedefi, Lübnan’ın Suriye yanlısı cumhurbaşkanı Emil Lahud’u makamından indirmek olmaya devam edecektir. Lahud’un indirilmesi durumunda yeni Lübnan cumhurbaşkanlığı için en önemli aday, Falanjist Milis´lerin eski lideri ve Mayıs 2005’te sürgünden dönen Michel Aoun’dur. Fakat Aoun ve Maruni patrik Nasrullah Sefir, Suriye karşıtı muhalefete şüpheyle yaklaşmakta ve Hıristiyan olmayan bir siyasi gücün (Sünni veya Dürzi) Lahud’u düşürmesine karşı çıkmaktadır. Bu yüzden Auon, 2007’deki devlet başkanlığı seçimini beklemeyi tercih edebilir. Falanjistlerin diğer önemli lideri ve iç savaşta işlediği suçlardan dolayı 11 yıl hapis yatan Samir Geagea da Temmuz 2005’te serbest bırakılmasından sonra yeni dönem Lübnan siyasetinde etkin bir güç odağı haline gelebilir. İran-ABD ilişkilerinin durumu Hizbullah-İsrail çatışmasını ve Lübnan’daki iç dengeleri doğrudan etkileyebilir. 2006 yılının ilk ayı İran Cumhurbaşakanı Ahmedinecad’ın Suriye’ye resmi bir ziyarette bulunması, ABD’ye karşı Suriye ve İran’ın bir ittifak içerisinde doğru gittiklerini gösterdi. Ziyaret sonrası, ılımlı dış politikasıyla tanınan Beşşar’ın İsrail karşıtı sert açıklamalar yapması dikkat çekicidir.

Suriye içinde Beşşar karşıtı muhalefet, 2006 yılında da bir önceki yıl gibi rejimi yıpratmaya yönelik hareketlere devam edeceklerdir. Özellikle Beşşar Esad yönetimiyle Suriye’de yaşayan Kürtler arasındaki hassas ilişkiye dikkat edilmelidir. Irak’taki gelişmelerden etkilenecek Suriyeli Kürtlerin, 2006 yılı içinde yeni bir ayaklanma girişiminde bulunabilme veya küçük çaplı gerginliklerin çıkma olasılığının yüksek olduğu söylenebilir. Suriye’nin uluslararası baskıyı yoğun olarak hissedeceği yeni yılda Beşşar Esad’ın önemli siyasi reform hareketlerine girişeceği düşünülüyor. Serbest seçimler ve bağımsız siyasal partilerin kurulması yönünde somut adımlar atılması Suriye yönetiminin öncelikli reform konusu olacaktır. Bunula birlikte Beşşar, 19 Ocak'ta tutuklu 5 Suriyeli muhalif serbest bırakarak 2006 yılındaki reform hareketine hızlı başlamıştır. Serbest bırakılan muhalifler arasında 2001 yılındaki Şam Baharı'ndaki sivil toplum hareketinin önderliğini yapan reformcu işadamı-miletvekili Riyad Seyif bulunmaktadır. Serbest kalan diğer muhalifler de (Mamun el-Homsi, Habib İsa, Valid Bunni ve Fawaz Tello) Suriye'deki reformcu aydın elitin üyeleridir.



2006’da Türkiye-Suriye ilişkileri mevcut durumunu korumakla birlikte uluslararası ve bölgesel güç dengelerinin tesiri altında kalmaya devam edecektir. Türkiye, ABD ile olan ilişkilerini gerginleştirmeden Suriye ile özellikle ekonomik ilişkilerini derinleştirmek isteyecektir. Türkiye üzerinden Suriye ve Mısır doğal gazının Avrupa’ya pazarlanması projesi Türkiye açısından stratejik önem arz eden bir projedir. Suriye’nin ise uluslararası yalnızlığını yenmek ve bölgesel güvenliği sağlama adına Türkiye’ye karşı sıcak tavrını sürdürmesi beklenmektedir. Bununla birlikte Beşşar Esad, dış politikada gerekli siyasal ortamı sağladığı takdirde Türkiye’ye bir dostluk ziyaretinde bulunmak istemektedir.

Orta Doğu’da 2003 yılından beri varolan Irak merkezli yeni güç dengeleri, Suriye’nin aleyhine gelişmektedir. Beşşar Esad, esnek ve tavizkar bir dış politika stratejisiyle rejimi ayakta tutmayı başarmıştır. İçinden geçtiğimiz yapılanmasını tamamlamamış ve dinamik güç dengelerinin hakim olduğu uluslararası sistem, ani siyasi değişiklikleri ve askeri saldırıları getirebilir. Fakat, Orta Doğu’daki güç dengelerine ve güvenlik algılasmalarına bakıldığında Beşşar Esad Suriyesi’nin her şeye rağmen 2006 yılında da varlığını koruyacağını söylemek olasılığı yüksek bir tahmindir. Suriye’nin Irak gibi bir siyasal süreçten geçmesi, Orta Doğu’da yeni bir kriz alanı yaratmakla birlikte El-Kaide tarzı radikal güçlerin bölgeyi anarşizme ve büyük çaplı çatışmalara sürüklemesini getirebilir. Böyle bir çatışmanın getireceği maliyeti ne ABD ne İsrail ne de bölgedeki diğer güç odakları göze alabilir.


KAYNAKÇA



[i] “Refik Hariri saldırıda öldü”, CNNTURK, 14 Şubat 2005, http://cnnturk.com/DUNYA/haber_detay.asp?PID=319&HID=2&haberID=72505



[ii] “Suikasti islamcı grup üstlendi”, BBC Turkish, 14 Şubat 2005, http://www.bbc.co.uk/turkish/news/story/2005/02/050214_hariri_dead.shtml



[iii] “President Assad Condemns Terrorist Act in Beirut”, SANA, 14 Şubat 2005, http://www.sana.org/english/headlines/14-2/president_assad_condemns_terrori.htm



[iv] “Car Bomb Kills Lebanon's Former PM”, Reuters, 14 Şubat 2005, http://english.daralhayat.com/arab_news/02-2005/20050214-Reu_MDF50717.TXT/story.html



[v] Jim Hoagland, “Time to Squeeze Syria”, The Washington Post, 16 Eylül 2004



[vi] Brian Whitaker, “Pro-Syria officials held in Hariri inquiry”, The Guardian, 31 Ağustos 2005



[vii] Gazi Kenan hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Daniel Nassif, “Maj. Gen. Ghazi Kanaan”, Middle East Intelligence Bulletin , C: 2, No:1, 1 Ocak 2000, http://www.meib.org/articles/0001_l5.htm



[viii] “Interior Minister Dies in His Office before Noon Today”, SANA, 12 Ekim 2005, http://www.sana.org.sy/english/headlines/12-10/interior_minister_dies_in_his_of1.htm



[ix] Debka adlı internet sitesi, İsrail’in Suriye’ye yönelik olumsuz kamuoyu propagandasının en önemli araçlarından biridir. Bu sitede 2005 yılı boyunca Suriye yönetiminin yıkılacağına dair haberler yer alırken çoğu zaman Suriye’nin iç siyasetinde oluşabilecek çatışmalar kışkırtılmaya çalışılmaktadır.



[x] Yasin Atlıoğlu, “Gazi Kenan Neden İntihar Etti?”, TASAM Stratejik Yorum, No: 182, 13 Ekim 2005 http://www.tasam.org/modules.php?name=News&file=article&sid=197



[xi] “Hariri’ye suikast raporu”, NTV, 21 Ekim 2005, http://www.ntv.com.tr/news/346400.asp



[xii] “BM raporu şaibeli”, Radikal, 23 Ekim 2005



[xiii] “UN ends Vienna hearings of Syria's officials”, Ya Libnan, 7 Aralık 2005, http://yalibnan.com/site/archives/2005/12/un_ends_vienna.php



[xiv] “Syrian witness says Hariri's son forced him to lie”, Reuters, 28 Kasım 2005, http://today.reuters.com/news/newsArticle.aspx?type=worldNews&storyID=2005-11-28T123423Z_01_FOR842192_RTRUKOC_0_US-SYRIA-LEBANON-WITNESS.xml



[xv] “Hariri Soruşturması Uzatılıyor”, VOA, 16 Aralik 2005, http://www.voanews.com/turkish/2005-12-16-voa4.cfm



[xvi] “'Lübnan' Ortadoğu'da değişimin adı”, CNNTURK, 1 Mart 2005, http://www.cnnturk.com.tr/DUNYA/haber_detay.asp?PID=319&HID=1&haberID=76116



[xvii] “Lübnan'da zafer oğul Hariri'nin”, CNNTURK, 20 Haziran 2005, http://www.cnnturk.com.tr/DUNYA/haber_detay.asp?PID=319&HID=1&haberID=105303



[xviii] “Lebanon's Elections: Facts and figures”, Ya Libnan, 20 Haziran 2005, http://yalibnan.com/site/archives/2005/06/lebanons_electi_2.php



[xix] “Lineup of Lebanon's new Cabinet”, Ya Libnan, 20 Temmuz 2005, http://yalibnan.com/site/archives/2005/07/_lineup_of_leba.php



[xx] Yasin Atlıoğlu, “Lübnan’da Yeni Dönem ve Suikastler”, TASAM Stratejik Yorum, No: 181, 11 Ekim 2005 http://www.tasam.org/modules.php?name=News&file=article&sid=196



[xxi] “Beyrut'ta Bombalı Saldırı”, VOA, 12 Aralik 2005, http://www.voanews.com/turkish/2005-12-12-voa11.cfm



[xxii] “Final statement of the 10th Congress of al-Baath Arab Socialist Party”, Arabic News, 14 Haziran 2005, http://www.arabicnews.com/ansub/Daily/Day/050614/2005061406.html



[xxiii] Elizabeth Cheney, ABD Başkan Yardımcısı Dick Cheney’nin kızıdır.



[xxiv] Yasin Atlıoğlu, “Ferid Gadiri ve Suriye Reform Partisi”, TASAM Stratejik Yorum, No: 99, 3 Mayıs 2005, http://www.tasam.org/modules.php?name=News&file=article&sid=107. Ferid Gadiri hakkında daha fazla bilgi için bkz. http://reformsyria.org/Misc/bio_of_farid_ghadry.htm



[xxv] “Acts of detention in Syria against civic group members”, Arabic News, 25 Mayıs 2005, http://www.arabicnews.com/ansub/Daily/Day/050525/2005052505.html



[xxvi] “Unrest in Syria over Kurdish clerics death”, Al Jazeera, 6 Haziran 2005, http://www.aljazeera.com/me.asp?service_ID=8557



[xxvii] “Suriye'den 2 terör örgütü PKK üyesine hapis cezası”, Zaman, 14 Haziran 2005, http://www.zaman.com.tr/?hn=182629&bl=sondakika



[xxviii] “Suriye'de Terörist Lider Öldürüldü”, VOA, 11 Haziran 2005, http://author.voanews.com/turkish/2005-06-22-voa7.cfm



[xxix] “Suriye'de İnsan Hakları Savunucusu Beraat Etti”, VOA, 26 Haziran 2005, http://author.voanews.com/turkish/2005-06-26-voa12.cfm



[xxx] “New opposition coalition in Syria for comprehensive change”, Arabic News, 17 Ekim 2005, http://www.arabicnews.com/ansub/Daily/Day/051017/2005101717.html



[xxxi] Yasin Atlıoğlu, “Türkiye-Suriye İlişkilerinde Yeni Bir Dönem”, TASAM Stratejik Yorum, No: 54, 25 Aralık 2004, http://www.tasam.org/modules.php?name=News&file=article&sid=59



[xxxii] “Ambassador’s Answer to a Reporter’s Question on Syria, Governor’s Office, Bursa”, 14 Mart 2005,
http://www.usemb-ankara.org.tr/AMBASADR/edel0314.htm



[xxxiii] “Beşşar Esad Röportajı”, SKYTURK, 26 Aralık 2005


Syria- Iran presidents joint statement

SOURCE: Arabic News

Iran has reiterated support for Syria's stances to restore her occupied territories to the 4th of June line 1967, a Syrian-Iranian joint statement said at the end of Iranian president's visit to Syria said Friday.

Syria and Iran underlined the necessity of the Israeli pullout of all occupied Arab territories including the Syrian Golan, the Palestinian lands, and of the Lebanese lands still under the occupation.

Both sides underscored rights of the Palestinian people to liberate their lands, their rights to return home and to establish their independent state with Jerusalem as capital.

The two sides expressed satisfaction over the high level of political relations between them and stressed care for developing economic relations and making use of the available potentials of both Syria and Iran.

The two sides reiterated condemnation of former Lebanese Premier Rafiq al-Hariri assassination, stressing care that the international investigation should take its course on professional, legal and neutral basis away from any attempt to exploit this vicious crime for political ends that aim at pressuring Syria and breaking away from reaching the truth which is the original task of the international investigation commission.

The two sides expressed concern over continuation of foreign intervention in the internal affairs of the countries in the region drawing attention to the negative repercussions of such intervention on stability and security of the region.

The two sides reiterated their support to the current political process in the region, stressing the necessity to achieve security, stability and national reconciliation among all spectrums of the Iraqi people welcoming in this context all the efforts exerted by the United Nations, the Organization of the Islamic Conference, Iraq neighboring states and the Arab Initiative for National Reconciliation.

The two sides welcomed holding the Iraqi elections to form a national assembly and an Iraqi government in which all the Iraqi spectrums will take part, stressing readiness to extend all forms of support to the new Iraqi government.

Syria and Iran stressed the necessity of preservation of the Iraqi unity of land and people, and condemned all the terrorist acts targeting the Iraqi citizens and establishments, demanding the urgent need for a time table whereby the occupation troops would pullout of Iraq so that the Iraqi people will be able of achieving their aspirations of security, stability, growth and prosperity.

The two sides stressed the necessity for the implementation of the UN. resolutions stipulating having the Middle East free of weapons of mass destruction and most of all the nuclear arms.

They demanded the international community to act for the subjugation of the Israeli nuclear installations to the Atomic Energy International Agency, and force Israel to join Nuclear Non-Proliferation Treaty NPT.

Syria and Iran stressed all countries' right including Iran to peaceful use of technology and nuclear energy in line with NPT away from selective policy and double standards which are being practiced by some international circles.

The two sides expressed hope that an atmosphere of justice and equality prevail international relations away from hegemony and selectivity and resorting to dialogue as the best method to solve issues.

Syria and Iran exchanged viewpoints over the regional and international developments and issues of mutual concern. Iranian President Mahmoud Ahmadinejad thanked President Bashar al-Assad for the warm welcome and hospitality he received during his visit to Syria along with his accompanying delegation. Ahmadinejad extended an invitation to President Bashar al-Assad to visit Iran, which he accepted.

Wednesday, January 04, 2006

Suriye Arap Cumhuriyeti'nde Etnik ve Dini Yapı



Yasin Atlıoğlu


GİRİŞ

Bir ülkedeki etnik ve dini çeşitlilik, o ülkedeki kültürel, toplumsal ve tarihsel birikimin zenginliğini gösterdiği gibi çatışma potansiyelini artırıp siyasi istikrarsızlığa da neden olabilmektedir. Sosyoloji literatüründe yer alan “etnik”, “etnik yapı”, “etnik grup” gibi kesin ve ortak tanımlamaları yapılamayan kavramlar, doğduğu ve yaşadığı sosyal çevre içinde ele alınmalıdır. Genel bir tanımlamayla etnik grup, seçilebilir, ayırt edilebilir, dil, din, örf ve adetler, müesseseler arasındaki farka göre yaşayan insanlar olarak tarif edilebilir.(1) Bununla birlikte, bazı toplumlarda biyolojik kökenler, bazılarında tarihsel aidiyet duygusu, bazılarında da din ve mezhepsel yapı, etnik kimliğin tanımlanmasında ön plana çıkabilmektedir. Ortadoğu’da uluslaşma süreci, Avrupa’daki örneklerinden farklı bir şekilde gelişmiş ve dinin toplumsal yapı ve etnik kimlik üzerinde belirleyiciliği yoğun olmuştur. Çalışmamızda bu durum da dikkate alınarak Suriye’nin etnik ve dini çeşitliliği üzerinde durulacaktır.

A. TARİHSEL ARKAPLAN

“Bereketli Hilal” denen coğrafya, tarih boyunca büyük uygarlıklara ev sahipliği yapmış ve insanlığın gelişiminde önemli roller oynamıştır. Tarihin en önemli imparatorluklarını kurmuş olan Mısırlılar, Babiller, Persler, Romalılar ve Bizanslılar, M.S. 7.yy.’a kadar bu bölgeye hakim olurken M.S.636’da Şam (Dımaşk) merkezli bölge, Hz. Ömer tarafından İslam İmparatorluğu’nun sınırlarına katılmış ve İslamlaşmıştır. 11.yy.’dan sonra 400 yıldan fazla bir süre, sırasıyla Selçuklu, Moğol, Memlük ve Haçlı orduları, Suriye topraklarında bulunmuş ve bölgenin siyasi ve toplumsal yapısını şekillendirmiştir. 1516 yılında Suriye’yi ele geçiren Osmanlı İmparatorluğu ise, Birinci Dünya Savaşı’nın sonuna kadar Lübnan, Filistin ve Ürdün topraklarını da içeren Biladuş-Şam Eyaleti olarak bölgeyi yönetti.

Fransa, Suriye’de “böl ve yönet” anlayışına dayanan bir politika izledi. Amacı, manda yönetimine karşı bir özgürlük savaşı başlatabilecek Arap Milliyetçisi siyasi oluşumları ve merkezi otoriteyi tehdit edebilecek bir etnik veya dini unsurun (özellikle çoğunluk olan Sünniler) tek başına güçlenmesini engellemekti. La Politique Minoritaire yani azınlıklardan yararlanma siyaseti dâhilinde, 19.yy. başından itibaren Lübnan’da Marunîler üzerinden politika izleyen Fransa, manda yönetimi altındaki Suriye’de de, özellikle Lazkiye bölgesinde yaşayan Nusayri (Alevi), Süveyde bölgesinde yaşayan Dürzîler ve Suriyeli Hıristiyanlar üzerinden politika izlemeye çalışmıştır.(2) İlk olarak 1920’lerin başında Suriye, Şam, Halep, Alevi ve Dürzî olmak üzere dört özerk devlete ayrıldı. Birkaç yıl sonra Şam ve Halep “Suriye Devleti” adı altında birleşti, fakat Alevi ve Dürzî devletleri 1936’ya kadar ayrı kaldı.(3) Fransız manda yönetiminin azınlıklara yönelik ikinci önemli faaliyeti, gelecek yıllarda Suriye siyasetinde çok etkili olan Suriye Silahlı Kuvvetlerinin temellerini teşkil eden ve özellikle Nusayri ve Dürzîlerden, az miktarda Ermeni, Kürt ve Çerkezlerden oluşan “Les Troupes Speciales de Levant” (Özel Doğu Akdeniz Birlikleri) adlı askeri kuvveti kurmasıdır. Bu birlikler, asayişi sağlamak ve yerel ayaklanmaları bastırmak için kullanıldı. Nüfusun çoğunluğunu oluşturan Sünni Arapların ise bu güce katılmaları teşvik edilmedi.(4) Bununla birlikte, genellikle şehirlerde yaşayan ve ticaretle uğraşan zengin Sünnilerin, kırsal kesimde yaşayan fakir azınlıklara göre askerliğe soğuk baktıkları söylenebilir. Bu noktada etnik ve dini bölünmüşlükle sosyo-ekonomik farklılıkların örtüştüğünü görmekteyiz.

20.yy.’ın ilk çeyreğinde Batılı devletlerce oluşturulan Suriye devleti, uluslaşma sürecini yaşayamamış suni sınırlara sahip bir devlet oldu. 1920–1946 yılları arasında Fransız manda yönetiminin egemenliğinde kalan Suriye’de, Fransızların politikaları sonucu etnik ve dini farklılıklar teşvik edildi ve ulusal bir bütünleşme sağlanamadı. Manda dönemindeki Suriye’de nüfusun çoğu kendini Suriyeli Arap olarak görmek yerine yerel düzeyde bağlarla tanımlamayı tercih etti. 1946 yılında Fransızların tamamen çekilmesiyle kurulan Bağımsız Suriye devleti ise etnik ve dini farklılıklar ve Batılı devletlerin dış müdahaleleri sonucu uzun süre istikrarlı bir siyasi irade oluşturmayı başaramadı. Toplumsal çatışma ve siyasi kaos da ters tepki olarak etnik ayrımcılığı ve alt kültürleri harekete geçirmiştir. Kısacası, Nikolaos Van Dam’ın deyişiyle Suriye’de etnik ve dini bağlar ve farklılıklar siyasetin doğal ve kültürel tabanını oluşturmaktadır.(5)

B. ETNİK YAPI

Günümüzde Suriye halkı, kültürel olarak önemli ölçüde homojen olmakla birlikte etnik ve dini kimlik açısından büyük bir çeşitlilik sergilemektir. 2004 yılı tahminlerine göre, Suriye nüfusu yaklaşık 18.016.874 kişidir. Bu rakama İsrail işgali altındaki Golan Tepeleri’ndeki 40.000 kişilik nüfusu da ekleyebiliriz.(6) Araplar, nüfusun %90’ını oluşturan baskın etnik kimliktir. Ülkenin resmi dili Arapça’dır, eğitimde sadece Arapça kullanılır ve nüfusun %82,5’i Arapça konuşur. Ülkede Arapça dışında kendi etnik dillerini konuşan farklı toplumsal gruplar vardır. Genellikle Sünni Müslümanların dili Türkçe, Kürtçe, Kafkas dilleri, Hıristiyanların Ermenice, Aramice, Süryanice ve Yahudilerin de İbranicedir.(7) Kullanılan diller göre Suriye’deki başlıca etnik azınlıkları, Kürtler, Ermeniler, Çerkezler, Türkmenler ve Süryaniler olarak ele alınabilir. Bunlarla birlikte dini boyut taşıyan Dürzîlik ve Yahudilik de etnik azınlık olarak değerlendirilebilir.

B.1 Araplar

Nüfusun çoğunluğunu oluşturan Arapların %70’i Sünni mezhebine, diğerleri Alevi, İsmaili ve Şii mezheplerine mensuptur. Hıristiyan Arapların ise çoğu Ortodoks Grek Kilisesi, Suriye Ortodoks Kilisesi ve Katolik Grek Kilisesi’ne bağlıdır.

Osmanlı döneminden beri Suriye’de siyasi, ekonomik ve kültürel ayrıcalıklara sahip olan Sünni Araplar, günümüzde Lazkiye ve El-Süveyde dışında her yerde çoğunluğu oluşturur ve genellikle kentli-tüccar sınıfı temsil ederler. İsrail işgalindeki Golan’da 200.000 Arap yaşamaktadır.

Milliyetçiliğin ve Batılıların, etkin bir şekilde Orta Doğu coğrafyasına girdiği 19.yy.dan önce Osmanlı sistemi içinde Araplar, Kürtler, Türkmenler, Çerkezler, Ermeniler gibi belli başlı etnik gruplar Suriye’de genellikle kendi aralarında barış içinde yaşamayı başarmışlardır. Bu ortamın sağlanmasında Osmanlı’nın kurduğu adaletli, akılcı ve paylaşımcı toplumsal ve ekonomik sistem ve güçlü merkezi devlet önemli bir etkenlerdir. Bununla birlikte nüfusun çoğunluğunu oluşturan Sünni Arapların sistem içinde siyasi ve ekonomik ağırlığı olduğunun da belirtmek gerekmektedir. Osmanlı Devleti çöktükten sonra Fransa’nın Suriye’de uyguladığı etnik ve dini azınlıkları ön plana çıkaran politikası ise 1920’lerden itibaren çatışmayı beraberinde getirmiştir. Fransız mandası döneminde uygulanan “böl ve yönet” politikası, Suriye’deki etnik ve dini bölünmüşlüğün ve Arap kimliğiyle azınlık kimliklerinin çatışmasının en önemli nedenlerinden biri olmuştur. Modern Suriye’nin kurulmasından sonra ise batılı manada bir ulus devlet yapısı ve milli bir Suriyelilik kimliği geliştirilememiştir. Bunun yerine siyasal bilinçlenmeyle birlikte ulus-üstü (Pan-Arap) ve ulus-altı (bölgesel) bağlar, ulus-devlete bağlılık aleyhine ön plana çıkarılmıştır. Suriye’deki Araplarda (özellikle Sünni Araplar) Suriyelilik kimliğine oranla Arap kimliği daha ağır basmaktadır.(8)

B.2. Kürtler

Suriye’deki etnik dil konuşan en büyük azınlık, nüfusun yaklaşık %8 kadarını oluşturan Kürtlerdir. Kürtlerin çoğu Sünni’dir, az bir kısmı ise Alevi, Yezidi ve Hıristiyan’dır.(9) Sünni çoğunluk dil olarak Kuzey Kurmançisi, Hıristiyanlar ise Kurmançi’nin yanı sıra Süryanice ve Neo-Aramice’nin çeşitli lehçelerini konuşur.

Kürt nüfus genellikle Suriye’nin sınır bölgelerinde yaşar. Yaşadıkları bölgelerin ilki, Kurt Dağı denen Antakya ile Gaziantep il sınırının Suriye tarafında kalan kısmıdır. İkinci bölge, Fırat nehrinin Türkiye sınırından Suriye’ye giriş yaptığı Ayn-el Arap adlı bölgedir. Üçüncü bölge de, Haseke ve Kamışlı’yı da kapsayan Suriye’nin Türkiye ve Irak sınır bölgesidir.(10) Kürtleri Suriye bölgesine gelişleri açısından ikiye ayırabiliriz. İlk grup göçebe Kürtlerdir ve Suriye sınırı çizilirken Suriye tarafında kalanlardan oluşur, diğerleri de Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra 1923–1946 yılları arasında Şeyh Sait ve Dersim gibi isyan hareketleri sonucu Suriye’ye kaçan Kürtlerdir. İkinci grup Kürtler, gerek Fransız mandası gerekse Bağımsız Suriye dönemlerinde nüfus kâğıdı verilmeyen, hiçbir vatandaşlık hakkından yararlanamayan ve ikinci sınıf vatandaş statüsünde olan Kürtlerdir. Halen 250.000’e yakın Suriyeli Kürdün vatandaşlık hakkı yoktur.

Fransız mandası döneminde, Kürtlerin yoğun yaşadığı El-Haseke Eyaletine özerklik hakkı verilmedi, ancak doğrudan Fransız yönetimine girdi ve burada yaşayan Kürtlerin özerklik arzuları desteklendi. Fransızların azınlıkları destekleyen politikaları sonucu Kürtler de bazı kültürel ayrıcalıklar elde etmiştir. Bağımsız Suriye döneminde ise ilk Kürt siyasi hareketi, 1957 yılında kurulan ve Irak Kürt Demokratik Partisi’nin bir kolu olan Suriye Kürt Demokratik Partisi’dir. Kültürel otonomiyi savunan S-KDP, kurulmasından iki yıl sonra Suriye’nin Mısır ile Birleşik Arap Cumhuriyeti’ni oluşturması sonucu BAC yönetimi tarafından yasaklandı, liderleri hapse atıldı. S-KDP dışında Suriyeli Kürtler kayda değer bir Kürt partisi kuramamışlardır.(11) Suriye’de Kürtlere karşı uygulanan bu baskı politikasında otoriter ve Arap Milliyetçisi Baas yönetiminin etkisi olduğu gibi devletlerin sınır bölgelerinde yaşayan dini ve etnik azınlıkların kendilerine bir gün ihanet edeceği düşüncesinin de payı vardır (Fransız mandası döneminde azınlıklara karşı Sünni Arapların psikolojisine yerleşen olumsuz tarihsel bakış açısından dolayı).

Baas dönemindeki baskı politikasına karşılık Hafız Esad, iktidarı ele geçirdiği 1970 yılından itibaren Kürtlere karşı hoşgörülü ve müsamahalı bir tavır sergilemiştir. Bununla birlikte Hafız Esad, Suriye dışında yaşayan Kürtleri (özellikle sınır komşuları olan Türkiye ve Irak’taki Kürtler) Suriye dış politikasında etkin bir araç olarak da kullanmaya çalışmıştır. 1976 yılında Şam’da Celal Talabani önderliğinde Kürdistan Yurtseverler Birliği’nin kurulmasına izin vermesi ve 1980’lerden itibaren terör örgütü PKK’ya ve liderine Türkiye karşıtı eylemleri karşılığında kucak açması, askeri ve finansal destek vermesi Esad’ın Kürt politikasını açıklayacak en güzel iki örneği teşkil eder. Bu dönemde, Suriyeli Kürtlerin ise ciddi bir siyasi veya kültürel talebi ortaya çıkmamıştır. 2000 yılında Hafız Esad’ın ölmesiyle gerçekleşen iktidar değişimi ve 2001 yılında gerçekleşen 11 Eylül Saldırısı sonucu değişen uluslararası ortam, Orta Doğu’ya bir ABD askeri müdahalesini getirmiş ve özellikle Kürt etnik azınlıkların siyasi bağımsızlık taleplerinin ortaya çıkmasına yol açmıştır. 2004 Mart ayında Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı El-Haseke Eyaletine bağlı Kamışlı beldesinde Kürt-Arap çatışması şeklinde başlayan ve yayılan olaylar, Suriye Kürtleri’nin ilk ciddi başkaldırı girişimidir. Bu olayların arka planında, Kuzey Irak’taki Kürtlerin kazandığı ayrıcalıkların tesiri olduğu gibi ABD’nin bölgedeki askeri ağırlığından kendilerine pay çıkarma gayreti de yatmaktadır. 2005 yılının Mayıs ayında Kürt kökenli Nakşi Haznevi tarikatı lideri Şeyh Muhammed Maşuk el Kaznavi'nin kaçırılıp öldürülmesi Kamışlı merkezli Kürt bölgesinde halkı yine ayaklandırsa da olaylar büyümeden Suriye yönetimince kontrol altına alınmıştır.

B.3. Ermeniler

Ermeniler, tarihin eski zamanlardan beri Suriye bölgesinde yaşamaktadır. Halep, Memluklular devrinden günümüze kadar Suriye’de Ermenilerin en önemli merkezi olmuştur. Suriye’ye, 20 yy.daki ilk büyük Ermeni göç dalgası ise Birinci Dünya Savaşı devam ederken Osmanlı Devleti’nin çıkardığı “Tehcir Kanunu” sonucu gerçekleşmiştir. Bunları 1920’lerde Fransa’nın Anadolu’dan çekilmesiyle Halep’e göç eden 50.000 Ermeni göçmen takip etmiştir. Kilikya’dan Halep’e gelen bu Ermeni göçmenler, daha sonra El-Cezire bölgesindeki Kamışlı, Haseke gibi kasabalara yerleşmişlerdir.(12)

Günümüzde Suriye nüfusunun %2 civarı, dini ve etnik azınlık olan Ermeniler’ den oluşur. Çoğunluğu Ermeni Ortodoks Kilisesine (diğer adıyla Gregoryen Kilise), bir kısmı da Ermeni Katolik Kilisesine bağlıdır.(13)

Fransız Mandası Döneminde, Fransız karşıtı bölgesel Sünni Arap isyanlarını bastırmakta kullanılan “Troupes Speciales” birliklerine katılan Ermeniler uzun süre Suriyeli Araplardan düşmanca bir yaklaşım gördüler. Baas ve BAC dönemlerinde Ermeni dilinde çıkan gazeteler ve kültürel faaliyetleri yasaklandı. Fakat Ermeniler asimile olmamışlardır, Hafız Esad döneminden itibaren kendilerini ifade etmelerine izin verilmiş ve kendi okullarında eğitim görmeye, Ermeni dilini konuşmaya, bu dilde gazete çıkarmaya devam etmişlerdir.

B.4. Çerkesler

Çerkezler iki farklı tarihte Suriye’ye göç etmiştir. İlk gelenler Rusların baskısı sonucu Kafkasya’dan Samsun’a göç etmişler, daha sonra da Suriye’ye yerleştirilmişlerdir. 1872 göçüyle gelen bu Çerkez grubu 1000 kişi civarındadır. Bir kısmı Hama ve Humus’a diğerleri de Golan’a yerleştirildiler. İkinci aşama da gelenler ise 1878 yılında Balkanlar’da yerleşik haldeyken İstanbul ve Selanik’te toplanan, ardından Suriye’ye gönderilen 1200 dolayında Çerkezdi. Önce Beyrut, Trablusşam ve İskenderun’a gelen grup, bir süre sonra daha önce gelenler gibi Hama ve Humus’a yerleştirildiler. Bu göçmenleri ardı ardına kafileler izlemiş ve o dönem Suriye’deki Çerkez nüfusu 70.000’i bulmuştur.

Fransız mandası döneminde çeşitli ayrıcalıklar elde eden Çerkezler için Arap-İsrail Savaşları bir dönüm noktası olmuştur. 1948 Savaşında Suriye Ordusu içinde özel bir Çerkez birliği İsrail’e karşı savaşmıştır ve Çerkezler devlet yapısında yer almaya başlamıştır.1967 Savaşı’nda İsrail’in, “Çerkeslerin başkenti” denen Kunteyra’yı da içine alan, Golan’ı işgal etmesiyle Golan’da yaşayan 25.000 Çerkezin çoğu Şam yakınlarındaki yerleşim birimlerine, bir kısmı da ABD’ye göç etti.(14)

Çerkezler’in sayıları göçler ve hastalıklardan dolayı gittikçe azalmıştır. Günümüzde Halep’te Abzah ve Kabardey adlı iki Çerkez köyü bulunmakta ve Raka, Rasulayn ve Kamışlı yakınlarında Çerkezler yaşamaktadır. Soğuk Savaş döneminde Suriye’nin SSCB ile ilişkilerindeki artış Çerkezler’in Kafkasya ile ilişkileri gelişmiştir. Fakat zaman içinde Çerkezler’in kültürel kimliklerini ve dillerini (Çerkez dernekleri dışında) korumaları zorlaşmaktadır. Suriye’de Çerkezler ve Abazalar ayrılmayacak kadar karışmış ve kaynaşmışlardır. Ortak dil Çerkezce’dir. 1948’de kurulan Adığe Hase’nin (Çerkez Derneği) günümüzdeki başkanı bir Abaza olan ve Türkiye’de tıp öğrenimi görmüş doktor Şeref Marşan’dır. Şeref Marşan’ın kardeşi olan ve Müslüman Kardeşler Örgütü tarafından öldürülen Suriye Hava Kuvvetleri eski komutanı Memduh Marşan, güvenlik servisi başkan yardımcısı Valid Maşran, cerrah Ahmet Kucba Suriye’nin ünlü Abazalarındandır.(15)

B.5. Türkmenler

7. ve 8. yy.dan beri Fırat ve Dicle’ye indikleri, Mezopotamya ve Anadolu’dan Suriye’ye göçtükleri, 9. ve 11. yy.dan bu yana Suriye coğrafyasında yaşadıkları bilinen Suriye Türkmenleri, nüfusun yaklaşık %2’lik bölümünü oluştururlar. Suriye Türkmenleri, ilk yerleşimlerinde göçebe olarak kalmışlarsa da sonradan yerleşik düzene geçmişlerdir. Türk dili konuşan nüfus sayısının 300.000’nin üzerinde olduğu tahmin edilmektedir.(16)

Türkmenlerin en yoğun yaşadıkları yerler Halep, Teleke, Kunteyra ve Şam bölgesidir. Osmanlı döneminde Türk nüfusun idari merkezi olan Halep büyük bir Türkmen mahallesine sahiptir. Bağımsız Suriye döneminde, Türkmenler zaman zaman Arap Milliyetçiliği ideolojisinin etkisindeki iktidarların baskısı ve Araplaştırma politikasına hedef olmuştur.

B.6. Süryaniler

Hıristiyanlığın yayıldığı ilk dönemlerde bu dini kabul eden Mezopotamyalılar (Arami ve Asurîler), Süryani ve Süryanilik adı altında bir bloklaşma gösterdiler. Çünkü bunlar aynı ırki geçmişe sahip, bölgenin en eski organik kültürünün devamıydılar. Bu bloklaşma kültürel ve dilsel alanında günümüze kadar devam etmişse de Hıristiyanlık bağlamında 4.y.y.daki Kristolojik tartışmaların kurbanı oldu ve tarih içinde başta Doğu ve Batı Süryani Kilisesi olmak üzere çeşitli parçalara ayrıldı.(17)

Nasturi, Yakubi ve Keldani Kiliselerine mensup olanlar ırki olarak Süryani’dir, ayin dilleri de Süryanice’dir.

C. DİNİ YAPI

Tek tanrılı üç ana dinin doğduğu topraklar, Suriye bölgesinin çevresinde yer aldığı için ilk yayılma alanları da Suriye olmuştur. Roma İmparatorluğu döneminde Hıristiyanlığın tesirinde kalan bölge Hz Ömer’in 636 yılında fethi sonucu İslamlaşmaya başlamıştır. Dört Halife döneminde başlayan İslamiyet içindeki parçalanmalar ve özellikle Moğolların Orta Doğu’ya girişinden sonra ortaya çıkan tarikat yapılanmaları dinin farklı yorum şekillerini ortaya çıkarmıştır. Bununla birlikte Orta Doğu’daki dinlerde, Zerdüştlüğün, eski Yunan dinlerinin ve Hinduizmin etkilerini de görmek mümkündür. Günümüzde Suriye’nin dini yapısının %90’ını Müslümanlar, %10 civarını Hıristiyanlar oluşturmaktadır. Bir miktar da Yahudi ve Yezidi bulunmaktadır.

C.1. İslamiyet

C.1.1. Sünniler


Dini yapı açısından Suriye’de, nüfusun çoğunluğunu –özellikle Hanefi mezhebine bağlı- Sünni Müslümanlar oluşturur. Sünniler toplam nüfusun %74’ü kadar olup, Lazkiye ve Es-Süveyde eyaleti dışında her yerde çoğunluktadırlar.

Nüfustaki çoğunluğunun da etkisiyle Sünni İslam, Memluklar ve Osmanlı İmparatorluğu dönemlerinde hâkim siyasi güç merkezleri tarafından desteklenmiş ve Hafız Esad’ın iktidara geldiği 1970’ler kadar Suriye siyasi ve idari mekanizmasında hakim sınıf konumunda olmuştur. Manda dönemindeki Fransa’nın azınlıkları destekleyen politikalarına rağmen Sünniler, Bağımsız Suriye kurulduktan sonra gerek ordunun üst düzey kademelerinde gerekse Baas Partisi’nin üst kadrolarında önemli yerler işgal etmişlerdir. Hafız Esad hâkimiyetindeki Suriye yönetiminde de Sünnilere önemli görevler verilmiştir. Bununla birlikte siyasi istikrarın olduğu 30 yıllık Hafız Esad döneminde, Esad’a karşı tek ülke içi tehdit Sünni Müslüman Kardeşler Örgütü’nden gelmiştir.

C.1.2 Şia (Şiiler)

Şia, Hz. Muhammed vefat ettikten sonra meşru halife olarak Hz. Ali’yi gören toplulukların ortak adıdır. Şiileri Sünnilerden ayıran en önemli özellikleri İmamet inanışlarıdır. Şiilik, Sünnilikten sonra Suriye’de en yaygın İslami mezheptir. Genel olarak Şii mezhebinin Zeydilik, İmamiye (İsna Aşeriyye) ve İsmaililik olmak üzere üç ana kolu vardır. Suriye’de İsmaililik yaygındır. Sünni din âlimlerinin Gulatu’s-şia (Şiilerin taşkınları) dedikleri fırkalardan biri olan Nusayrilik kendini Alevi olarak yani Şia’nın bir kolu olarak sunmaktadır. İsmaili mezhebinden doğan Dürzî inanç sisteminin taraftarları da kendilerini “Muvahhidin” (Tanrı’nın birliğine inananlar) olarak adlandırmaktadır.(18)

Hâkimiyeti elinde tutan Sünni çoğunluk ile heterodoks topluluklar (Nusayriler, İsmaililer, Dürzîler) arasındaki ilişkiler geleneksel olarak dini-mezhepsel karşıtlıklar üzerine bina edilmiştir. Sünniler bunları genellikle sapkın, din dışı olarak görmüşler, sosyal temastan sakınmışlar ve fırsat bulunca yok etmeye dahi çalışmışlardır.

C.1.2.1. Nusayrilik (Alevilik)

Suriye’yi 30 sene boyunca tek başına yöneten Hafız Esad gibi bir şahsiyeti içinden çıkarmayı başaran, tarih boyunca Sünniler tarafından siyasi ve dini olarak dışlanmış, aşağılanmış, ekonomik olarak geri kalmış bir dini azınlık olan Nusayriliği anlamak Suriye’deki siyasal sistemin üzerinde durduğu dengeleri anlamamızı kolaylaştırmaktadır. (Suriye nüfusunun %11’i Nusayri’dir)

Nusayrilik adını, 11. İmam Hasan el Askeri’nin müridi Ebu Şuayb Muhammed bin Nusayr’dan alır. Nusayrilik, Nusayr’ın ölümünden sonra Muhammed bin Cundep ve Abdullah Muhammed Cenan el Cunbulani tarafından yayıldı.(19) Nusayrilik, İslamiyet içindeki heterodoks akımlardan biridir. Kendilerine özgü gizli bir inanç sistemine sahiptir: Bu, eski Suriye veya Fenike putperestliğinin (başlıca şu üçlüye tapınma; Güneş, Ay ve Yıldızlar), muhtemelen Hıristiyan Teslis inancından (Kutsal Üçlü) ve çeşitli Hıristiyan ayinleri ve bayramlarından etkilenmiş bir karışımıdır.(20) Nusayrilerde gizli teslisin formulü (Kelimetü’l-Sır) Ayn, Mim ve Sin harflerinden oluşur; Ayn, göz demektir. Allah'ın tecellisini görmek, anlamak demektir. Ayn; yüce olan Hz. Ali'dir. Mim, Hz. Muhammed'dir. Sin, Hz. Muhammed'in İranlı sahabesi Selman-ı Farisi'dir. Yüce olanın babıdır.(21) Nusayrilikte; her İmam'ın bir Bab’ı vardır. Buna göre, 11. İmam Hasan el-Askeri'nin Bâb'ı Ebu Şayb Muhammed b. Nusayri en-Numeyri'dir. Nusayrilik Batini bir mezheptir; Şeriatın Batini (içsel) ve Zahiri (dışsal) olmak üzere iki anlamı olduğuna ve aslolan Batini anlamın İmamlar dışında sadece bablar tarafından bilineceğine inanılmaktadır. Bu inanç şekli ışığında, Ortodoks İslam tarafından Nusayriler Hz. Ali’yi tanrılaştırmakla suçlanmış ve Şia’nın “müfrit” (gulat) kolu olarak değerlendirilmiştir.(22)

Nusayriler, dört kavimi birlik içinde toplanmışlardır: Hayyatin, Haddadin, Matavira ve Kalbiya. Nusayrilerin kabile yapıları hakkında fazla bilgi olmamakla birlikte merkezi otoriteye bağlı olarak hareket ettikleri bilinmektedir. Fakat kabileler birbirlerinden farklı özellikler taşımaktadır ve aralarında rekabet söz konusudur.(23) Bu kollar ve mezhebi ayrılma, Nusayrilerin pek çoğunun, hem kol başkanları ve dini liderlerince kullanılmalarına yol açtı, hem de Sünni Müslüman komşuları tarafından baskı yapılmasına zemin hazırlamıştır.(24) Örneğin 42.000 müridi bulunan Gasasinah grubu lideri Süleyman el-Mürşid 1946’da kendini tanrı ilan etmiş ve Suriye hükümetine karşı ayaklanmıştır. El-Mürşid’in idam edilmesi sonucu müritlerinin çoğu eski aşiretlerine geri dönmüşlerdir. Oğlu Muncip’de ilahlık iddiasında bulunduysa da 1951 yılında Suriye istihbarat başkanı tarafından öldürülmüştür.

Suriye’de Nusayrilerin %75’i, nüfus olarak çoğunluğu oluşturdukları Lazkiye bölgesinde yaşarlar. Büyük bölümünün tarım sektöründe çalışması nedeniyle Lazkiye’ye bağlı kırsal kesimde de çoğunluğu oluştururlar. 1970’li yıllara kadar Nusayriler kıyı şehirlerinde ve kasabalarda Sünnilere ve Hıristiyanlara oranla azınlıkta yer almışlardır. Nusayrilerin yaşadığı Lazkiye bölgesi, “Bağımsızlık Suriye” kurulmadan önce ekonomik olarak yoksul ve azgelişmiş bir bölgeydi. Fransız Mandası döneminde Nusayri kimliği ön plana çıkarıldı ve Nusayrilerin geçmişi Fransızların eliyle tekrar oluşturuldu.(25) Nusayriler, 1920’de Fransız Mandası döneminde Süleyman el-Ahmed’in (dini lider) önderliğinde bir Alevi devleti kurup (1933 yılı nüfusu: 334.173 olup bunun 213.066’sını Nusayriler oluşturuyordu) ayrıcalıklar elde etseler de ancak 1946’da Suriye bağımsız olduktan sonra özellikle Baas iktidarı dönemlerinde sosyo-ekonomik olarak gelişmeye başlamışlardır. Baas Partisi’nin fikir babalarından birinin Zeki Arsuzi (İskenderunlu bir Nusayri) olması ve Baas’ın sosyo-ekonomik eşitlik yönündeki idealleri Nusayrilerin 1950’lerden itibaren Baas’ı desteklemelerine ve parti içine girmelerine neden olmuştur. Nusayriler için asıl büyük gelişme, Hafız Esad’in 1970’de iktidarı ele geçirmesidir. 1970’lerden sonra Nusayriler devlet ve ordu kadrolarında etkin bir şekilde yer alarak kısa yoldan sınıf atlamış ve şehirlerde yaşamaya başlamışlardır.

Suriye eski devlet başkanı Hafız Esad iktidarı boyunca, Nusayriliğin Şia’nın gerçek bir kolu olduğunu iddia etmiş ve Şii âlimlerden fetvalar almıştır. Nusayri adı yerine “Hz. Ali’yi seven” manasına gelen “Alevi” adı kullanılmaya başlanmıştır. Onun bu çabası, Sünnilerin çoğunlukta olduğu bir toplumda kendini ve mezhebini meşrulaştırma çabası olarak yorumlanabilir. Nikolaos Van Dam bu durumu şöyle ifade ediyor:“ Devlet Başkanı Hafız Esad, Baas Partisi’nin din ile siyaseti kesin çizgilerle ayıran seküler yaklaşımına ters düşerek, bu dönemde (1980) yaptığı konuşmalardan bazılarına ‘Allahu Ekber’ gibi dini deyişlerle başladı, kimi iddialarını desteklemek için Kuran’dan ayetlere bile yer verdi. Bazı durumlarda Devlet Başkanı, açıkça Müslüman olduğunu söyleme gereğini hissetti zira Sünni çoğunluğun büyük bölümü Alevilerin gayrimüslim olduğuna inanıyor ve sırf bu sebepten Esad’ın iktidarının meşruiyeti hakkında şüpheye düşüyordu”.(26) Şu an Suriye Devlet Başkanı olan Beşşar Esad’ın da, Esma Esad gibi Sünni bir ailenin kızını eş olarak seçmesi iktidar meşruluğu-mezhepsel aidiyet ilişkisine güzel bir örnek teşkil edebilir.

C.1.2.2. İsmaililik

Şia’nın müfrit (gulat) bir kolu olarak görülen İsmailiye mezhebi, İsmail bin Cafer es-Sadık’a dayandırılır. Bu mezhebe mensup olanlar, imamların sıralaması meselesinde Cafer-i Sadık’a kadar İsna Aşeriyye kolu ile aynı fikirdedir. İmamiye Şia’sı yedinci imam olarak Musa el-Kasım’ı tanırken İsmaililer yedinci imamın Cafer es-Sadık’ın büyük oğlu İsmail olduğunu kabul ederler. İsmail’in, babası Cafer-i Sadık’tan önce ölmesine rağmen, İsmailiyye mezhebinden olanlar, Cafer’den sonra oğlu İsmail’in imam olacağına dair Cafer’in nassını (sözünü) geçerli sayarlar.

İsmaililer, Abbasilerin baskısından çekinerek mezheplerini merkezlerden uzak yerlerde ve gizli olarak yaymaya başladılar. İsmail’in ölümünden Ubeydullah el-Medhi’nin ortaya çıkışına kadar olan dönem, İsmaililer için gizlilik dönemidir. İsmail’den sonra imamlık oğlu Muhammed el Mektum’a geçmiştir. Muhammed, “Gizlenen İmamlar” manasına gelen “Mektum İmamların” birincisidir. İkinci dönem olan Görünme dönemi ise, Yemen’de İsmaili devleti’ni kuran el-Hasan bin Havşeb’le başlar ve İsmaililer Kuzey Afrika’da yayılmaya başlamışlardır. Genişleme dönemi de Suriye’nin Selemiye kasabasında Ubeydullah el-Medhi’nin ortaya çıkışı ve Fatimi-İsmaili devletini Tunus’da kurmasıyla başlar. İsmaililer daha sonra Mısır’ı ele geçirip devletin merkezi yaptılar. Onsekizinci imamları el-Mustansır’ın 1094’te ölümünden sonra mezhepleri el-Mustansır’ın oğulları Nizar ve el-Mustali arasında ikiye ayrılmıştır (El-Mustali’nin Nizar’ı öldürüp iktidarı ele geçirememesi ile başlayan bölünme). Daha sonra Hasan Sabbah’ın yönetiminde Kazvin yakınlarında Alamut Kalesi’ni ele geçiren Nizariler Doğu İsmaililer, Mısır’da kalan yani Mustaliler Batı İsmaililer olarak anılmaya başlandı.(27)

Suriye’deki İsmaililer Nizari’dir. Şam İsmailileri denen bu fırka, Haçlı Seferleri sırasında kaleleri ve askeri güçlere sahip olmuş ama hiçbir zaman devlet kuramamışlardır. Bernard Lewis, 12.yy.da Suriye Nizarileri’nin genellikle Alamut merkezli İsmaililere tabi olduğunu fakat Raşiduddin Sinan (Şeyhül cebel adıyla anılır) adlı bir Nizari önderin bağımsız hareket ettiğini ve Suriye Nizarileri için önemli bir isim olduğunu söylemektedir.(28) Batılı kaynaklarda da Sinan lider kimliği ve eylemlerinden dolayı Hasan Sabah’a benzetilmektedir. Suriye’deki Selemiye kasabası o devirde büyük korku salan Sinan ve adamlarının merkezi olmuştur. 12.yy.’dan sonra Şam İsmailileri’nin büyük kısmı Moğolların ve Memlüklerin siyasi ve askeri baskıdan dolayı Lazkiye yöresindeki dağlara sığındı ve başta Kadmus olmak üzere yerleştikleri kasabalarda görece daha güvenli bir yaşam sürmeye başladılar. Lazkiye’nin kırsal kesimindeki Nusayrilerin İsmaililere bakışı genelde düşmanca olmuştur. 1876’da Sultan II. Abdülhamid’in kendilerine toprak bağışlaması sonucu İsmaililerin büyük kısmı eski dini merkez Selemiye’ye geri döndüler.

Günümüz de, Suriye İsmailileri’nin %80’i ülkenin merkezindeki Hama eyaletinde ve daha çok bu ilin Mesef ve Selemiye mıntıkalarında yaşarlar, çoğu tarım sektöründe çalışır. Suriye’nin bağımsız olmasından sonra Selemiye bölgesindeki İsmaililer, ekonomik ve sosyal açıdan Lazkiye’deki Nusayrilere oranla daha hızlı bir gelişme göstermişler, 1963’te Baas’ın iktidara gelmesiyle devlet memurluklarına girmeye ve şehirlere göç etmeye başlamışlardır.

C.1.2.3 Dürzilik

%90’ından fazlası güneydeki El-Süveyde ilinde yaşayan Suriye Dürzîleri, zaman zaman ülke siyasetinde rol oynamış etnik ve dini bir azınlıktır. Golan Tepeleri, Halep ve Şam’da da bir miktar Dürzî yaşamaktadır ve ülkedeki toplam nüfusları 350.000 civarındadır.

Dürzîler, 1017 yılında kendini Tanrı ilan ettikten sonra esrarlı bir şekilde ortadan kaybolan Fatimi halifesi el-Hakimi’in veziri Hazma bin Ali’nin kurduğu mezhebin üyeleridir. Hâkim’in ölmediğine, bir gün “Mehdi” olarak yeniden ortaya çıkacağına inanırlar. Bu inançları yüzünden el-Hâkim’den sonraki Fatımi halifelerinden tepki görmüşlerdir. Bu tepkiden dolayı Darazi adında bir din adamı önderliğinde Suriye’ye göçmüşlerdir. Dürzîleri Franklara bağlayan bir söylentiye göre ise, 12.yy.da yurtlarına geri dönemeyen Comte de Dreux komutasındaki bir miktar Haçlı askeri Suriye dağlarına çekilip oradaki yerli halkla evlenerek İslam ülkesinde bir Hıristiyan topluğu kurmuşlardır, Dreux adının değişime uğramış hali olan “Dürzî” adını almışlardır.(29) Dürzîlerin kökeni hakkında bir başka görüş, bunları Eski Ahit’te sözü edilen ve Süleyman Tapınağı’nın yapımı sırasında Lübnan dağlarından kereste sağlayan Sayda'lı işçilere dayandırmaktadır. Bazı araştırmacıların Dürzîliği İslam’ın Batıni akımları arasında saymalarına karşın, Dürzîliğin Sünni şeriatıyla olduğu kadar Şii-Batıni anlayışla da çatışan tarafları vardır. Sünni Müslümanlar, Dürzîleri Müslüman olarak görmezler. Oysa Dürzîler kendilerini Müslüman olarak, hatta Müslümanların en doğru inançlısı biçiminde değerlendirirler.

Günümüzde El-Süveyde bölgesinde yaşayan Dürzîlerin büyük bölümü, özellikle 17. ve 19. yy.larda Lübnan, Filistin ve Halep bölgelerinden göç edenlerin akrabalarıdır. Ailelerin ve aşiretlerin topluca yerleştiği yörelerde zamanla, ya sayıca çoğunluğu oluşturdukları ya da yöre tümüyle belirli bir aileden veya onun kollarından oluştuğu için hâkim duruma gelmişlerdir. El-Süveyde bölgesinde Dürzî cemaat liderliği uzun süre Hamdan ailesinin elinde kaldı. Liderlik 1868 yılında yine Dürzî olan El-Atraş ailesine geçti. Dürzî cemaatinde, sosyal önem ve mevkii gibi kıstaslara dayanan katı bir hiyerarşi geçerlidir. Bu hiyerarşiye özellikle soysal etkinlikler sırasında kesinlikle uyulur. El-Atraş gibi aileler bu hiyerarşi içindeki konumlarını yerel seçimlerde mücadele ederken kullandılar.(30) Fransız Mandası döneminde Fransızlarla anlaşan Dürzî Şeyhi Mahmud Ebu Fahr özerk bir Dürzî devleti kurmuştur. El-Atraş ailesinden Sami Paşa Dürzî Devlet başkanı oldu. Bağımsız Suriye döneminde, Suriye Hükümetinin Dürzî Dağı’nı (Cebel el-Dürüz) denetim altına almayı ve azınlıkları kısıtlamayı amaçlayan faaliyetlerine El-Atraş ailesi önderliğindeki Dürzîler siyasi özerklik konusunda mücadele başlatarak cevap verdiler. El-Atraş ailesinin rakibi Ebu Ali ailesi ise hükümete yakın Arap Milliyetçisi bir politika izledi. Dürzîler arasında 1947 yılında ortaya çıkan bu çatışmadan El-Atraş ailesi karlı çıktı ve Sultan el Atraş önderliğindeki Dürzîler, Dürzî Dağı’nda Edip Çiçekli Diktatörlüğüne karşı silahlı mücadele başlattılar. Bu mücadele sonucunda 1954’te Dürzî Dağı’ndaki Dürzîler hükümet kuvvetleri tarafından tutuklandı ve Dürzi ailelerin etkinliği 1960’lardan itibaren azalmaya başladı. Dürzîler bu tarihten sonra öncelikle Suriye Halk Partisi sonra da Baas ve Suriye Ordusu içinde örgütlenip Sünnilere karşı Nusayri önderlerle işbirliği içinde hareket etmişlerdir.(31) Fakat Selim Hatum ve Talal Ebu Asali adlı iki Dürzî subayın 1966’daki başarısız darbe girişimi, etkili Dürzî subayların ordudan tasfiyesini getirmiş ve Dürzî cemaatin Suriye siyasetindeki etkinliğini en alt düzeye indirmiştir.(32)

C.2. Hıristiyanlık

Müslüman Araplar 8.yy.da Suriye’yi fethedene kadar ülkedeki en kalabalık topluluk Hıristiyanlar idi. İslamiyet’in, Suriye bölgesinde yayılmasından günümüze kadar bölgedeki Hıristiyanlar öz kimliklerini korumuşlardır. Bunun en önemli nedenini, İslamiyet’in bu dine bakışı oluşturur. İslamiyet’te, Hıristiyanlar Ahl el-Kitab (Kitabı olanlar), yani Hz. Muhammed’den önce peygamberler yoluyla ilahi vahiye şahit olan ve (Kuran-ı Kerim’den) önceki kutsal kitapların ve yazıların emanet edildiği insanlar olarak görülürler. Ahl el-Kitab statüsü, Hıristiyanların ibadethanelerini ve dini vakıflarını ellerinde tutmalarına olanak sağlamıştır. Bu himayeci konum Osmanlı İmparatorluğu döneminde bu topluluğun bir “Millet” olarak resmen tanınmasıyla daha da kurumsallaştı.(33) Fransız Mandası döneminde ise Fransa’nın yoğun desteğini alan Hıristiyanlar, 1930 Anayasası ile hükümet kurumlarında temsil edilme hakkını elde etmişler, kendi yüksek eğitim düzeyleri sayesinde de kamu idaresinde tercihli bir yere sahip olmuşlardır. Bunlarla birlikte kendi çabalarıyla elde ettikleri ekonomik zenginleşme sonucu modern Suriye’de Hıristiyanlar ile Müslümanlar arasında ekonomik, kültürel ve siyasi çatlak büyümüştür.(34)

Hıristiyanlık günümüzde Katolik, Ortodoks ve Protestan Kilise olmak üzere üç ana mezhebe ayrılmıştır. Bu kiliseler de kendi içlerinde alt kollara ayrılmaktadır. Günümüzde, dünyadaki Hıristiyan nüfusun yaklaşık %50’si Katolik, %30’u Protestan, %17’si Ortodoks, %3’ü de diğer gruplardan oluşur. Hıristiyanlıktaki bölünmelerin tarihsel arka planına incelediğimizde, öncelikli olarak 2.yy.ın başından itibaren Hıristiyanlık içinde ortaya çıkan Hz. İsa’nın tabiatıyla ilgili Kristolojik (Christologie) tartışmalar bakmak gerekir. Bu tartışmalar ki 4.yy.dan başlayarak kilisenin bütünlüğünü sarsacak önemli bölünmelere yol açmıştır.(35) Kilise içindeki bölünmeler, Suriye’deki Hıristiyan cemaati oluşturan gruplarda da açıkça görülmektedir. Ülke nüfusunun %10’undan fazlasını oluşturan Suriye Hıristiyan cemaatini, Gregoryen Ermeni, Katolik Ermeni, Ortodoks Rum, Katolik Rum, Ortodoks Süryani, Protestan, Marunî (Katolik Arap), Katolik Süryani, Katolik Keldani, Ortodoks Nasturi ve Katolik Asuriler olarak ayrılabilir.(36) David Commins ise yaptığı sınıflandırmada Suriye Hıristiyan cemaati sekiz tarihsel mezhebe ayırmıştır. Ortodoks Kiliseler, Grek Ortodoks veya Melkit Kilisesi (Ayinlerde Yunanca ve Arapça dillerini kullanır), Suriye Ortodoks veya Yakubi Kilisesi (Ayin dili Süryanicedir) ve Ermeni Ortodoks veya Gregoryen Kilisesi (Ayin dili Ermenicedir) olarak üçe ayrılır. Roma ile iletişim kuran beş kilise ise Birleşmiş Katolik Kiliseler olarak anılır. Bu kiliseler, Roma’nın tesirine rağmen eski ayin usullerini kaybetmemişlerdir. Birleşik Kilise, Marunî Kilisesi (1180’de Roma’nın etkisine girmiştir, ayin dili Süryanice’dir), Suriye Katolik Kilisesi (1783’de Suriye Ortodoks Kilisesi’nden ayrılmıştır), Grek Katolik Kilisesi (1724’de Grek Ortodoks Kilisesinden ayrılmıştır), Keldani Katolik Kilisesi (1672’de Birleşmiş Kiliseye giren eski Nasturiler’dir) ve Ermeni Katolik Kilisesi’nden (1742’de Ermeni Ortodoks Kilisesi’nden ayrılmıştır) meydana gelir. Batı Suriye Hıristiyan Kilisesi olarak da bilinen Nasturi Kilisesi ise –bazı kaynaklarda Ortodoks olarak niteleyenler olmasına rağmen- diğer kiliselerden tamamen ayrılmış bir konumdadır.(37)

Suriye’de Hıristiyan Cemaat içindeki parçalanmanın temel nedeni olan Hz. İsa’nın tabiatıyla ilgili tartışmalar, esas olarak 4.yy.da Nestorius (Nastur) tarafından kurulan Nasturi Mezhebi tarafından ortaya çıkarılmıştır. Nasturiler, Hz. İsa’nın insani ve ilahi iki tabiata sahip olduğu şeklindeki Nestorius’un görüşünü takip ederler. Nestorius, Hz. Meryem’in Tanrı Anası (Theotokos) değil İnsan Anası (Anthropotokos) olduğunu, dolayısıyla Hz. İsa’nın insan olarak doğduktan sonra tanrı tabiatı kazandığını, Hıristiyan Kilise Tarihinde Diofizitçilik (Çift Tabiatçılık) adı verilen düşünceyi savunuyordu.(38) Nestorius’un bu görüşüne tepki olarak İskenderiye Patriği Cyril Efes Konsili (M.431) aracılığıyla Nestorius’u aforoz etti ve Hz. İsa’nın yalnızca ilahlık unsurunun bulunduğunu ileri sürdü. Monofizitizm (Tek Tabiatçılık) adıyla anılacak bu görüşün Orta Doğu ve Anadolu’da yayılmasını sağlayan kişi ise Urfa (Edessa) Piskoposu Jacob Baradaeus olmuştur. Bu katkılarından dolayı Suriyeli Monofizitler Yakubi adını aldı ve Suriye Ortodoks Kilisesi kuruldu. Roma Katolik Kilisesi’nin etkisine giren Nasturiler olarak tarif edilen Keldaniler ise eski ayin usullerini terk etmeyerek sadece görünüşte Roma’ya bağlanmışlardır, ayin dili olarak Süryanice’nin doğu lehçesini (Keldanice) kullanmaktadırlar. 5.yy.da Maron adlı bir rahip tarafından kurulan Maruni Kilisesi, Haçlı Seferlerinden sonra Birleşmiş Kiliselerin içine girip Roma’ya yaklaştıysa da daha önceleri İsa’nın insani ve tanrısal olmak üzere birbirine karışmış iki iradesi olduğunu kabul etmekteydiler (Monoelitizm). Hıristiyanlığı bir millet olarak topluca kabul eden ilk kitle olan Ermeniler ve Ermeni Kilisesi, Hz. İsa’nın tek tabiatına (Tanrısal Tabiat) inandığı için Monofizittir. Bu kilise, 1198’den sonra Katolik dünyasıyla ilişkiye geçmiş, sonuç olarak Katolik Ermeni Kilisesi ve Gregoryen Ermeni Kilisesi olarak ikiye bölünmüştür.(39)

Suriye’de farklı alanlara yayılmış olan Hıristiyan mezhepler arasında nüfus bakımından en geniş topluluk, çoğunluğu Arap etnik kimliğine sahip, Grek Ortodokslar’dır. 19.yy.da Rus İmparatorluğu’ndan koruma ve destek gören bu kilisede 20.yy. içinde Arap Milliyetçiliğine güçlü bir kayma gözlenmektedir.(40) Bu durumun en güzel kanıtı olarak Grek Ortodoks olan Mişel Eflâk’ın Arap Milliyetçisi Baas Hareketi’nin en önemli önderi olması gösterilebilir. Günümüzde Grek Ortodokslar, Şam, Lazkiye, Humus, Hama ve Hama yakınlarındaki Hıristiyan Vadisi (Wadi al-Nasara) civarında yaşarlar. Grek Katolikler ise küçük gruplar halinde Halep ve Şam’da yerleşmişlerdir. Yakubiler, Ermeniler, Keldaniler ve Nasturiler genellikle Halep ve El-Cezire eyaletlerinde yoğundur.

C.3. Musevilik (Yahudiler)

Günümüzde Suriye Yahudi Cemaati, Halep, Şam ve Kamışlı civarında yaşamaktadırlar. Eski dönemlerden beri bölgede yaşayan Yahudilere Ortaçağ’da İspanya’dan kaçıp Osmanlı Devleti’ne sığınan Yahudi göçmenler katılmıştır.

İsrail Devleti’nin kurulmasından sonra, Yahudiler’ in önemli bir kısmı İsrail’e göç etmiştir (1943’te 30.000 olan Yahudi nüfusu,1948 sonrası 6.000’e düştü)(41) Bununla birlikte 1967 Savaşı’nda, Golan’ı işgal eden İsrail’in uyguladığı yerleşim politikaları sonucu şu anda yaklaşık 20.000 Yahudi yerleşimci (Aşkanazi) Golan Tepeleri’nde yaşamaktadır.

C.4. Yezidilik

Yezidilik içine kapalı eklektik bir inanç sistemidir. Yezidiler, İncil’e, Kuran’a ve ateşe saygı gösterirler. Tapınaklarında Kuran’dan ayetler vardır.(42) Şeytana tapmakla suçlanan Yezidiler, Şeytan'ı da tanrı sayan bir inanca sahiptir. Yezidiler, tanrısal varlığın iyilik ve kötülük şeklinde ikiye ayrıldığını kabul eder; Tanrı'nın iyiliği, melek-i tavusun (şeytan) kötülüğü temsil ettiğine, Tanrı ile melek-i tavus (şeytan) arasında sürekli bir çekişme bulunduğuna inanırlar. Çünkü Tanrı hiçbir zaman kötülükleri sevmez ve iyiliği savunur. Yezidilerin büyük bir kısmı okuma yazma bilmediklerinden dolayı dini gelenekler sözlü olarak aktarılmakta idi. Bununla birlikte Yezidîlerin, asılları Kürtçe olan Kitab'ül-Cilve (Vahyin Kitabı) ve Mushaf-a Reş (Kara Kitap)adlı iki kutsal kitabı vardır.(43) Kitab'ül-Cilve' nin, yeni peygamber Şeyh Adî'ye (12. yy.) Melek Tavus tarafından gönderildiğine inanırlar. Kitêba-Cilve, kitabın Kürtçe adıdır. Yezidiler buna çoğunlukla Kitab-a Celve derler. Bilinen nüshasi 8 sahife, 109 satırdır. Mushaf-a Reş ise Şeyh Hasan bin Adi tarafından yazılmıştır. Şeyh Adi muhtelif İslam kaynaklarının bildirdiklerine göre Suriye'de Baalbek dolaylarında doğmuştur.(44)

Yezidi adının kökeninin Yezid bin Muaviye, Yezid bin Unaysa veya İran'daki Yezd şehrinden geldiği yolunda iddialar vardır. Fakat bu isim, muhtemelen fonetik kanunlarına uygun olarak gelişen şekli gösteren yeni Farsça'daki İzed (melek, tanrı ), Avesta dilinde yazata (saygıya, tapınmaya layık olmak), Pehlevi dilinde Yezdan, modern Farsça'da Yazdan (Tanrı), Avesta'da Yazatanam, Pehlevi'de Yaztan, Yazdan, İzed'den gelmektedir ve Avesta'da geçen Yazdan ayin ve merasimle ilgili olarak Yeni Farsça'ya girmiştir. Buna göre, bu kelime bizzat kendileri tarafından kullanıldığı gibi, Ezidi, İzidi veya İzdi (Tanrıya tapanlar), Yezidiler tarafından da bilinen bir türeme olmalıdır.(45)

Suriye’de 10.000 civarında Yezidi olduğu sanılmaktadır.(46) Kürtlerin bir kısmı da Yezidi’dir. Daha doğrusu 14 y.y.da Kuzey Irak ve Suriye’ye yerleşen bazı Yezidiler Kürtleşmişlerdir. 16.yy. başlarında Kürt beyi Şeref Han’ın yazdığı “Şerefname” isimli eserde Kürtlerin çoğunun Sünni olduğu, sadece Musul ve Şam dolaylarında Dasei Khaldi, Besyani, Bohti (bir kısmı), Mahmudi ve Dunbili gibi Kürt aşiretlerinin Şeyh Adiy bin Musafiri’yi peygamber sayan Yezidi mezhebinden olduğu söylenmektedir.(47) Günümüzde Suriye’deki Kürt Yezidileri, Kirmançi lehçesiyle konuşurlar ve yerleşim olarak Cezire’den doğuda Cebel Sancar Tepelerine ve Halep’in kuzeybatısında, Arfin’e doğru uzanan bölgelere dağılmışlardır.(48)

SONUÇ

Suriye, etnik ve dini açıdan çeşitlilik arz eden bir yapıya sahiptir. Bu durum, Suriye’de modern anlamda bir ulusun oluşmasını zorlaştıran ve ülkeyi siyasi istikrarsızlıklara sürükleyen temel nedenlerinden biridir. Aynı zamanda, tarih boyunca batılı güçlerin azınlıklar yoluyla bölgeye müdahalelerini kolaylaştırmıştır. İkinci Dünya Savaşı sonrasında, Suriye’de herkes için bir Suriye Devleti yerine, gücünü mensup olduğu etnik ve dini azınlıklardan alan sözde bir Suriye Devleti kurulmuştur. Ülkede etnik, dini, mezhepsel ve bölgesel aidiyetler çok güçlüdür ve siyasette sık sık kendini göstermiştir. Kendini zor durumda hisseden, ezik, dışlanmış bir etnik veya dini grubun dış ülkelerin müdahalesi veya ülke içi şartlarının yardımıyla ayrıcalıklı bir grup haline gelmesi Suriye siyasetindeki göz ardı edilemeyecek önemli bir özelliktir.

Hafız Esad’ın 1970’ten beri ülkesini tek bir güç olarak yönetmesindeki en büyük etkenlerden biri, Nusayri mezhebinden kişileri Suriye Ordusu, istihbarat ögütleri ve devlet bürokrasisi içinde etkin hale getirmesidir. Fakat Esad’ın kurduğu rejimi sadece Nusayri seçkinlerden oluşan bir rejim olarak görmek doğru değildir. Esad’ın seçkinler grubu içinde diğer etnik ve dini grupların temsilcileri de yer almaktadır ve önemli olan Esad’a olan sadakatleridir. Esad, iktidarını meşrulaştırmak ve halk düzeyinde desteğini artırmak için Baas’ın Arap milliyetçiliğini ve sosyalist ideallerini dönüştürüp Suriye milliyetçiliği fikrini ve liberal ekonomik politikaları devreye sokmuştur. Esad, iktidarda kaldığı 30 yıl boyunca her ikisini de uygulamaya geçirmede pek başarılı olamasa da günümüzde Suriye’de yaşayan insanların ülkenin coğrafi sınırlarını bağlı bir ulusal kimlik tanımlaması yaptıkları söylenebilir. Özellikle İsrail gibi bir dış düşman mitine sahip olan Suriyeliler, ülkelerine gelecek dış tehdit ve saldırılarda ulusal bütünlüğü koruma adına kollektif hareketlerde bulunmaları yüksek bir olasılıktır. Bununla birlikte uluslararası ortamın durumu ve dış güçlerin müdahaleleri ülke içindeki etnik ve dini grupların hareket tarzları üzerinde yönlendirici veya belirleyici olabilir.

Beşşar Esad’ın iktidara çıktığı 2000 yılından sonra, 11 Eylül 2001 saldırıları ve ABD’nin Irak’a yaptığı askeri müdahale sonrası oluşan uluslararası ortam bölgedeki etnik ve dini milliyetçilikleri harekete geçirici bir işleve sahip olmuştur. ABD’nin Orta Doğu’ya yönelik demokrasi söylemi ve Irak’ta federal yapıya giden siyasi süreç, bölgeye örnek teşkil etmek suretiyle bölge ülkelerinin ve özellikle Suriye’nin ulusal bütünlüğünü tehdit etmiştir. Bu bağlamda 12 Mart 2004 tarihinde Suriye’nin Kamışlı beldesinde başlayan Kürt ayaklanması uluslararası ve bölgesel ortamdan bağımsız değerlendilmemelidir. Suriye’nin etnik ve dini yapısındaki çeşitlilik, gelecekte ülkenin ulusal bütünlüğü açısından zafiyet olarak ortaya çıkabilir. Özellikle Suriyeli Kürt gruplar Kuzey Irak’ta olacak gelişmelerden etkilenerek merkeze karşı ayaklanma potansiyelini taşıyabilirler. Sünni Müslüman Kardeşler tekrar ülke siyasetine girip Nusayri yönetimine karşı siyasi ve askeri bir savaş başlatabilirler.

Beşşar Esad’ın ve Suriye’deki iktidar odaklarının, Suriye için bölgede oluşan zorlu dış politika şartları ve ABD, İsrail ve Kürt gruplarından gelen baskılara, içe kapanarak ve geleneksel siyasi yapıları muhafaza ederek karşı koyması imkânsızdır. Beşşar’ın öncelikli olarak yapması gereken Suriye’nin siyasi ve ekonomik liberalleşmesini kararlı bir şekilde sürdürmek olmalıdır. Bu çerçevede öncelikli olarak ülkedeki toplumsal grupların artan ölçüde siyasal yaşama katılmaları sağlanıp, Baba Esad’ın oluşturmaya çalıştığı Suriyelilik kimliğini bütün etnik ve dini grupları kapsayacak şekilde genişletmek ve tarihsel-kültürel ortaklıklara dayalı bir vatandaşlık kimliği geliştirilmek zorundadır. Bürokratik-otokratik bir devlet yapısına sahip olan Suriye’de seçkin yönetici sınıf ile halk arasındaki uçurum ancak demokratik özgürlüklerin fırsat eşitliği içinde tanınması sayesinde kapatılabilir ve ortak gelecek umutları olan bir Suriye oluşturulabilir. Suriye, etnik ve dini çeşitliliğine rağmen milli devlet oluşturmak ve ulusal düzeyde entegrasyon sağlamak açısından tarihsel ve entelektüel birikime sahiptir ve diğer Arap ülkelerinden bir adım öndedir.


* Bu makale TASAM Yayinlarindan Nisan 2006'da cikan 'Büyük Ortadoğu Projesi: Yeni Oluşumlar ve Değişen Dengeler' adli kitapta yayinlanmistir.

Kaynakça

1. Mustafa Erkal, Sosyoloji, İstanbul, Der Yayınları, 1996, s.33

2. Fransa’nın Suriye’de azınlıklar üzerinden yürüttüğü siyaset hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Albert Hourani, Syria and Lebanon, Beyrut, Oxford University Press, 1968, Patrick Seale, The Struggle for Syria (1945-1958), Londra, I.B.Tauris, 1986

3. Moshe Ma’oz, Esad: Şam’ın Sfenksi, çev: Hakan Gündüz, İstanbul, Akademi Yayınları, 1991, s.37

4. Nikolaos Van Dam, Suriye’de İktidar Mücadelesi, çev: Semih İdiz, Aslı F.Çalkıvık, İstanbul, İletişim Yayınlar, 2000, s.56

5. A.e., s.233

6. “Syria”, CIA The World Factbook, hhtp://www.odci.gov/cia/publications/factbook/sy.html, (24.11.2005)

7. Daniel Pipes, Greater Syria, Newyork, Oxford University Press, 1990, s.18

8. Nikolaos Van Dam, a.g.e., s.22

9. David Commins, “Kurds”, Historical Dictionary of Syria, Londra, Scarecrow Press, 1996, s.139

Salih Akdemir, “Suriye’deki Etnik ve Dini Yapının Siyasi Yapının Oluşmasındaki Rolü”, Avrasya Dosyası (Arap Özel), c.6, sayı:1, İlkbahar 2000, Asam Yayınları s.203

11. Mehrdad R. Izady, Kürtler, çev. Cemal Atila, İstanbul, Doz Yayınları, s.386

12. David Commins, “Armenians”, a.g.e., s.35

13. Salih Akdemir, a.g.m., s.203

14. David Commins, “Circassians”, a.g.e., s.70

15. Murat Papşu, “Kafkasya’dan Ortadoğu’ya”, Atlas, Sayı: 132, Mart 2004

16. http://www.eleele.gen.tr/dis_iliskiler/turk_dunyasi/suriye.html, (24.03.2004)

17. Kadir Albayrak, Keldaniler ve Nasturiler, Ankara, Vadi Yayınları, 1997, s.96

William Berton, “Druses”, Encyclopedia Britannica, Vol: 7, London, 1957, s.683

19. Faik Bulut, Ortadoğu’nun Solan Renkleri: Bedeviler, Çerkesler, Nusayriler, Dürziler, Yezidiler, İstanbul, Berfin Yayınları, 2002, s.65

20. Moshe Ma’oz, a.g.e., s.43

21. Ömer Uluçay, “Nusayrilik ve İnanç Esasları”, http://www.karacaahmet.net/cevap.asp?kid=3397&baslik=NUSAYR%C4%B0L%C4%B0K%20VE%20%C4%B0NAN%C3%87%20ESASLARI, 13.09.2004

22. Nusayrilik hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Muhammed Ebu Zehra, İslam’da Siyasi İtikadi ve Fıkhi Mezhepler Tarihi, çev: Hasan Karakaya, Kerim Aytekin, İstanbul, Hisar Yayınevi, ss.68-70, Muhammed Emin Galip El Tavil, Arap Alevilerinin Tarihi: Nusayrilik, İstanbul, Çiviyazıları Yayınları, 2000 ve Louis Massignon, “Nusayrilik” maddesi, İslam Ansiklopedisi, Milli Eğitim Basımevi, C:9, 1964, ss.365-370,

23. Hakan Yılmaz, “Suriye ve Nusayriler”, Der: Ömer Uluçay, Tarihte Nusayriler, Adana, Gözde Yayınevi, 2001, s.97

Moshe Ma’oz, a.g.e., s.44

25. Hakan Yılmaz, a.g.m., s.99

26. Nikolaos Van Dam, a.g.e., s.159

27. Philip K. Hitti, Arap Tarihinin Mimarları, İstanbul, Risale Yayınları, 1995, s. 119–140

Bernard Lewis, “İsmaililer”, İslam Ansiklopedisi, Milli Eğitim Basımevi, Cüz 47, 1950, s.1123

29. William Berton, a.g.m., s.683

30. Nikolaos Van Dam, a.g.e., s.32-33

31. Faik Bulut, a.g.e., s.141-142

32. Suriye Dürzîlerinin siyasi durumu konusunda Bkz. Joshua Landis, “Shishakli and The Druzes:Integration and Intransigence”, Der: T. Philipp, B. Scabler, The Syrian Land: Processes of Integration and Fragmentation, . Stuttgart, Franz Steiner Verlag, 1998, s. 369–396.

33. Nikolaos Van Dam, a.g.e., s.20

34. Moshe Ma’oz, a.g.e., s.38

Mehmet Aydın, “Hıristiyanlık” (Mezhepler ve Tarikatlar), İslam Ansiklopedisi, Türkiye Diyanet Vakfı, C:17, 1998, s.354

36. İslam Ülkeleri Ansiklopedisi, Vefa Yayıncılık, İstanbul, 1994, s.255

37. David Commins, “Christians”, a.g.e., ss.69-70. Detaylı bilgi için bkz. A. J. Maclean, “Syrian Christians”, Encyclopedia of Religion and Ethics, Vol:12, (Ed. James Hasting), Edinburgh, 1980

38. Kadir Albayrak, a.g.e., s.72

39. Mehmet Aydın, a.g.m., s.355

40. David Commins, “Greek Orthodox”, a.g.e. s.101-102

41. A.e., “Jews”, s.131

42. Salih Akdemir, a.g.m., s.208

43. Roger Lescot, Yezidiler: Dini Tarihi ve Toplumsal Hayat Cebel Sincar ve Suriye Yezidileri, Çev: Ayşe Meral, İstanbul, Avesta Yayınları, 2001, s.10

45. T. H. Menzel, “Yezidilik”, İslam Ansiklopedisi, Milli Eğitim Basımevi, C:13, 1986, s.415
46. http://www.kbl.com.tr/yezidi/nufus.html (13.09.2004)

47. Faik Bulut, “Yezidilerin Kutsal Vadisi Laleş”, Atlas, Sayı: 93, Aralık 2000. Bu konuda ayrıca bkz. Roger Lescot, Yezidiler: Dini Tarihi ve Toplumsal Hayat Cebel Sincar ve Suriye Yezidileri, Çev: Ayşe Meral, İstanbul, Avesta Yayınları, 2001. Mehrdad R. Izady, Kürtler, çev. Cemal Atila, İstanbul, Doz Yayınları, s.175

48. Mehrdad R. Izady, a.g.e., s.281