"And I have found both freedom and safety in my madness, the freedom of loneliness and the safety from being understood, for those who understand us enslave something in us. But let me not be too proud of my safety. Even a Thief in a jail is safe from another thief. "

Khalil Gibran (How I Became a Madman)

Lübnan Marunîleri / Yasin Atlıoğlu

NEWS AND ARTICLES / HABERLER VE MAKALELER

Wednesday, January 16, 2008

Beyrut’ta Bombalı Saldırı ve Tırmanan Gerilim

Yasin Atlıoğlu*

Lübnan’da başkanlık seçiminin yaratığı siyasi kriz devam ederken Beyrut’tan yeni bir bombalı saldırı haberi geldi. Bu kez hedef doğrudan Lübnan’daki ABD diplomatik misyonuydu. 15 Ocak akşamı Hıristiyanların yoğun yaşadığı Ed-Dora semtinde ABD büyükelçiliğine ait bir araca bombalı bir araçla saldırı düzenlendi. Araçta her hangi bir Amerikalı diplomat veya görevli bulunmuyordu. Saldırıda 4 kişi öldü, 16 kişi yaralandı. Ölenlerin hepsi Lübnan vatandaşıydı.

Lübnan’da son üç yıl içinde 30’dan fazla bombalı saldırı gerçekleşti. Bu bombalı saldırıların nerdeyse tamamı başkent Beyrut’ta oldu ve genellikle Suriye karşıtı olarak tanınan Lübnanlılar (siyasetçi, gazeteci vs.) hedef alındı. Bu saldırıların kısa vadedeki sonucu Batılı devletlerin ve onların desteğini alan şu anki Beyrut hükümetinin sert bir biçimde Suriye yönetimini suçlaması oldu. Bazı bombalamaların ise belli hedeflere yönelik olmaktan çok doğrudan toplumu güvensizlik ve korku psikolojisine sokmayı, ülke siyasetindeki hassas dengeleri bozmayı ve ülke ekonomisini zayıflatmayı amaçladığı düşünülüyor.

12 Aralık 2007’de Beyrut’ta yapılan saldırıda ilk kez hedefin profili farklılaştı. Marunî asıllı Tuğgeneral Fransua el-Hac yanında iki kişiyle birlikte öldürüldü. El-Hac Lübnan’da her kesimin desteklediği ve güven duyduğu ordunun bir mensubuydu. Suriye karşıtları içerisinde yer almıyordu. Aynı zamanda Lübnan’daki devlet başkanlık krizine bulunacak çözümler çerçevesinde yeni genelkurmay başkanı olarak görülen komutandı.

El-Hac suikastının ardından neredeyse bir ay sonra hedef ABD’nin bir elçilik aracı oldu. Bu patlama 1980’lerden bu yana Lübnan’daki Amerikalılara karşı girişilen ilk saldırıydı. 1980’lerde Lübnan’da ABD askeri ve diplomatik temsilciliklerine yönelik birçok eylemler düzenlenmişti. Örneğin 18 Nisan 1983’de ABD’nin Batı Beyrut’taki büyükelçiliğine düzenlenen saldırıda 63 kişi öldürülmüş, yine 23 Kasım 1983’de ABD ve Fransa askerlerinin bulunduğu Çok Uluslu Güç karargâhına bombalı bir kamyonla düzenlenen saldırıda 298 asker öldürülmüştü. ABD ve Fransa bu saldırıların ardından bir süre sonra Lübnan’ı askeri olarak terk etmek zorunda kaldı. Hatta bu saldırıların Hizbullah’ın Lübnan’da güçlenmesine büyük katkı yaptığı bir gerçektir. Peki, niye yıllar sonra Lübnan’da ABD tekrar doğrudan hedef alındı?

ABD Başkanı Bush ve Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy’nin Körfez’deki Arap ülkelerini ziyaret ettiği bir dönemde saldırının gerçekleşmesi, bu gezilere bir tepki olarak yapılmış olabileceğini düşündürebilir. Özellikle iki liderin İran’ı nükleer teknoloji konusunda uyarırken gittikleri ülkelerin Arap liderleriyle büyük silah satış anlaşmalarını görüşmeleri, Bush’un Orta Doğu barışını canlandırmaya çalıştığı sırada onlarca Filistinlinin ölmeye devam etmesi bölgedeki radikal unsurları harekete geçirmiş olabilir. Lübnan’daki patlamadan saatler önce İsrail’in Gazze’ye düzenlediği bir operasyonda Hamas’ın liderlerinden Mahmud ez-Zahhar’ın oğlunun da bulunduğu 19 kişinin öldürülmesi bölgede büyük yankı uyandırmıştır. Bölgedeki radikal örgütler ve kişiler için Lübnan’daki patlama Batı’nın ikiyüzlü ve saldırgan politikalarına bir cevap niteliği taşıyor olabilir. Batılı güçlere doğrudan yapılacak bir saldırı için Lübnan’ın da bölgedeki en uygun yerlerden biri olduğu söylenebilir. Geçen hafta da Güney Lübnan’da Birleşmiş Milletlere Bağlı UNIFIL güçlerine bombalı bir saldırı yapılmıştı. Tüm bunlarla birlikte saldırının ABD’yi Lübnan siyasetinin içerisine daha fazla çekeceği de bir gerçektir.

Lübnan devlet başkanlığı krizi gün geçtikçe uluslararası alana kaymaktadır. ABD ve Fransa’nın arabuluculuk çabalarının sonuçsuz kalmasından sonra Arap Birliği sorunu çözmek için gayret göstermeye başladı. Fakat arabuluculuk girişimlerinin yarattığı umut, iktidar ve muhalefetin istekleri üzerinde bir uzlaşma sağlanamamasından dolayı her seferinde kısa sürede ortadan kalkmaktadır. Lübnan’da devlet başkanını belirleyecek seçim sürekli ertelenmekte ve kriz bir çıkmaza sürüklenmektedir. Bu durumda uluslararası aktörler krize daha fazla müdahil olmaktadır.

Olayın ardından ABD Dışişleri Bakanı Rice yaptığı açıklamada, bu saldırının Lübnan’daki demokrasi sürecine verdikleri desteği engellemeyeceğini söyleyerek Lübnan siyasetinde gelecek günlerde daha etkili olacaklarının işaretini vermektedir. Yine saldırının olduğu gün Lübnan siyasetinin önemli simalarından Marunî Patrik Nasrullah Sefir, ülkedeki krizin ancak uluslararası sorun haline getirilip uluslararası müdahale ile çözülebileceğini söylüyordu. Böyle bir dış müdahaleyi iktidardaki grupların da destekleyecekleri aşikârdır. Tabi burada kastedilen uluslararası müdahaleyi gerçekleştirecek güçler, başta ABD ve Fransa olmak üzere Batılı devletler olacaktır. Bu bağlamda yapılacak bir uluslararası müdahalenin diplomatik girişimlerle sınırlı kalıp kalmayacağı veya askeri müdahaleye dönüşüp dönüşmeyeceği önemli bir konudur.

Lübnan, 1958’de Orta Doğu’da ilk Amerikan askeri müdahalesine maruz kalan yerdir. O dönem Hıristiyan- Müslüman çatışmasını bitirmek için Amerikan askerlerini çağıran Lübnan Devlet Başkanı Camille Chamoun’du. 1982’de benzer bir olay daha oldu. Lübnan Devlet Başkanı Amine Gemayel, ülkede güvenliği sağlamak için ABD, Fransa ve İtalya’dan asker göndermesini istedi.

Günümüzde Lübnanlılardan bir talep gelse de ABD yönetiminin tek yanlı bir askeri harekâtta bulunması oldukça düşük bir olasılılıktır. ABD’nin bölgedeki önceliği Irak ve Körfez’deki enerji kaynaklarının güvenliğinin sağlanması ve İran’ın kontrol edilmesidir. Bununla birlikte ABD yönetimi İsrail’in güvenliği ve İran’ın bölgesel etkinliğini kontrol etme dâhilinde Hizbullah’ı zayıflatma çabalarına tam destek vermektedir. Bu desteğin bir yönünü Lübnan’da Hizbullah karşıtlarının merkezi iktidarı ve orduyu kontrol etmesinin sağlanması oluşturmaktadır. Bu açıdan Lübnan’daki devlet başkanlığı krizinin bölgedeki birçok devletin çıkar çatışmalarının bir ürünü olduğunu rahatlıkla söylenebilir.

ABD ve İsrail’in Lübnan’daki devlet başkanlığı seçimi nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın Hizbullah ile topyekûn bir askeri çatışmayı göz almak yerine uzun vadede örgütün silah ve maddi kaynaklarını kesmek, kısa vadede ise örgütün üst düzey yetkilerine suikastlar düzenlemek gibi yöntemlere başvurabileceği söylenebilir.

* Araştırmacı-Yazar

E-mail: yatlioglu@yahoo.com