"And I have found both freedom and safety in my madness, the freedom of loneliness and the safety from being understood, for those who understand us enslave something in us. But let me not be too proud of my safety. Even a Thief in a jail is safe from another thief. "

Khalil Gibran (How I Became a Madman)

Lübnan Marunîleri / Yasin Atlıoğlu

NEWS AND ARTICLES / HABERLER VE MAKALELER

Sunday, January 04, 2004

Suriye, Türkiye ve Ortadoğu-1 (Hüsnü Mahalli- Yeni Şafak)

Suriye'nin genç Cumhurbaşkanı Beşşar Esad Salı günü Ankara'da olacak.. Esad, Türkiye'yi ziyaret edecek olan ilk Suriye Cumhurbaşkanı.. Yani bağımsızlığına kavuştuğu 1946 yılından bu yana Suriye, komşusu olan Türkiye ile bu düzeyde bir temasta bulunmamıştı. Sayın Sezer ise, baba Esad'ın cenaze törenlerine katılarak Suriye'ye giden ilk Türk Cumhurbaşkanı olmuştu.

Geçmiş süre içinde başbakanlar karşılıklı olarak gidip gelmişler ancak iki ülke arasındaki sorunlara çözüm bulamamışlardı. 1998 yazında başlayan gerginlik ve onu izleyen günlerde Öcalan'ın Suriye'den ayrılması ile iki ülke ilişkilerinde çok farklı bir süreç başladı. Adana'da imzalanan Güvenlik İşbirliği ile bu süreç iki ülkeyi hızlı bir şekilde birbirine yaklaştırdı.

Son 4 yılda karşılıklı olarak başbakanlar dahil olmak üzere 40'ı aşkın bakan Şam ve Ankara arasında gidip geldi. 150 milyon dolar civarında olan ticaret hacmi bu süre içinde bir milyar doları geçti. Bakan Kürşat Tüzmen bu rakamın bu yıl sonunda 2 milyar doları bulabileceğini söylüyor.

AK Parti'nin iktidara gelmesi ve Sayın Gül'ün Başbakan olarak Şam'a gitmesi ikili ve bölgesel ilişkilerde yeni bir dönemin açılmasına yol açtı. Kim ne derse desin bu süreç yalnız Suriye-Türkiye ilişkileri değil aynı zamanda tüm bölgenin geleceği açısından çok önemlidir.

Bunun nedeni ise Şam ve Ankara arasında samimi ve karşılıklı güvene dayalı bir diyaloğun doğmasıdır.

Bu ise ister istemez birilerini rahatsız etmektedir.

Amerika ve İsrail, Ankara ile tüm diyaloglarında Suriye'den uzak durulması gerektiği telkininde ve zaman zaman tehditlerinde bulunuyor.

AK Parti hükümeti şimdiye kadar tüm bu baskıları göğüsleyerek Şam ile ilişkilerini geliştirmekte ve Esad'ın ziyareti ile bu ilişkilere farklı bir boyut kazandırmaktadır.

Bu ise Türkiye içindeki bazı çevreleri rahatsız etmekte ve edecektir. Bu çevreler son İstanbul olaylarında Şam'ın gösterdiği tüm işbirliğine rağmen Suriye'yi işin içindeymiş gibi göstermeye çalıştılar. Arapça ve islam dinini öğrenmek için dünyanın dört bir yanından Şam'a gelenler neredeyse terörist olarak ilan edildi. Bu okullar ise 'Şeriat medresleri' olarak Türk kamuoyuna yansıtılmak istendi.

Ancak bu yalanları uçuranlar kısa bir süre sonra kendi yalanları ile çeliştiler.
Bu çevrelerin bir sonraki malzemesi Suriye'nin geçmişte PKK'ya olan desteği olacaktır. Bu da yetmez ise Hatay konusu öne sürülecektir.

Daha önce de bu konuları yazmıştım..

Amaç Suriye-Türkiye dostluğunu bozmak olduğu için bir kez daha hatırlatmakta yarar vardır. Amacım hiç bir şekilde bu köşeyi kullanarak ülkem Suriye'yi savunmak değildir.

Beni tanıyanlar bunu asla yapmadığımı ve yapmayacağımı bilirler. Ancak bir gazeteci olarak da doğru bildiklerimi yazma sorumluluğum vardır.

80'li yılların başlarında Suriye'de barınan Öcalan ve PKK'lılar Türkiye için gerçekten büyük problem yaratmışlardı.

1987'de rahmetli Özal'ın baba Esad ile imzaladığı işbirliği protokolu ile iki ülke ilişkilerinde çok olumlu bir süreç başlamıştı. Bu tarihten sonra PKK'nın Suriye'deki faaliyetlerine sınırlandırma getirildi, Ankara ise Fırat'tan Suriye'ye saniyede 500 metreküp su bırakıyordu.

5 yıllık olan bu protokol süresince Suriye sınırından Türkiye'ye hemen hemen hiç sızma olmamıştı. 1991'de Irak savaşı ve sonrasında meydana gelen gelişmelerle PKK'lılar Kuzey Irak'a geçti ve Saddam'ın silahlarına el koyarak birden bire güçlendi. Nitekim bu tarihten sonra PKK eylemleri çok hızlı bir şekilde tırmandı ve yoğunlaştı. Bu sırada Ankara'da bazı çevreler, Suriye'ye Fırat suyunun verilmemesi ve 'Arapların petrolu varsa, bizim suyumuz var' gibilerden söylemlerle Suriye ve Arap ülkelerini kışkırtıyordu.. Bu arada Suriye'nin bazı bölgelerinde meydana gelen patlamalardan Ankara sorumlu tutuluyordu.

Ama yine de Suriye-Türkiye ilişkilerinde doğrudan bir gerginlik yaşanmıyordu. 1998 gerginliğini ise o dönemde Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkilerin gelişmesine bağlayabiliriz.

Hatırlayanlar bilir bu gerginlik 28 Şubat olayı ve onu izleyen Erbakan hükümetinin istifasından iki ay sonra başlamıştı..

Fakat işin garip tarafı, o dönemlerde başta Amerika ve Avrupa ülkeleri olmak üzere hemen hemen herkes PKK'yı desteklemesine rağmen her nedense Türkiye'deki bazı çevreler yalnızca Suriye'yi suçlamayı yeğliyorlardı. İşin daha da garip tarafı Öcalan Şam'dan ayrıldıktan sonra Yunanistan, Rusya ve İtalya'ya gitmiş ve bugün bile PKK'nın tüm örgütleri, şirketleri ve medya kuruluşlar AB ülkelerindedir.

PKK televizyonu ise AB ve NATO'nun başkenti Brüksel'den yayın yapmaktadır.

Ama hiç kimse Belçika'ya savaş açalım veya AB ve NATO'dan vazgeçelim demiyor. Hala bazıları Suriye'nin PKK'ye verdiği desteği hatırlatmayı tercih ediyor. Üstelik Irak'ı işgal eden Amerikalılar Kuzey Irak'ta bulunan 5 bin PKK'lı ile canciğer olmuş ve onlarla sık sık bir araya geliyorlar.

Şam'da dolaşırken bunları düşündüm ve sizlerle paylaşmak istedim..

Yarın devam ederiz..