Yasin Atlıoğlu
Israil’in Lubnan’a yonelik gerceklestirdigi ve pek cok sivilin olumune yol acan askeri saldirilar, Orta Dogu’da 2003 Nisaninda ABD’nin Irak isgaliyle yukselttigi siddet ve catisma ortamini genisletmekle birlikte bolgede uygulanan dis politika stratejilerinin radikallesmesine hizmet etmistir. Orta Dogu’da yukselen radikal politikalar bolgenin yakin gelecegini ciddi bir sekilde tehdit etmektedir.
Israil’in Lubnan Saldirisi ve Uluslararasi Toplumun Duyarsizligi
Israil’in son saldirilarinin yapilis tarzi ve hedefleri, Batililar tarafindan daha cok Dogu ve Musluman dunyasi yonelik kullanilan radikalizm, radikal olma gibi kavramlarin bolgede tekrar tanimlanmasi gerektigini gostermektedir. Ozellikle Israil’in ulkesinin guvenligini bahane ederek Lubnanli cocuk ve kadinlarinda oldugu sivil yerlesimlere yonelik askeri saldirilari, ABD’nin daha once Irak’ta uyguladigi sivillere yonelik siddet eylemleriyle birlikte dusunuldugunde Orta Dogu’da radikalizmin HAMAS, Hizbullah gibi koktenci orgutlerle veya Ahmedinecad’in Israil’e karsi saldirgan soylemleriyle sinirli kalmadigi acikca ortaya koymaktadir. Gunumuzde icinde bulundugumuz uluslararasi konjonkturde Orta Dogu’da etkin olmak isteyen devletlerin dis politika davranislarinda radikal olarak nitelendirilecek metodlara sik sik basvurduklari gorulmektedir. Bu durumun bir sonucu olarak da Orta Dogu’daki kriz alanlari hizli bir sekilde derinlestirmekte ve yayginlastirmaktadir.
Israilli yetkililer, Lubnan’a yonelik yapilan askeri saldirilarin temel nedeni olarak silahli guce sahip Hizbullah orgutunun Lubnan sinirindan ulkesini tehdit ettigini gostermektedir. ABD yonetimlerinin neredeyse son 60 yildir Orta Dogu’ya bakisini sekillendiren temel etkenler arasinda Israil’in guvenligi oldugu gercegi, Israil ve ABD arasindaki derin stratejik ortaklikla birlestirildiginde ABD yonetiminin saldirilar karsisindaki tek tarafliligini ve tepkisizligini anlamamizi saglamaktadir. Bununla birlikte Yahudi toplumunun ice kapali dayanismaci yapisi ve Batili ulkeler icerisindeki etkin orgutlenme gucune sahip olan Yahudi lobisi o ulkelerdeki siyasi ve ekonomik kararalma mekanizmasini ve surecini dogrudan etkileyebilmektedir. Lubnan’da sivillere yonelik Israil saldirilarindan dolayi Israil devletine yonelik gelebilecek elestiriler ve kamuoyu baskisi ABD’deki Yahudi lobi gucu sayesinde en alt duzeye cekilebilmektedir. Ozellikle ABD kamuoyunun (Avrupa kamuoyunun aksine) Israil’in Lubnan saldirisini sadece terorist bir orgute karsi operasyon olarak gormesi ve sivillere yonelik eylemleri goz ardi etmesi ancak boyle aciklanabilir. Israil’in kendinin mesrulastirma cabasi ve saldirilarin sadece teroristlere karsi bir operasyon oldugu iddiasi Lubnan’da sivillere yonelik bir katliama tum dunyanin yeterince tepki gosterememesi sonucunu dogurmaktadir.
Israil saldirilarinin zamanlamasi yani cevresinde Irak ve Filistin gibi iki kriz alani yer alirken Israil’in Lubnan gibi bir batakliga tekrar girmesi Iran ve Suriye’nin ozellikle son bir yildir kaybettikleri guc ve prestiji Israil faktorunu kullanarak tekrar kazanmak istedigi ve Israil’in bilincli bir sekilde Lubnan’a cekildigi yorumlarina yol acmistir. Fakat Suriye-Iran-Hizbullah uclusunun Israil’i Lubnan’da avantajli bir konjonkturden tekrar bir batakliga cektikleri yonundeki senaryolarin inandiricilik duzeyi oldukca dusuktur. Her ne kadar kriz Hizbullah’in iki Israilli askeri kacirmasiyla Lubnan’a sicradiysa da Israil’in sorunlari cozme konusunda diplomatik yontemleri kullanma konusunda genellikle istekli olmamasi ve daha cok askeri metodlarla sorunu cozme cabasi unutulmamalidir. Bunun yaninda Israilli yetkililerin cogunun Lubnan’daki yeni konjonkture ragmen Hizbullah ile pazarlik masasina otumayi dusunmedigi ve Hizbullah’in silah birakacagina inanmadigi rahatlikla soylenebilir. Suriye-Iran-Hizbullah’in da birlikte hareket edebilme yetenegine sahip oldugunu dusunmek gercekci degildir. Suriye, Iran ve Hizbullah icin birlestirici ortak dusman Israil’dir, fakat Hizbullah sadece Suriye ve Iran’in uzantisi bir orgut olarak gormek bizi yanlis sonuclara goturebilir. Bunlarla birlikte saldiri sonucu Lubnan’da siviller yonelik olusan insani krizin Suriye ve Iran tarafindan Israil’e karsi bir propaganda araci olarak kullanilmasini anlamaksa realist bir bakis acisiyla bakildiginda cok da zor gorunmemektedir.
Israil’in Lubnan’a saldirisindaki tavri aslinda yeni bir tavir degildir. Soguk Savas doneminde ve sonrasinda Arap devletleriyle cevrilmis ve asiri guvensiz bir cografyada varligini surdurmeye calisan Israil zaman zaman bu guvensizlik psikolojisinin de etkisiyle Araplara karsi radikal saldirilar ve siddet eylemleri uygulayabilmektedir. Ilk akla gelen siddet eylemleri arasinda Lubnan’da 1982’de gerceklesen Sabra ve Satilla katliamlarini veya 1997’de Guney Lubnan’a yonelik yapilan pek cok sivilin de oldugu Gazap Uzumleri operasyonu sayabiliriz. Israil’in bolgedeki temel sorununun guvenlik oldugu gercek olmakla birlikte Israil yonetiminin asiri siddete dayali siyasi ve askeri eylemlerde cogu zaman dini ve etnik milliyetcilige dayali bir fanatizmden siyrilamadigini da belirtmek gerekiyor. Bunun bir sonucu olarak Israil, tek tarafli, adalet ve ahlak anlayisindan yoksun askeri saldirilarini realist ve pragmatik bir anlayisla aciklama gayreti gostermektedir.
Israil’in siddet politikalari uzun vadeli kazanimlar elde etmesini saglamaktadir. Ozellikle 90’larin ikinci yarisindan itibaren yogunlastirdigi siddet icerikli politikalari sayesinde Filistin’deki Araplarin icteki siyasi gucunu kirarken (El-Fetih-HAMAS catismasi) ABD’nin bolgeye yaptigi dolayli ve dogrudan siyasi ve askeri mudahaleler sayesinde bolgedeki en onemli dusmanlarindan biri olan Saddam Huseyin Irak’indan kurtulmustur. Yine Suriye ve Iran’a uygulanan ABD baski politikasi bu iki ulkenin hareket kabilyetini sinirlandirmis ve uzun vadede ozellikle Suriye’nin siyasi ve askeri guc ve prestij kaybina yol acmistir. Bu gelismelerle birlikte 2003 yilindan itibaren Irak merkezli olusan ve bolgeyi dogrudan etkileyen etnik ve dini parcalanmislik olgusunun ulus-alti baglarin guclenmesine hizmet etmesi dolayli olarak Israil’e yonelik potansiyel tehditlerin ortadan kalkmasina hizmet etmektedir. Bolgedeki surekli kriz durumu ve siyasi parcalanmislik Israil’in yasam alanini guvence altina aldigi gibi bolgede siyasi ve askeri etkinligini ve mudahale gucunu arttiracaktir.
Lubnan saldirilari, bolgenin daha genis bir catisma ortamina suruklenme ihtimalinin yuksek oldugunu gosterdigi gibi uluslararasi hukuk ve uluslararasi toplum gibi kavramlarin devletlerin cikarlari karsisinda anlamsiz hale geldigini gostermektedir. ABD yonetiminin bolgeye gelirken en fazla kullandigi demokrasi ve insan haklari kavramlarinin ise bir ayda cogu sivil 1000 civarinda insanin oldugu Lubnan’da veya her gun ortalama 100 kisinin oldugu Irak’ta yakin bir gelecekte inandiricilik duzeyi oldukca dusuk olacaktir. Arap devletlerinin icinde bulunduklari kriz ortamina karsi herhangi ortak bir karar alamamalari ise iktidar yapilanmalarinin gucsuzlulugunu ve kisisel cikar mucadelerini bir kez daha ortaya koymaktadir. Buna karsillik iktidardaki yonetici siniflara inanci giderek azalan halk ise giderek radikal dusunce ve eylemlere kaymaktadir.
Bolgede Radikallesen Politikalar ve Turkiye
Gunumuzde surekli bir degisimin ve yayilan kriz alanlarinin hakim oldugu uluslararasi konjontur icerisinde statik dis politika stratejilerine bagli kalan, hizli ve esnek manevra kabiliyetine sahip olamayan ve askeri tehdit kapasitesini verimli bir sekilde kullanamayan devletlerin bolgesel veya kuresel anlamda etkili olmalari oldukca guclesmektedir. Son yillarda Orta Dogu’daki siyasi gelismeler ABD, Israil ve Iran’in zaman zaman radikal dis politika davranislarina veya soylemlerine en azindan arac olarak kullanma gereksinimine ihtiyac duyduklarini gostermistir.
Turkiye bolgedeki sorunlara genellikle ABD-Turkiye iliskilerinin baskisini uzerinde hissederek yaklasmaktadir. Bu durum Turkiye’nin Israil, Iran ve Arap ulkeleriyle iliskilerini sekillendirmekte, bolgedeki etkinlik duzeyini dusurmekte ve en onemlisi kisilikli ve bagimsiz politika izlemesini engellemektedir. Yine bolgede hizla radikallesen politikalar karsisinda Turk yonetimi diplomasi kanaliyla bolgesel isbirligi olusturma cabalarini surdurmekle birlikte yaptirim gucunu gostermelidir. Bununla birlikte kriz alanlarina yakin bolgelerde etkin politika izleyebilmek icin alinan hizli ve ani kararlar (diger devletler tarafindan radikal olarak nitelense bile) hizli stratejik sicrayislara ve uzun vadeli guc kazanimina yol acabilir. Turkiye’nin Irak’tan kaynaklan guvenlik risklerini uluslararasi konjonkturun yarattigi firsatlari iyi degerlendirmek suretiyle kararlilikla ortadan kaldirmasi gerekmektedir. Turk yonetimi uzun vadede bolgenin ice suruklendigi siyasi ve askeri kaosun ciddi bir bolgesel catismaya donusebilme olasiligini surekli gozonunde bulundurmalidir. Bununla birlikte yonetici elit tarafindan alinan dis politika kararlarinin devletin guc yelpazesiyle uyumlu olmasi ve zamanlamasinin yerinde olmasi da onemlidir. Muhakkak ki radikal dis politika davranislarini ve kararlarini mesru bir zemine oturtma becerisi de yonetici elitin stratejik karar alma ve yonetim yetenegiyle dogru orantili olacaktir.