"And I have found both freedom and safety in my madness, the freedom of loneliness and the safety from being understood, for those who understand us enslave something in us. But let me not be too proud of my safety. Even a Thief in a jail is safe from another thief. "
Khalil Gibran (How I Became a Madman)
Khalil Gibran (How I Became a Madman)
NEWS AND ARTICLES / HABERLER VE MAKALELER
Wednesday, December 29, 2004
Saturday, December 25, 2004
Türkiye-Suriye İlişkilerinde Yeni Bir Dönem
Yasin Atlıoğlu
Türkiye, Soğuk Savaş dönemi boyunca dünyada hüküm süren sert iki kutuplu uluslararası sistemde jeostratejik konumundan kaynaklanan nedenlerden dolayı başta sınır komşularıyla ilişkileri olmak üzere dış politikasını güvenlik endişelerine dayandırmıştı.
Türk karar alıcılar, çoğu zaman diğer devletleri “dost-düşman” “iyi-kötü” imgeleriyle tanımladı. Bu bağlamda Türkiye'nin genelde Orta Doğu'dan özelde Suriye'den uzak kalmasına neden olan başlıca iki faktör, tarihsel olaylardan yola çıkılarak Arap ülkelerine yaklaşmak ve Soğuk Savaş'ın statik yapısıdır. Soğuk Savaş'ın 1990'lı yıllarda sona ermesinden sonra ise oluşan dinamik ve değişken uluslararası sistemi algılamakta biraz zorlanan Türkiye bir süre eski alışkınlıklarından kurtulamamış, bölgesel ve global düzeyde etkinliğinin büyük güçlerin (veya tek büyük gücün) çizeceği rol çerçevesinde sınırlı kalmasına razı olmuştur. Fakat 90'lı yılların sonlarına doğru daha açık bir şekilde beliren yeni dünya düzeni, uluslararası sistemin ABD ve diğerleri olarak ikiye bölündüğünü ortaya koydu. ABD'nin “imparatorluk olma” stratejisini uygulamak istediği bu sistem, küresel hegemonun tam hakim olamamasından doğan siyasi ve ekonomik boşluk alanlarında, bölgesel güç konumundaki ülkelere akılcı siyasetlerle ve bölgesel ittifaklarla etkinliklerini daha fazla artırabilme imkanı vermektedir. 11 Eylül Saldırıları ve İkinci Irak Savaşı bu durumu daha somut olarak ortaya çıkarmıştır.
Türkiye özellikle 2000 yılından sonra bölgesel ve global etkinliğini artırabilmek için sistem içinde manevra kabiliyetini genişletici esnek ve aktif diplomasiye dayalı bir dış politika anlayışı uygulamaya koymuştur. Bu dış politika anlayışı cumhuriyetin ilk yıllarında Atatürk tarafından uygulanan “Pragmatizme Dayalı Çok Taraflı Dış Politika” anlayışına benzetilebilir. Bu politikanın ilk amacı belirsizlik ve çatışma alanlarını mümkün olduğunca Türkiye'nin yaşam ve çıkar alanından uzak tutulmasıdır. Bunun için de yapılması gereken öncelikle sınır komşularımızla sorunlarımızı en alt seviyeye indirip, güven ve işbirliğine dayalı siyasi, ekonomik ve kültürel ilişkiler ve ittifaklar oluşturmaktır.
Türkiye-Suriye ilişkilerini şekillendiren en önemli üç sorun tarihsel bir derinlik taşıyan Hatay Sorunu ve 20. yüzyılın son yirmi yılında ortaya çıkan su ve PKK'dan kaynaklanan güvenlik sorunları oldu. Her iki tarafın uzun yıllar çatışma, düşmanlık ve güvenlik kaygısıyla baktığı Türkiye-Suriye ilişkilerinde 1998'de Adana Mutabakatı'yla başlayan normalleşme 2000 yılında Hafız Esad'ın ölümünden sonra hızlı bir yakınlaşma sürecine girilmesiyle sonuçlandı. Bu yakınlaşma, siyasi, ekonomik ve kültürel boyut taşımakla beraber aslında “iyi komşuluk ve karşılıklı ortak çıkar oluşturma” stratejisine dayanmaktaydı. Bu stratejiyi ilk somutlaştıran eylemler, her iki ülkenin en yüksek siyasi iradelerinden geldi. En yüksek düzeyde gerçekleştirilen ziyaretler zinciri ilişkilerdeki olumlu süreci hızlandırıp, her alanda ortak değerler yaratılmasına ve iki ülkenin birbirini tekrar keşfetmesine neden oldu. Bu ziyaretler zincirinin iki önemli halkası, Cumhurbaşkanımız Ahmet Necdet Sezer' in ilk yurtdışı ziyaret olarak 2000 Haziran ayında Hafız Esad'ın Şam'daki cenaze töreni gitmesi ve Beşşar Esad'ın Suriye Devlet Başkanı olarak 2004 Ocak ayında Türkiye'ye gelmesidir. Sezer'in ziyareti, Türkiye-Suriye ilişkilerinde Suriye Arap yönetiminin gururunu okşayan ve samimiyeti vurgulayan önemli bir köşe taşıdır. Bu ziyaretten sonra 2004 yılına kadar geçen dört yıl içinde çeşitli düzeylerde bir çok karşılıklı ziyaret gerçekleşti ve bu ziyaretlerde sürekli vurgulanan, sorunlar değil, dostluk, tarihsel ortaklıklar, kültürel birliktelik ve ekonomik işbirliğiydi. Beşşar Esad'ın Türkiye'ye 2004 yılında yaptığı ziyaret ise öncelikle 1946 yılından beri devlet başkanı düzeyinde yapılan ilk ziyaret olması nedeniyle tarihsel bir anlam taşımakta ve iki ülke ilişkilerini şekillendiren önemli bir hamledir. Bu gelişmeler ışığında 22-23 Aralık 2004'te Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Suriye'ye gerçekleştirdiği iki günlük ziyaret, Türkiye-Suriye arasındaki yakınlaşmanın üçüncü büyük hamlesi olarak değerlendirilebilir. Bu makalede Erdoğan'ın Suriye'ye yaptığı diplomatik ziyareti, ABD'nin Orta Doğu politikası ve Avrupa Birliği'nin güneye genişleme süreci üzerinden değerlendirilecektir.
ABD'nin Orta Doğu Politikası ve Türkiye-Suriye Siyasi İlişkileri
Türkiye-Suriye siyasi ilişkilerini geliştiren ve yakınlaşmasını sağlayan en önemli dış etken, ABD'nin Orta Doğu'ya karşı uyguladığı dış politika anlayışıdır. Suriye-ABD ilişkileri, 2003 Irak Savaşı sonrası Amerikan karar alıcıların “askeri müdahaleyle demokratikleştirilecek” ikinci ülke olarak Suriye'yi göstermesiyle tarihinin en gergin günlerini yaşadı. ABD'deki şahinlere göre kitle imha silahlarına sahip, terörizmi ve Irak'taki direnişçileri destekleyerek bölgede istikrarsızlık yaratan Suriye, dünya güvenliği için önleyici saldırılarla etkisiz hale getirilmesi gereken tehlikeli bir tehdit kaynağıydı. Bölge politikası İsrail'in çıkarlarıyla paralellik gösteren ABD, Golan'daki İsrail işgali konusunda sesini çıkarmazken Lübnan'daki Suriye askeri güçleri konusunu sürekli gündemde tutmaktadır. 12 Aralık 2003'te Başkan Bush tarafından imzalanan “Suriye'nin Sorgulanması ve Lübnan'ın Saygınlığı Yasası” ile başlayan siyasi ve ekonomik baskı politikası, 2004 yılı içinde kesintiye uğramadan devam etmiştir. Mayıs ayında uzun zamandır beklenen Suriye'ye karşı ekonomik ambargo ABD tarafından uygulamaya konuldu. Bu arada Irak'ın kitle imha silahlarının Suriye'de saklandığına ve Suriye'nin Sudan hükümetiyle ortak biyolojik silah denemesi yaptığına dair iddialar gerginliği tırmandırdı. Son olarak Eylül 2004'te, Birleşmiş Milletler'de ABD ve Fransa'nın önerisi, Almanya ve İngiltere'nin desteğiyle “Lübnan'a yabancı güçlerin müdahalesini kınayan” bir karar tasarısı onaylandı. Bu tasarıda Suriye'nin adı geçmese de hedef alınan ülke Suriye idi.
2001-2004 yılları arasında artan dış baskı, sonuç olarak Suriye'yi uluslararası alanda yalnızlık içine düşürdü ve yeni ittifaklar aramaya sevk etti. Çin ve Rusya'nın bölgeye tesirinin zor olmasından dolayı Suriye için Arap ülkeleri, Türkiye ve Avrupa Birliği en uygun siyasi ve ekonomik ortaklık kurulabilecek uluslararası aktörlerdi. Beşşar Esad bu üç aktörle aynı anda siyasi ve ekonomik işbirliği yapmak istedi. Arap ülkeleriyle Arap Ortak Pazarı kurmak için 2001 yılından itibaren çalışmalara başlandı(1) ve AB ile Barselona Süreci çerçevesinde 2003 yılının son ayı bir Serbest Ticaret Anlaşması imzalandı. Fakat Esad Suriyesi Türkiye ile 2000 yılından sonra aktif diplomasi yoluyla inanılmayacak süratle ve geniş bir yelpazede ilişkiler kurdu ve Suriye için Türkiye primus inter pares (eşitler arası birinci) konumuna yükseldi. Aynı konum Türkiye'nin Arap dünyasına bakışında da Suriye için geçerli sayılabilir. Bu birbirini önemseyen dış politika anlayışının nedeni, iki ülke arasında tarih boyunca varolan kültürel birliktelik ve coğrafi yakınlıktan kaynaklanan siyasi ve ekonomik potansiyel olmakla birlikte, daha çok Irak Savaşı sonrası bölgede oluşan ortak tehdit algılamaları ve TBMM'nin kabul etmediği Mart Tezkeresi sonrası Arap kamuoyunda oluşan Türkiye yanlısı tavırdır. ABD'nin Irak'ta Kürtler'i destekleyen politikaları sonucu Kuzey Irak'ta oluşan siyasi yapı, içinde Kürt etnik grubundan insanlar barındıran Türkiye, Suriye ve İran gibi ülkeleri doğrudan bir güvenlik sorunuyla karşı karşıya bıraktı. Bu çerçevede işbirliği yapan Türkiye ve Suriye, her fırsatta ortak irade göstererek Irak'ın bölünmezliğine vurgu yapmakta ve Kuzey Irak'ta oluşacak bağımsız bir Kürt devletine karşı olduklarını söylemektedir. Bununla birlikte Türkiye, Mart Tezkeresi'yle ABD'ye ciddi bir karşı duruş sergilemiş ve Arap hükümetlerinin hep yapmak istedikleri ama hiçbir zaman cesaret edemedikleri böyle bir eylemi demokratik bir süreç içinde gerçekleştirmiştir. Bu olayla Araplar arasında sempati kazanan Türkiye, Arap Orta Doğusu'na ilgisini arttırmış, bölgede olan gelişmeleri kenardan izlemek yerine sahip olduğu siyasi, tarihsel ve kültürel derinliğini kullanarak daha etkin bir bölgesel güç haline gelmiştir.
AB'nin Güneye Genişleme Süreci ve Türkiye-Suriye Ekonomik İlişkileri
Türkiye'nin Suriye ile ekonomik ilişkilerindeki gelişme, Avrupa Birliği'nin güneye açılım politikalarıyla Türkiye'nin 2000 yılında uygulamaya koyduğu komşularla ticareti artırmayı amaçlayan dış ticaret stratejisine dayanmaktadır.
Barselona'da Kasım 1995'te 15 Avrupa Birliği ve 12 Akdeniz ülkesi(2) dışişleri bakanlarının katılımı ile oluşturulan Avrupa-Akdeniz Konferansı'nda, Avrupa Birliği'nin güneye açılım politikasının temel ilkelerini içeren Barselona Bildirgesi imzalandı. Avrupa ile Akdeniz'e komşu ülkeler arasında oluşturulmak istenen ortaklığın amacı siyasi diyaloğun ve güvenliğin artırılmasıyla oluşacak ortak bir barış ve istikrar alanı yaratıp Akdeniz ülkelerinin zaman içinde kendi aralarında gerçekleştirilecek serbest ticaret bölgesi(3) yoluyla ortak bir refah alanı oluşturmaktı. Suriye, Barselona Sözleşmesi'ni imzaladıktan üç sene sonra 1998'de AB ile Ortaklık Anlaşması için müzakerelere başladı ve Aralık 2003'te Suriye-AB arasında bir Ortaklık Anlaşması imzalandı. Bu Ortaklık Anlaşması'nın imzalamasının ardından Suriye Türkiye ile Serbest Ticaret Anlaşması (STA) imzalama konusunda yükümlülük altına girdi. Türkiye de Gümrük Birliği anlaşması gereğince AB'nin üçüncü ülkelerle imzaladığı ikili anlaşmaları imzalamak zorundadır. Bu bağlamda Türkiye-Suriye arasında Nisan 2004'te STA ile ilgili ilk tur müzakereleri Ankara'da başladı ve Ağustos 2004'te STA, Türkiye'nin Dış Ticaretten Sorumlu Devlet Bakanı Kürşat Tüzmen ve Suriye Ekonomi ve Dış Ticaret Bakanı Ghasan El Rıfai tarafından paraf edildi. Anlaşmanın imzalanması da 2004 yılı sonuna bırakılmıştı.
2000 yılından beri Türkiye dış ticaretinde ön plana çıkan “ iki ülke arasında ticaret hacmi ne kadar büyük olursa siyasi gerginlik çıkma olasılığı o kadar azalır” tezi Suriye-Türkiye ekonomik ilişkilerini hızlı bir iyileşmeye neden oldu. Bu gelişmeyi devam ettirecek bir STA'nın iki ülke arasında imzalanması Türkiye-Suriye ticaretinde yeni bir dönem başlatacaktır. Türk özel sektörü, önce Suriye, sonra da Suriye üzerinden Arap Dünyası'na açılıp yeni yatırım ve genişleme olanakları bulacak, Suriye ise ekonomik liberalleşme ve özel sektörün oluşturulması açısından tecrübeli komşusundan çok şey öğrenecektir.
Erdoğan'ın Suriye Ziyareti
17 Aralık'taki Avrupa Zirvesi'nde yoğun ve zor bir diplomasi savaşı veren Türkiye Başbakanı R.T. Erdoğan, zirvenin hemen ardından AB'nin güneye açılım politikasının bir parçası olan(4) STA'larından birini Suriye ile imzalamak üzere Suriye Başbakanı Naci Otri'nin resmi davetlisi olarak 22-23 Aralık 2004'te Suriye'ye bir ziyaret gerçekleştirdi. Üç bakan, on milletvekili ve yüzden fazla iş adamıyla birlikte gerçekleştirilen ziyaretin ilk amacı olan STA, 22 Aralık günü Türkiye Başbakanı Erdoğan ve Suriye Başbakanı Otri arasında imzalandı.(5) İmza töreni sonrası yapılan basın toplantısında “Kardeş Suriye halkını en kalbi selamlarımı iletirim” diyerek sözlerine başlayan Erdoğan, bu anlaşmayı Türkiye ve Suriye arasındaki ekonomik ve ticari birlikteliğin hukuki altyapısını oluşturan bir adım olarak nitelendirmiştir. Suriye dış ticaretinde AB ülkeleri ve Lübnan ile birlikte ilk beş sırada yer alan Türkiye için, STA'nın imzalanması Suriye'nin en önemli dış ticaret ortağı olma açısından büyük önem arz etmektedir. STA'nın imzalanmasından sonra gerek Başbakan Otri gerekse Devlet Başkanı Esad ile yapılan görüşmelerde dikkat çeken bir durum da, Türkiye'nin AB ilişkilerindeki gelişmelerden memnun olduklarını belirtmeleri oldu. Hatta Suriyeli yetkililer de çok yakın bir zamanda AB'ye komşu olabilme ihtimalilerin yarattığı bir heyecan da gözlenmektedir. Örneğin Suriye Enformasyon Bakanı Mehdi Dahlallah, Cihan Haber Ajansı'na yaptığı açıklamada Türkiye'nin AB üyeliğini desteklediklerini belirterek Türkiye'nin AB ve Arap ülkeleri arasında köprü rolü oynayacağını söylüyordu.
Ziyarette, STA dışında iki konunun daha ön plana çıktığı görüldü. Bunlardan ilki, su konusunda ihtilaflardan işbirliğine geçişin ilk adımlarının atılmasıdır. Dicle ve Asi nehirlerinin ekonomik yarar getiren faaliyetler için kullanılmasıyla ilgili ortak projeler yapılması konusunda anlaşmaya varıldı.(6) Bir Suriyeli gazetecinin “ Asi Nehri üzerinde, ortak bir baraj kurulacağı yönünde bilgiler aldık. Acaba, Suriye-Türkiye arasındaki su ihtilafı bitti mi?" sorusunu kasıtlı bulan Suriye Başbakanı Otri, “Biz bazı şeyleri geride bıraktık. Biz artık anlaştık ve bölgemizde ortak kalkınma istiyoruz. Şayet, Asi Nehri üzerinde ortak bir baraj kurulması bölgeyi kalkındıracaksa, biz bunu yaparız. İki ülke arasındaki sınır da eskiden tehlikeliydi. Şimdi sınırdaki mayınlar arındırılıyor ve o bölge tarıma açılıyor. Biz, halklarımızı birbirine kenetleyecek ve yaşam düzeyini artıracak projelerden yanayız." diyerek bir su sorununun iki ülke arasında olmadığını vurguluyordu. Su konusunda işbirliğinin sağlanması dışında İsrail-Suriye ilişkileri ve Filistin konusunda Türkiye'nin yakın gelecekte rol oynamak istediğini gösteren bazı gelişmelerde bu ziyaret sırasında ortaya çıktı. Erdoğan bu sorunları ve ABD'nin bölge politikasından kaynaklanan endişelerini Esad ve Otri ile olan ikili görüşmelerinde dile getirdi. Basın toplantısında da “Siyasetimiz düşman üretmek değil dost kazanmak” diyen Erdoğan'ın, Suriye ziyaretinden kısa bir süre sonra Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'ü İsrail'e yollayacak olması, bu konuda “Türkiye aracı mı olacak?” sorusunu akla getirmektedir. Bu arada basına kapalı yapılan görüşmelerde Kuzey Irak'taki Kürt varlığının yarattığı endişeler ve terör örgütü PKK-Kongra/Gel'e karşı işbirliği ile ilgili konular görüşüldüğü çeşitli kaynaklarca ifade edilmiştir.
Başbakan Erdoğan'ın iki günlük Suriye ziyaretini, birbirine coğrafi ve kültürel olarak yakın, ama siyasi ve ekonomik olarak uzun süre uzak kalmış iki halkın ve iki devletin, ortak çıkar ve ekonomik birliktelikler yaratarak tekrar bir araya gelmesine katkıda bulunan bir hamle olarak değerlendirebiliriz. İki ülke arasındaki bu yakınlaşma ve işbirliği, kanlı çatışmaların ve toplu katliamların olduğu, düşmanlıkların kışkırtıldığı günümüz dünyasında örnek alınması gereken siyasi bir olaydır. Bu arada ziyaret sırasında, ziyaretin genelindeki samimi ve sıcak havaya tesir etmesi de, bazı olumsuzluklar gözden kaçmadı. Türk heyeti Şam havaalanına geldiğinde Suriye bandosunun Türk Milli Marşı'nı kötü çalması, törende kullanılan Türk bayrağının resmi ölçülerde olmaması ve basın toplantısındaki Türk tercümanın Erdoğan'ı Türkiye Cumhurbaşkanı olarak sunması diplomatik becerisizlikten kaynaklanan ve ders alınması gereken örnekler oldu.
(1) Günümüzde Suriye’nin Lübnan, Ürdün, Suudi Arabistan, BAE, Umman, Fas, Cezayir, Tunus, Mısır ve Libya ile Serbest Ticaret Anlaşmaları mevcuttur. Suriye ayrıca 2005’te yürürlüğe girecek Arap Ülkeleri Serbest Ticaret Bölgesi’nin de üyesidir.
Türkiye, Soğuk Savaş dönemi boyunca dünyada hüküm süren sert iki kutuplu uluslararası sistemde jeostratejik konumundan kaynaklanan nedenlerden dolayı başta sınır komşularıyla ilişkileri olmak üzere dış politikasını güvenlik endişelerine dayandırmıştı.
Türk karar alıcılar, çoğu zaman diğer devletleri “dost-düşman” “iyi-kötü” imgeleriyle tanımladı. Bu bağlamda Türkiye'nin genelde Orta Doğu'dan özelde Suriye'den uzak kalmasına neden olan başlıca iki faktör, tarihsel olaylardan yola çıkılarak Arap ülkelerine yaklaşmak ve Soğuk Savaş'ın statik yapısıdır. Soğuk Savaş'ın 1990'lı yıllarda sona ermesinden sonra ise oluşan dinamik ve değişken uluslararası sistemi algılamakta biraz zorlanan Türkiye bir süre eski alışkınlıklarından kurtulamamış, bölgesel ve global düzeyde etkinliğinin büyük güçlerin (veya tek büyük gücün) çizeceği rol çerçevesinde sınırlı kalmasına razı olmuştur. Fakat 90'lı yılların sonlarına doğru daha açık bir şekilde beliren yeni dünya düzeni, uluslararası sistemin ABD ve diğerleri olarak ikiye bölündüğünü ortaya koydu. ABD'nin “imparatorluk olma” stratejisini uygulamak istediği bu sistem, küresel hegemonun tam hakim olamamasından doğan siyasi ve ekonomik boşluk alanlarında, bölgesel güç konumundaki ülkelere akılcı siyasetlerle ve bölgesel ittifaklarla etkinliklerini daha fazla artırabilme imkanı vermektedir. 11 Eylül Saldırıları ve İkinci Irak Savaşı bu durumu daha somut olarak ortaya çıkarmıştır.
Türkiye özellikle 2000 yılından sonra bölgesel ve global etkinliğini artırabilmek için sistem içinde manevra kabiliyetini genişletici esnek ve aktif diplomasiye dayalı bir dış politika anlayışı uygulamaya koymuştur. Bu dış politika anlayışı cumhuriyetin ilk yıllarında Atatürk tarafından uygulanan “Pragmatizme Dayalı Çok Taraflı Dış Politika” anlayışına benzetilebilir. Bu politikanın ilk amacı belirsizlik ve çatışma alanlarını mümkün olduğunca Türkiye'nin yaşam ve çıkar alanından uzak tutulmasıdır. Bunun için de yapılması gereken öncelikle sınır komşularımızla sorunlarımızı en alt seviyeye indirip, güven ve işbirliğine dayalı siyasi, ekonomik ve kültürel ilişkiler ve ittifaklar oluşturmaktır.
Türkiye-Suriye ilişkilerini şekillendiren en önemli üç sorun tarihsel bir derinlik taşıyan Hatay Sorunu ve 20. yüzyılın son yirmi yılında ortaya çıkan su ve PKK'dan kaynaklanan güvenlik sorunları oldu. Her iki tarafın uzun yıllar çatışma, düşmanlık ve güvenlik kaygısıyla baktığı Türkiye-Suriye ilişkilerinde 1998'de Adana Mutabakatı'yla başlayan normalleşme 2000 yılında Hafız Esad'ın ölümünden sonra hızlı bir yakınlaşma sürecine girilmesiyle sonuçlandı. Bu yakınlaşma, siyasi, ekonomik ve kültürel boyut taşımakla beraber aslında “iyi komşuluk ve karşılıklı ortak çıkar oluşturma” stratejisine dayanmaktaydı. Bu stratejiyi ilk somutlaştıran eylemler, her iki ülkenin en yüksek siyasi iradelerinden geldi. En yüksek düzeyde gerçekleştirilen ziyaretler zinciri ilişkilerdeki olumlu süreci hızlandırıp, her alanda ortak değerler yaratılmasına ve iki ülkenin birbirini tekrar keşfetmesine neden oldu. Bu ziyaretler zincirinin iki önemli halkası, Cumhurbaşkanımız Ahmet Necdet Sezer' in ilk yurtdışı ziyaret olarak 2000 Haziran ayında Hafız Esad'ın Şam'daki cenaze töreni gitmesi ve Beşşar Esad'ın Suriye Devlet Başkanı olarak 2004 Ocak ayında Türkiye'ye gelmesidir. Sezer'in ziyareti, Türkiye-Suriye ilişkilerinde Suriye Arap yönetiminin gururunu okşayan ve samimiyeti vurgulayan önemli bir köşe taşıdır. Bu ziyaretten sonra 2004 yılına kadar geçen dört yıl içinde çeşitli düzeylerde bir çok karşılıklı ziyaret gerçekleşti ve bu ziyaretlerde sürekli vurgulanan, sorunlar değil, dostluk, tarihsel ortaklıklar, kültürel birliktelik ve ekonomik işbirliğiydi. Beşşar Esad'ın Türkiye'ye 2004 yılında yaptığı ziyaret ise öncelikle 1946 yılından beri devlet başkanı düzeyinde yapılan ilk ziyaret olması nedeniyle tarihsel bir anlam taşımakta ve iki ülke ilişkilerini şekillendiren önemli bir hamledir. Bu gelişmeler ışığında 22-23 Aralık 2004'te Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Suriye'ye gerçekleştirdiği iki günlük ziyaret, Türkiye-Suriye arasındaki yakınlaşmanın üçüncü büyük hamlesi olarak değerlendirilebilir. Bu makalede Erdoğan'ın Suriye'ye yaptığı diplomatik ziyareti, ABD'nin Orta Doğu politikası ve Avrupa Birliği'nin güneye genişleme süreci üzerinden değerlendirilecektir.
ABD'nin Orta Doğu Politikası ve Türkiye-Suriye Siyasi İlişkileri
Türkiye-Suriye siyasi ilişkilerini geliştiren ve yakınlaşmasını sağlayan en önemli dış etken, ABD'nin Orta Doğu'ya karşı uyguladığı dış politika anlayışıdır. Suriye-ABD ilişkileri, 2003 Irak Savaşı sonrası Amerikan karar alıcıların “askeri müdahaleyle demokratikleştirilecek” ikinci ülke olarak Suriye'yi göstermesiyle tarihinin en gergin günlerini yaşadı. ABD'deki şahinlere göre kitle imha silahlarına sahip, terörizmi ve Irak'taki direnişçileri destekleyerek bölgede istikrarsızlık yaratan Suriye, dünya güvenliği için önleyici saldırılarla etkisiz hale getirilmesi gereken tehlikeli bir tehdit kaynağıydı. Bölge politikası İsrail'in çıkarlarıyla paralellik gösteren ABD, Golan'daki İsrail işgali konusunda sesini çıkarmazken Lübnan'daki Suriye askeri güçleri konusunu sürekli gündemde tutmaktadır. 12 Aralık 2003'te Başkan Bush tarafından imzalanan “Suriye'nin Sorgulanması ve Lübnan'ın Saygınlığı Yasası” ile başlayan siyasi ve ekonomik baskı politikası, 2004 yılı içinde kesintiye uğramadan devam etmiştir. Mayıs ayında uzun zamandır beklenen Suriye'ye karşı ekonomik ambargo ABD tarafından uygulamaya konuldu. Bu arada Irak'ın kitle imha silahlarının Suriye'de saklandığına ve Suriye'nin Sudan hükümetiyle ortak biyolojik silah denemesi yaptığına dair iddialar gerginliği tırmandırdı. Son olarak Eylül 2004'te, Birleşmiş Milletler'de ABD ve Fransa'nın önerisi, Almanya ve İngiltere'nin desteğiyle “Lübnan'a yabancı güçlerin müdahalesini kınayan” bir karar tasarısı onaylandı. Bu tasarıda Suriye'nin adı geçmese de hedef alınan ülke Suriye idi.
2001-2004 yılları arasında artan dış baskı, sonuç olarak Suriye'yi uluslararası alanda yalnızlık içine düşürdü ve yeni ittifaklar aramaya sevk etti. Çin ve Rusya'nın bölgeye tesirinin zor olmasından dolayı Suriye için Arap ülkeleri, Türkiye ve Avrupa Birliği en uygun siyasi ve ekonomik ortaklık kurulabilecek uluslararası aktörlerdi. Beşşar Esad bu üç aktörle aynı anda siyasi ve ekonomik işbirliği yapmak istedi. Arap ülkeleriyle Arap Ortak Pazarı kurmak için 2001 yılından itibaren çalışmalara başlandı(1) ve AB ile Barselona Süreci çerçevesinde 2003 yılının son ayı bir Serbest Ticaret Anlaşması imzalandı. Fakat Esad Suriyesi Türkiye ile 2000 yılından sonra aktif diplomasi yoluyla inanılmayacak süratle ve geniş bir yelpazede ilişkiler kurdu ve Suriye için Türkiye primus inter pares (eşitler arası birinci) konumuna yükseldi. Aynı konum Türkiye'nin Arap dünyasına bakışında da Suriye için geçerli sayılabilir. Bu birbirini önemseyen dış politika anlayışının nedeni, iki ülke arasında tarih boyunca varolan kültürel birliktelik ve coğrafi yakınlıktan kaynaklanan siyasi ve ekonomik potansiyel olmakla birlikte, daha çok Irak Savaşı sonrası bölgede oluşan ortak tehdit algılamaları ve TBMM'nin kabul etmediği Mart Tezkeresi sonrası Arap kamuoyunda oluşan Türkiye yanlısı tavırdır. ABD'nin Irak'ta Kürtler'i destekleyen politikaları sonucu Kuzey Irak'ta oluşan siyasi yapı, içinde Kürt etnik grubundan insanlar barındıran Türkiye, Suriye ve İran gibi ülkeleri doğrudan bir güvenlik sorunuyla karşı karşıya bıraktı. Bu çerçevede işbirliği yapan Türkiye ve Suriye, her fırsatta ortak irade göstererek Irak'ın bölünmezliğine vurgu yapmakta ve Kuzey Irak'ta oluşacak bağımsız bir Kürt devletine karşı olduklarını söylemektedir. Bununla birlikte Türkiye, Mart Tezkeresi'yle ABD'ye ciddi bir karşı duruş sergilemiş ve Arap hükümetlerinin hep yapmak istedikleri ama hiçbir zaman cesaret edemedikleri böyle bir eylemi demokratik bir süreç içinde gerçekleştirmiştir. Bu olayla Araplar arasında sempati kazanan Türkiye, Arap Orta Doğusu'na ilgisini arttırmış, bölgede olan gelişmeleri kenardan izlemek yerine sahip olduğu siyasi, tarihsel ve kültürel derinliğini kullanarak daha etkin bir bölgesel güç haline gelmiştir.
AB'nin Güneye Genişleme Süreci ve Türkiye-Suriye Ekonomik İlişkileri
Türkiye'nin Suriye ile ekonomik ilişkilerindeki gelişme, Avrupa Birliği'nin güneye açılım politikalarıyla Türkiye'nin 2000 yılında uygulamaya koyduğu komşularla ticareti artırmayı amaçlayan dış ticaret stratejisine dayanmaktadır.
Barselona'da Kasım 1995'te 15 Avrupa Birliği ve 12 Akdeniz ülkesi(2) dışişleri bakanlarının katılımı ile oluşturulan Avrupa-Akdeniz Konferansı'nda, Avrupa Birliği'nin güneye açılım politikasının temel ilkelerini içeren Barselona Bildirgesi imzalandı. Avrupa ile Akdeniz'e komşu ülkeler arasında oluşturulmak istenen ortaklığın amacı siyasi diyaloğun ve güvenliğin artırılmasıyla oluşacak ortak bir barış ve istikrar alanı yaratıp Akdeniz ülkelerinin zaman içinde kendi aralarında gerçekleştirilecek serbest ticaret bölgesi(3) yoluyla ortak bir refah alanı oluşturmaktı. Suriye, Barselona Sözleşmesi'ni imzaladıktan üç sene sonra 1998'de AB ile Ortaklık Anlaşması için müzakerelere başladı ve Aralık 2003'te Suriye-AB arasında bir Ortaklık Anlaşması imzalandı. Bu Ortaklık Anlaşması'nın imzalamasının ardından Suriye Türkiye ile Serbest Ticaret Anlaşması (STA) imzalama konusunda yükümlülük altına girdi. Türkiye de Gümrük Birliği anlaşması gereğince AB'nin üçüncü ülkelerle imzaladığı ikili anlaşmaları imzalamak zorundadır. Bu bağlamda Türkiye-Suriye arasında Nisan 2004'te STA ile ilgili ilk tur müzakereleri Ankara'da başladı ve Ağustos 2004'te STA, Türkiye'nin Dış Ticaretten Sorumlu Devlet Bakanı Kürşat Tüzmen ve Suriye Ekonomi ve Dış Ticaret Bakanı Ghasan El Rıfai tarafından paraf edildi. Anlaşmanın imzalanması da 2004 yılı sonuna bırakılmıştı.
2000 yılından beri Türkiye dış ticaretinde ön plana çıkan “ iki ülke arasında ticaret hacmi ne kadar büyük olursa siyasi gerginlik çıkma olasılığı o kadar azalır” tezi Suriye-Türkiye ekonomik ilişkilerini hızlı bir iyileşmeye neden oldu. Bu gelişmeyi devam ettirecek bir STA'nın iki ülke arasında imzalanması Türkiye-Suriye ticaretinde yeni bir dönem başlatacaktır. Türk özel sektörü, önce Suriye, sonra da Suriye üzerinden Arap Dünyası'na açılıp yeni yatırım ve genişleme olanakları bulacak, Suriye ise ekonomik liberalleşme ve özel sektörün oluşturulması açısından tecrübeli komşusundan çok şey öğrenecektir.
Erdoğan'ın Suriye Ziyareti
17 Aralık'taki Avrupa Zirvesi'nde yoğun ve zor bir diplomasi savaşı veren Türkiye Başbakanı R.T. Erdoğan, zirvenin hemen ardından AB'nin güneye açılım politikasının bir parçası olan(4) STA'larından birini Suriye ile imzalamak üzere Suriye Başbakanı Naci Otri'nin resmi davetlisi olarak 22-23 Aralık 2004'te Suriye'ye bir ziyaret gerçekleştirdi. Üç bakan, on milletvekili ve yüzden fazla iş adamıyla birlikte gerçekleştirilen ziyaretin ilk amacı olan STA, 22 Aralık günü Türkiye Başbakanı Erdoğan ve Suriye Başbakanı Otri arasında imzalandı.(5) İmza töreni sonrası yapılan basın toplantısında “Kardeş Suriye halkını en kalbi selamlarımı iletirim” diyerek sözlerine başlayan Erdoğan, bu anlaşmayı Türkiye ve Suriye arasındaki ekonomik ve ticari birlikteliğin hukuki altyapısını oluşturan bir adım olarak nitelendirmiştir. Suriye dış ticaretinde AB ülkeleri ve Lübnan ile birlikte ilk beş sırada yer alan Türkiye için, STA'nın imzalanması Suriye'nin en önemli dış ticaret ortağı olma açısından büyük önem arz etmektedir. STA'nın imzalanmasından sonra gerek Başbakan Otri gerekse Devlet Başkanı Esad ile yapılan görüşmelerde dikkat çeken bir durum da, Türkiye'nin AB ilişkilerindeki gelişmelerden memnun olduklarını belirtmeleri oldu. Hatta Suriyeli yetkililer de çok yakın bir zamanda AB'ye komşu olabilme ihtimalilerin yarattığı bir heyecan da gözlenmektedir. Örneğin Suriye Enformasyon Bakanı Mehdi Dahlallah, Cihan Haber Ajansı'na yaptığı açıklamada Türkiye'nin AB üyeliğini desteklediklerini belirterek Türkiye'nin AB ve Arap ülkeleri arasında köprü rolü oynayacağını söylüyordu.
Ziyarette, STA dışında iki konunun daha ön plana çıktığı görüldü. Bunlardan ilki, su konusunda ihtilaflardan işbirliğine geçişin ilk adımlarının atılmasıdır. Dicle ve Asi nehirlerinin ekonomik yarar getiren faaliyetler için kullanılmasıyla ilgili ortak projeler yapılması konusunda anlaşmaya varıldı.(6) Bir Suriyeli gazetecinin “ Asi Nehri üzerinde, ortak bir baraj kurulacağı yönünde bilgiler aldık. Acaba, Suriye-Türkiye arasındaki su ihtilafı bitti mi?" sorusunu kasıtlı bulan Suriye Başbakanı Otri, “Biz bazı şeyleri geride bıraktık. Biz artık anlaştık ve bölgemizde ortak kalkınma istiyoruz. Şayet, Asi Nehri üzerinde ortak bir baraj kurulması bölgeyi kalkındıracaksa, biz bunu yaparız. İki ülke arasındaki sınır da eskiden tehlikeliydi. Şimdi sınırdaki mayınlar arındırılıyor ve o bölge tarıma açılıyor. Biz, halklarımızı birbirine kenetleyecek ve yaşam düzeyini artıracak projelerden yanayız." diyerek bir su sorununun iki ülke arasında olmadığını vurguluyordu. Su konusunda işbirliğinin sağlanması dışında İsrail-Suriye ilişkileri ve Filistin konusunda Türkiye'nin yakın gelecekte rol oynamak istediğini gösteren bazı gelişmelerde bu ziyaret sırasında ortaya çıktı. Erdoğan bu sorunları ve ABD'nin bölge politikasından kaynaklanan endişelerini Esad ve Otri ile olan ikili görüşmelerinde dile getirdi. Basın toplantısında da “Siyasetimiz düşman üretmek değil dost kazanmak” diyen Erdoğan'ın, Suriye ziyaretinden kısa bir süre sonra Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'ü İsrail'e yollayacak olması, bu konuda “Türkiye aracı mı olacak?” sorusunu akla getirmektedir. Bu arada basına kapalı yapılan görüşmelerde Kuzey Irak'taki Kürt varlığının yarattığı endişeler ve terör örgütü PKK-Kongra/Gel'e karşı işbirliği ile ilgili konular görüşüldüğü çeşitli kaynaklarca ifade edilmiştir.
Başbakan Erdoğan'ın iki günlük Suriye ziyaretini, birbirine coğrafi ve kültürel olarak yakın, ama siyasi ve ekonomik olarak uzun süre uzak kalmış iki halkın ve iki devletin, ortak çıkar ve ekonomik birliktelikler yaratarak tekrar bir araya gelmesine katkıda bulunan bir hamle olarak değerlendirebiliriz. İki ülke arasındaki bu yakınlaşma ve işbirliği, kanlı çatışmaların ve toplu katliamların olduğu, düşmanlıkların kışkırtıldığı günümüz dünyasında örnek alınması gereken siyasi bir olaydır. Bu arada ziyaret sırasında, ziyaretin genelindeki samimi ve sıcak havaya tesir etmesi de, bazı olumsuzluklar gözden kaçmadı. Türk heyeti Şam havaalanına geldiğinde Suriye bandosunun Türk Milli Marşı'nı kötü çalması, törende kullanılan Türk bayrağının resmi ölçülerde olmaması ve basın toplantısındaki Türk tercümanın Erdoğan'ı Türkiye Cumhurbaşkanı olarak sunması diplomatik becerisizlikten kaynaklanan ve ders alınması gereken örnekler oldu.
(1) Günümüzde Suriye’nin Lübnan, Ürdün, Suudi Arabistan, BAE, Umman, Fas, Cezayir, Tunus, Mısır ve Libya ile Serbest Ticaret Anlaşmaları mevcuttur. Suriye ayrıca 2005’te yürürlüğe girecek Arap Ülkeleri Serbest Ticaret Bölgesi’nin de üyesidir.
(2) Cezayir, Fas, İsrail, Kıbrıs, Lübnan, Malta, Mısır, Tunus, Türkiye, Suriye, Ürdün, Filistin Yönetimi
(3) Barselona’da, ortak ticaret bölgesinin 2010 yılına kadar gerçekleşmesi planlanmıştır.
(4) Türkiye’nin ekonomik anlamda Orta Doğu politikasında, en büyük ticari partneri olan AB’nin etkisi göz ardı edilemez. Fakat bu ziyaretin Türkiye’nin çok tarafı dış politikasının bir parçası olarak değerlendirilmesi gerekir.
(5) STA’ya göre anlaşmanın yürürlüğe girmesi ile birlikte, sanayi ürünlerinde Suriye menşeli ürünlerin Türkiye’ye ithalatında uygulanan vergiler kaldırılacaktır. Suriye tarafı ise, Türkiye menşeli ürünlerin Suriye’ye ithalatında uygulanan vergileri 12 yıllık bir geçiş takvimi çerçevesinde kaldıracaktır.
(6) Suriye Başbakanı Naci Otri’nin ülkenin kuzey doğusundaki 150 hektarlık araziyi sulamak için Dicle nehrinden su pompalanması teklifine Başbakan Erdoğan olumlu yanıt verdi. Asi nehrinin üzerine kurulacak baraj konusunda da görüşmelere başlanma kararı alındı.
Thursday, December 16, 2004
Wednesday, December 15, 2004
Monday, October 25, 2004
Thursday, October 21, 2004
Friday, October 15, 2004
SURİYE’NİN SİYASİ VE EKONOMİK DIŞA AÇILIM POLİTİKALARI: AVRUPA BİRLİĞİ VE TÜRKİYE*
Yasin Atlıoğlu
ÖZET
1990’lı yılların başında Soğuk Savaş’ın sona ermesinden sonra Batılı devletlerce oluşturulmaya çalışılan yeni dünya düzeninden en fazla etkilenen Orta Doğu ülkesi, dış politikasını iki kutuplu uluslararası sistemdeki güç dengelerine ve Sovyetler Birliği’nden gelen askeri ve ekonomik yardıma bağlayan Suriye olmuştur. Bir anda yalnızlık içine düşen Suriye’nin, globalleşme, liberal demokrasi, serbest piyasa ekonomisi, insan hakları, uluslararası hukuk gibi değerleri savunduğunu söyleyen Batılı dünya içinde kendine yer bulma çabası, Hafız Esad iktidarının son on yılında başlamış olsa da planlı bir reform hareketi, 2000 yılında Beşşar Esad’ın iktidara gelmesiyle uygulamaya konmuştur. Bu çalışmada Suriye’nin zaman zaman ABD’yi de karşısına alarak AB ve Türkiye üzerinden gerçekleştirmek istediği siyasi ve ekonomik açılım politikası ele alınacaktır.
ABSTRACT
SYRIA’S POLITICAL AND ECONOMIC POLICIES FOR GLOBAL INTEGRATION: EU AND TURKEY
With the end of the Cold War in the beginning of 1990’s, the Middle East country that has been mostly affected from the Western countries efforts to constitute a new world order was Syria, which for many years ought to make a foreign policy harmonious to the balance of power poitics of the bipolar system and also dependent to the economic and military aid of the Soviet Union. Although the effort for integration to the WesternWorld maintaining the values for globalization, liberal democracy, free market economy, human rights and international law has started during the last ten years Hafiz Assad period a more organized reform movement was put into practice in year 2000 with Bashar Assad's power. This article is dealing with Syria’s efforts to use Turkey and the EU as a step for global integration that occasionally resists the US policies.
1990’lı yılların başında Soğuk Savaş’ın sona ermesinden sonra Batılı devletlerce oluşturulmaya çalışılan yeni dünya düzeninden en fazla etkilenen Orta Doğu ülkesi, dış politikasını iki kutuplu uluslararası sistemdeki güç dengelerine ve Sovyetler Birliği’nden gelen askeri ve ekonomik yardıma bağlayan Suriye olmuştur. Bir anda yalnızlık içine düşen Suriye’nin, globalleşme, liberal demokrasi, serbest piyasa ekonomisi, insan hakları, uluslararası hukuk gibi değerleri savunduğunu söyleyen Batılı dünya içinde kendine yer bulma çabası, Hafız Esad iktidarının son on yılında başlamış olsa da planlı bir reform hareketi, 2000 yılında Beşşar Esad’ın iktidara gelmesiyle uygulamaya konmuştur. Bu çalışmada Suriye’nin zaman zaman ABD’yi de karşısına alarak AB ve Türkiye üzerinden gerçekleştirmek istediği siyasi ve ekonomik açılım politikası ele alınacaktır.
ABSTRACT
SYRIA’S POLITICAL AND ECONOMIC POLICIES FOR GLOBAL INTEGRATION: EU AND TURKEY
With the end of the Cold War in the beginning of 1990’s, the Middle East country that has been mostly affected from the Western countries efforts to constitute a new world order was Syria, which for many years ought to make a foreign policy harmonious to the balance of power poitics of the bipolar system and also dependent to the economic and military aid of the Soviet Union. Although the effort for integration to the WesternWorld maintaining the values for globalization, liberal democracy, free market economy, human rights and international law has started during the last ten years Hafiz Assad period a more organized reform movement was put into practice in year 2000 with Bashar Assad's power. This article is dealing with Syria’s efforts to use Turkey and the EU as a step for global integration that occasionally resists the US policies.
Not: Bu makale TASAM Yayinlarindan cikan Stratejik Öngörü Dergisi’nin Sonbahar 2004’te yayinlanan 3. sayisinda yer almistir.
Saturday, October 09, 2004
Saturday, October 02, 2004
Sezer-highlights Turkish- Syrian relations
SOURCE: Arabic News
Turkish President Ahmet Necdet Sezer has stressed that President Bashar al-Assad's visit to Turkey early this year was historic and was the first of its kind in the history of relations between the two countries.
In his address to the Turkish Parliament, Sezer underlined that the visit has contributed to the development of bilateral relations in all the political, economic and cultural spheres and has led to a strong friendship between the two peoples of both countries.
He expressed relief over the development of relations with Syria stressing that Turkish relations with the Arab countries is a priority for Turkey.
Sezer expressed concern over the development of the situation in Iraq, stressing that the unity of Iraq is very important for Turkey which continues its economic and trade relations with it, accusing Washington of evading coordination and cooperation with Ankara against Turkey's opponents in northern Iraq.
Thursday, September 30, 2004
Thursday, September 16, 2004
Wednesday, September 15, 2004
Syrian PA speaker holds talks in Ankara
SOURCE: Arabic News
Speaker of the People's Assembly Mahmoud al-Abrash on Tuesday conferred with the Turkish Speaker of the Parliament Bulent Arinc on means of enhancing the advanced parliamentary relations between the two Parliaments to go along with the advanced relations between Syria and Turkey.
Abrash and Arinc headed a meeting that included members of the Syrian Parliamentary delegation and a number of Turkish MPs, where they exchanged viewpoints on means of reactivating the parliamentary relations between both countries.Later, al-Abrash and Arinc signed a memo of understanding on cooperation between both parliaments.
Following the meeting, Speaker of the People's Assembly said this visit comes in the framework of a number of visits which aim at deepening the advanced relations between the two countries, referring to the historical visit of President Bashar al-Assad to Turkey at the beginning of this year.Abrash stressed the two countries' stances are identical on a number of issues including the situation in Iraq and the occupied Palestinian lands.He expressed Syria's appreciation over Turkey's stances concerning the weapons of mass destruction issue in the Middle East.
Arinc, for his part, said the friendly relations between Syria and Turkey are progressing, particularly after the visit of President Bashar al-Assad and the mutual official visits between the two sides.He added that the aim of the Memo of Understanding is to boost cooperation, describing the Syrian-Turkish relations as strong and deeply- rooted.
Earlier, al-Abrash and the accompanying delegation paid a visit to the tomb of the Founder of the Turkish State Mustafa Kemal Ataturk.
Thursday, September 09, 2004
Tuesday, September 07, 2004
Friday, September 03, 2004
Thursday, September 02, 2004
Saturday, August 28, 2004
Friday, July 16, 2004
Otari concludes a three- day successful visit to Turkey
SOURCE: Arabic News
Syria's Prime Minister Mohammed Naji Otari and the accompanying delegation on Thursday returned home concluding a 3-day official visit to Turkey.
He was seen off at Istanbul International Airport by Istanbul Governor Muammer Guler and Syria's Ambassador in Ankara.Earlier in the day, Prime Minister Mohammed Naji Ottri and the accompanying delegation on Thursday paid a visit to Dolma Bahci historical Palace.
They were received at the palace by Chairman of the Turkish National Grand Assembly Bulent Arinc. They toured the Palace and listened to a review on the history of the palace.
Later, they paid also a visit to Istanbul Stock Exchange Market. They listened to an explanation from the Director of the Stock Market on the mechanism of the work, the history of its foundation and activities and role in the economic and finance life in Turkey.
Following a tour in the Stock Market, Otari stressed the importance of cooperation between Syria and Turkey to establish a stock exchange market in Damascus.
Monday, June 28, 2004
Tuesday, June 01, 2004
Wednesday, May 26, 2004
Monday, May 10, 2004
Thursday, April 22, 2004
Thursday, April 15, 2004
Thursday, April 01, 2004
Monday, March 29, 2004
Sunday, March 21, 2004
Thursday, March 18, 2004
Wednesday, March 17, 2004
Tuesday, March 16, 2004
Monday, March 15, 2004
Friday, March 12, 2004
Thursday, March 11, 2004
Petition for reforms collected the signature of 7,000 persons; Damascus: releases the detainees
SOURCE: Arabic News
Two Syrian organization in defense for human rights in Syria yesterday announced that all persons who were detained during the sit in organized in front of the People's Assembly in Damascus on Monday in protest of the emergency law, and demanding the release of political prisoners on the 41st anniversary of the Baath party assumption of power in Syria, were released the same day, while the US had expressed its great concern over these detention which covered one of its diplomats.
The American embassy in Damascus complained against the detention of the diplomat and considered this act as "a violation for the Vienna agreement on diplomatic missions and working in it." The spokesman for the embassy said that the American Ambassador in Damascus strongly deplored to the government detention of the American diplomat for one hour. The spokesman for the US Department Of State Richard Boucher expressed his country's concern over what the Syrian authorities made "towards peaceful demonstrators" and said that his country protested against the short time detention of the American diplomat, noting that Damascus apologized for that.
The spokesman for human rights organization in Syria lawyer Anwar al-Bunni said that "some 98 persons were detained for hours and then all of them were released including lawyer Aktham Nueisah," the chairman of the defense committee in defense of democratic freedoms and human rights in Syria. The activist in the defense committees for freedoms and human rights Muzin Murshid who was among the detainees said that, all were released. She added " release was made on shifts. The journalists first and then women ( they are seven women ) and then the others." But Nueisah, for his part announced he will submit on March 17 the petition he had campaigned for in the beginning of this year which calls for canceling the emergency law in the country and to introduce vast political and economic reforms to the office of the Syrian President Bashar al-Assad.
He told journalists in Damascus that number of detainees on the petition reached 7,000 and that the committees will form a committee of 10 or 15 persons to hand over the petition to the office of the President. He indicated that he was detained for five hours with some 104 persons including 7 women activists in the human rights field.
Two Syrian organization in defense for human rights in Syria yesterday announced that all persons who were detained during the sit in organized in front of the People's Assembly in Damascus on Monday in protest of the emergency law, and demanding the release of political prisoners on the 41st anniversary of the Baath party assumption of power in Syria, were released the same day, while the US had expressed its great concern over these detention which covered one of its diplomats.
The American embassy in Damascus complained against the detention of the diplomat and considered this act as "a violation for the Vienna agreement on diplomatic missions and working in it." The spokesman for the embassy said that the American Ambassador in Damascus strongly deplored to the government detention of the American diplomat for one hour. The spokesman for the US Department Of State Richard Boucher expressed his country's concern over what the Syrian authorities made "towards peaceful demonstrators" and said that his country protested against the short time detention of the American diplomat, noting that Damascus apologized for that.
The spokesman for human rights organization in Syria lawyer Anwar al-Bunni said that "some 98 persons were detained for hours and then all of them were released including lawyer Aktham Nueisah," the chairman of the defense committee in defense of democratic freedoms and human rights in Syria. The activist in the defense committees for freedoms and human rights Muzin Murshid who was among the detainees said that, all were released. She added " release was made on shifts. The journalists first and then women ( they are seven women ) and then the others." But Nueisah, for his part announced he will submit on March 17 the petition he had campaigned for in the beginning of this year which calls for canceling the emergency law in the country and to introduce vast political and economic reforms to the office of the Syrian President Bashar al-Assad.
He told journalists in Damascus that number of detainees on the petition reached 7,000 and that the committees will form a committee of 10 or 15 persons to hand over the petition to the office of the President. He indicated that he was detained for five hours with some 104 persons including 7 women activists in the human rights field.
Wednesday, March 10, 2004
Monday, March 01, 2004
Wednesday, February 11, 2004
Wednesday, February 04, 2004
Syrian intellectuals urge reform
SOURCE: BBC
Over 1,000 Syrian intellectuals have signed a petition urging President Assad to implement political reforms.
It calls for the release of political prisoners and the lifting of a state of emergency in place for 40 years.
The organisers hope more than 1m people will sign by the time the document is presented to the government next month.
The president has ignored similar petitions in the past, but his country has come under intense pressure from Washington in recent months.
The petition, organised by a group called the Committee for the Defence of Democratic Liberties and Human Rights in Syria, will be handed to the government on 8 March, the anniversary of the ruling Baath party's rise to power.
Last month, President Assad released more than 100 political prisoners and he freed more than 600 prisoners in 2000.
Under US scrutiny
The petition says Syria has been languishing under the duress of emergency law since 1963, with the impact felt in all fields of public life.
The signatories are demanding that the government shuts down special state courts where defendants have no right of appeal and that it puts a stop to arbitrary arrests.
The petition is not the first presented by Syrian intellectuals calling for political reform.
Although previous moves have been ignored, Syrian democracy activists say this time the situation is different.
One of those who signed the petition - a lawyer and human rights activist - told the BBC that recent events on the international stage had encouraged them to launch the petition, and he said there are rumours that President Bashar al-Assad has already referred the issue of the continued state of emergency to the Supreme Court.
For the past year, Syria has been under an intense American spotlight.
The Syria Accountability Act, recently passed by the US Congress, imposed sanctions on Damascus for alleged links to terrorism and for seeking to obtain weapons of mass destruction.
The Syrian activists say they are hoping the regime may have realised that reform and national reconciliation are an important defence against American pressures.
Over 1,000 Syrian intellectuals have signed a petition urging President Assad to implement political reforms.
It calls for the release of political prisoners and the lifting of a state of emergency in place for 40 years.
The organisers hope more than 1m people will sign by the time the document is presented to the government next month.
The president has ignored similar petitions in the past, but his country has come under intense pressure from Washington in recent months.
The petition, organised by a group called the Committee for the Defence of Democratic Liberties and Human Rights in Syria, will be handed to the government on 8 March, the anniversary of the ruling Baath party's rise to power.
Last month, President Assad released more than 100 political prisoners and he freed more than 600 prisoners in 2000.
Under US scrutiny
The petition says Syria has been languishing under the duress of emergency law since 1963, with the impact felt in all fields of public life.
The signatories are demanding that the government shuts down special state courts where defendants have no right of appeal and that it puts a stop to arbitrary arrests.
The petition is not the first presented by Syrian intellectuals calling for political reform.
Although previous moves have been ignored, Syrian democracy activists say this time the situation is different.
One of those who signed the petition - a lawyer and human rights activist - told the BBC that recent events on the international stage had encouraged them to launch the petition, and he said there are rumours that President Bashar al-Assad has already referred the issue of the continued state of emergency to the Supreme Court.
For the past year, Syria has been under an intense American spotlight.
The Syria Accountability Act, recently passed by the US Congress, imposed sanctions on Damascus for alleged links to terrorism and for seeking to obtain weapons of mass destruction.
The Syrian activists say they are hoping the regime may have realised that reform and national reconciliation are an important defence against American pressures.
Monday, January 19, 2004
Monday, January 12, 2004
Sunday, January 11, 2004
Wednesday, January 07, 2004
Turkey and Syria bury differences
SOURCE: BBC News
Turkey and Syria have agreed to bury their differences, ending decades of frosty relations.
Syrian President Bashar al-Assad, who is visiting Turkey, said the two countries would work together for peace and stability in the Middle East.
Mr Assad's visit is the first to Turkey by a Syrian head of state.
After a meeting with Turkish President Ahmet Necdet Sezer, he said the two countries shared concerns about the territorial integrity of Iraq.
Meanwhile Turkey, with its strong ties to Israel, is reported to be offering to help Syria make progress with its recent overtures towards the Jewish state.
Syria and Turkey were on the verge of war only five years ago over charges that Damascus was harbouring Kurdish rebels including Abdullah Ocalan. Syria later expelled the Kurdish rebel leader, who was subsequently captured and tried by Turkey.
Common ground
But since succeeding his father Hafez al-Assad almost four years ago, Mr Assad has been trying to improve ties with Ankara, and his visit caps a series of smaller steps to repair relations.
"We have moved together from an atmosphere of distrust to one of trust," he said. "We must create stability from a regional atmosphere of instability."
Mr Sezer echoed the Syrian leader's concern: "No time can be lost in replacing the atmosphere of enmity, distrust and instability which unfortunately prevails in our region with one of peace, stability and prosperity."
Mr Assad also mentioned Iraq, whose US-led occupation - which the two countries oppose - has brought the two countries closer together.
"We condemn all approaches that pose a threat to Iraq's territorial integrity," he said.
Turkey and Syria have common interests in Iraq. Both have sizeable Kurdish populations and neither wants to see the Kurds of Iraq winning independence under the new constitution there.
The two countries also want foreign troops to leave Iraq as soon as possible.
'Arsenal needed'
The US accuses Syria of seeking weapons of mass destruction, and has threatened sanctions.
But Damascus will only renounce its weapons of mass destruction programmes in tandem with similar dismantling by Israel, Mr Assad said in an interview as he arrived in Turkey.
He said it was "natural" for his country to wish to defend itself without co-ordinated disarmament throughout the Middle East.
Israel is widely believed to hold a nuclear arsenal, but has never admitted it.
Turkey and Syria have agreed to bury their differences, ending decades of frosty relations.
Syrian President Bashar al-Assad, who is visiting Turkey, said the two countries would work together for peace and stability in the Middle East.
Mr Assad's visit is the first to Turkey by a Syrian head of state.
After a meeting with Turkish President Ahmet Necdet Sezer, he said the two countries shared concerns about the territorial integrity of Iraq.
Meanwhile Turkey, with its strong ties to Israel, is reported to be offering to help Syria make progress with its recent overtures towards the Jewish state.
Syria and Turkey were on the verge of war only five years ago over charges that Damascus was harbouring Kurdish rebels including Abdullah Ocalan. Syria later expelled the Kurdish rebel leader, who was subsequently captured and tried by Turkey.
Common ground
But since succeeding his father Hafez al-Assad almost four years ago, Mr Assad has been trying to improve ties with Ankara, and his visit caps a series of smaller steps to repair relations.
"We have moved together from an atmosphere of distrust to one of trust," he said. "We must create stability from a regional atmosphere of instability."
Mr Sezer echoed the Syrian leader's concern: "No time can be lost in replacing the atmosphere of enmity, distrust and instability which unfortunately prevails in our region with one of peace, stability and prosperity."
Mr Assad also mentioned Iraq, whose US-led occupation - which the two countries oppose - has brought the two countries closer together.
"We condemn all approaches that pose a threat to Iraq's territorial integrity," he said.
Turkey and Syria have common interests in Iraq. Both have sizeable Kurdish populations and neither wants to see the Kurds of Iraq winning independence under the new constitution there.
The two countries also want foreign troops to leave Iraq as soon as possible.
'Arsenal needed'
The US accuses Syria of seeking weapons of mass destruction, and has threatened sanctions.
But Damascus will only renounce its weapons of mass destruction programmes in tandem with similar dismantling by Israel, Mr Assad said in an interview as he arrived in Turkey.
He said it was "natural" for his country to wish to defend itself without co-ordinated disarmament throughout the Middle East.
Israel is widely believed to hold a nuclear arsenal, but has never admitted it.
Tuesday, January 06, 2004
Syrian president kicks off historical visit to Turkey
SOURCE: People's Daily
Syrian President Bashar Al-Assad arrived Tuesday for a three-day ground-breaking visit to neighboring Turkey.
Bilateral relations and the Iraq issue would be on the agenda of Al-Assad's visit to Turkey, diplomatic sources said, adding that documents on prevention of double taxation, promotion and protection of investments as well as the sixth tourism protocol are expected to be signed during Al-Assad's visit.
After a scheduled meeting between Turkish President Ahmed Necdet Sezer and Al-Assad, the two leaders are expected to preside the meetings between Turkish and Syrian delegations, the sources added.
Al-Assad's visit came amid a rapprochement in relations between the two countries, which came to the brink of war just a few years ago.
"We have doors wide open ahead of us to achieve our objectives, and cooperation between our countries is super," Al-Assad said.
A statement from the Turkish presidency said Monday that the visit "is of special importance because it is the first presidential visit from Syria."
The two countries signed a memorandum of understanding in December to combat crime and terrorism following a series of car bomb attacks in Istanbul in November, 2003.
Turkiye Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in Suriye Cumhurbaşkanı Beşar Esad onuruna verdiği akşam yemeğinde yaptıkları konuşma
Kaynak: http://www.cankaya.gov.tr/
Tarih: 06.01.2004
Konu: Suriye Cumhurbaşkanı Beşar Esad onuruna verdiği akşam yemeğinde yaptıkları konuşma
Yer: Çankaya Köşkü
Sayın Cumhurbaşkanı,
Saygıdeğer Hanımefendi,
Sayın Konuklar,
Suriye Arap Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sayın Beşar Esad'ı, Saygıdeğer Eşini ve beraberindeki heyet üyelerini ülkemizde görmekten ve ağırlamaktan mutluluk duyuyoruz.
Türkiye ve Suriye arasında ortak tarihi ve kültürel değerlere dayalı köklü bağlar, ülkelerimiz ve uluslarımız arasındaki dostluk ilişkilerinin temelini ve parlak geleceğinin güvencesini oluşturmaktadır.
Türkiye'ye gelen ilk Suriye Cumhurbaşkanı olarak Yüce Kişiliğinizin bu tarihi ziyareti, ülkelerimiz arasındaki ilişkilerin her alanda hızla gelişmekte olduğunun somut göstergesidir.
Türkiye-Suriye ilişkilerinde son yıllarda yaşanan olumlu gelişmeler, ülkelerimiz arasındaki işbirliği alanlarını genişletmiş, uluslarımızın gönenç düzeyinin yükseltilmesine katkıda bulunmaya başlamıştır. Ziyaretinizin hızla gelişen ilişkilerimizin daha da ileri götürülmesine olanak tanıyacağı kuşkusuzdur.
Yüce Kişiliğinizin seçkin önderliğinde Suriye'de siyasal ve ekonomik alanlarda başlatılan reform sürecini ve bu yönde sürdürülen çalışmaları beğeniyle izliyor ve destekliyoruz.
Türkiye ile Suriye arasında her alanda, özellikle ekonomi ve ticaret konularında, geniş işbirliği olanakları bulunmaktadır. Sözkonusu olanaklardan uluslarımızın karşılıklı yararları doğrultusunda, en geniş şekilde yararlanmamız gerektiğine inanıyoruz. Bugün imzalanan anlaşmalar bu amaçla bizlere yeni ufuklar açmaktadır.
Sayın Cumhurbaşkanı,
Ortak tarihsel, kültürel ve toplumsal değerlerle bağlı bulunduğumuz Orta Doğu bölgesindeki gelişmeler, Türkiye'yi derinden etkilemektedir.
Orta Doğu bölgesi, ne yazık ki, yıllardır süregelen sorunlar ve çatışmalar nedeniyle, özlenen barış ve istikrara bir türlü kavuşamamıştır. Köklü bir geçmişe, zengin bir kültüre ve geniş kaynaklara sahip olan Orta Doğu ulusları, esenlik ve gönenç içinde yaşamayı en az diğer uluslar kadar hak etmektedir.
Bölgemizin bir an önce istikrara kavuşması, eldeki olanakların tüm bölge uluslarının gönencinin artırılması ve çağdaşlaşma amaçlarıyla kullanılması, bölge ülkeleri arasında yapıcı bir işbirliğinin ve anlayış ortamının kurulmasıyla olanaklıdır. Türkiye bu amaç doğrultusunda çalışmaya devam edecektir.
İsrail-Filistin uyuşmazlığında son dönemde yaşanan terör ve şiddet eylemlerini üzüntü ve kaygıyla izliyoruz. Kardeş Filistin ulusunun yasal haklarının korunması ve Filistin'in uluslararası toplum içinde hak ettiği onurlu yerini alması, Türkiye'nin dış politika gündeminin ön sıralarında yer almaktadır. Gerek şiddetle kınadığımız terörle, gerek teröre karşı savaşımda aşırı güç kullanımıyla barışçı bir çözüme varılamayacağı açıktır.
Uyuşmazlığın çözümü yolunda ortaya konulan Yol Haritası'nın taraflarca kabul edilmesini mutlulukla izledik. Ancak, gerekli adımların daha fazla gecikilmeksizin atılmaya başlanması da en az Yol HaritasıÕnın benimsenmesi kadar önem taşımaktadır. Bölgede barışın ve istikrarın ancak kapsamlı olduğu takdirde kalıcı olacağı düşüncesinden hareketle, Suriye ve Lübnan kanallarının da zamanı geldiğinde canlandırılması gerektiği inancındayız.
Bugün Irak'ta varolan durum ve bu ülkenin geleceği, iki komşu ülke Türkiye ve Suriye'yi yakından ilgilendirmektedir. Irak'ın toprak bütünlüğünün ve ulusal birliğinin korunması temel önemdedir. Irak'ın bütün kesimleriyle barışık, komşularıyla uyumlu, özgür ve egemen bir devlet olarak uluslararası toplum içindeki yerini en kısa sürede alması ortak amacımızdır. Türkiye, bu amaca ulaşılması için uluslararası çabalara güçlü desteğini sürdürecek, yakın komşuluk ilişkilerinin gereğini yerine getirecektir. Irak ulusunun çekmekte olduğu sıkıntıların artık sona ermesini diliyoruz.
Suriye ile gelişmekte olan ilişkilerimizi, uluslarımızın ortak yararına daha da ileriye götürmeye kararlıyız. Bu çerçevede, ziyaretinizin ilişkilerimizin özüne yaptığı anlamlı katkıdan duyduğumuz mutluluğu özellikle vurgulamak istiyoruz.
Sözlerimi bitirirken, ülkelerimiz arasında varolan ilişkilerin yeni atılımlarla daha da gelişeceği inancıyla kadehimi, Cumhurbaşkanı Sayın Esad ve Saygıdeğer Eşinin sağlık ve mutluluğuna, Suriye ulusunun esenlik ve gönencine, Türkiye-Suriye dostluğunun parlak geleceğine kaldırıyorum.
Monday, January 05, 2004
Suriye, Türkiye ve Ortadoğu-2 (Hüsnü Mahalli- Yeni Şafak)
Dün sizlere Türkiye-Suriye ilişkileri ile ilgili olarak düşüncelerimi yazmıştım. Bu düşünceleri dün Şam'da bir grup Suriyeli meslektaş ile birlikte Mehmet Ali Birand ve Fehmi Koru ile tartıştık.
Her ikisi de yarın Ankara'da olacak olan Suriye'nin genç Cumhurbaşkanı Beşşar Esad ile görüştü. Birand ve Koru'nun soruları ve izlenimleri ile Sayın Esad'ın yanıtlarını mutlaka takip edin. Her iki görüşmede ben de olduğum için gerektiğinde ben de bir değerlendirme yapacağım..
Ben kişisel olarak Esad'ın Türkiye gezisini çok önemsiyorum. Çünkü Suriyeli yöneticileri tanıdığım kadar, Ankara'dakileri de çok iyi tanıdığıma inanıyorum..
Ben kişisel olarak Esad'ın Türkiye gezisini çok önemsiyorum. Çünkü Suriyeli yöneticileri tanıdığım kadar, Ankara'dakileri de çok iyi tanıdığıma inanıyorum..
Bu gezinin getirisi yalnızca iki ülke arasındaki ilişkilere artı değer sağlamayacaktır. Bu gezi doğru bir şekilde değerlendirilirse bölgede çok şey etkilenir ve değişir..
Bu duygusal bir temenninin çok ötesinde, verileri olan gerçekçi ve stratejik bir yaklaşımdır. Bunun olası olduğunu bilenler işte bu nedenle Esad'ın ziyaretinden tedirgin olmaktadırlar. Bu gezinin engellenmesi için tüm çabalarında başarılı olamayanlar şimdi karşımıza çıkıp arabuluculuk konusunu pazarlamaya kalkışıyorlar. Onlar böylesi tarihi ve önemli bir ziyareti 'arabuluculuk tartışmalarının' içine sürükleyerek gölgelemek ve başarısız kılmak istiyorlar.
İnanıyorum ki: Cumhurbaşkanı Sayın Sezer ve Başbakan Erdoğan olup bitenlerin farkındadırlar..
Daha önce de yazmıştım..
İsrail hiçbir zaman barış istememektedir. 35 yıldır Suriye'nin toprağını işgal eden, Filistin halkına yapmadığını bırakmayan ve tüm dünyayı karşısına alan bir İsrail ile yola çıkmak hiç kimseye yarar sağlamayacaktır. İsrail'in nasıl bir ülke olduğu gerçeği herkesin vicdanında net olarak yer etmiştir. Suriye'nin veya Arap ülkelerinin varsa geçmişteki hataları İsrail'in bu gerçeğini değiştiremez ve değiştirmemelidir.
Şimdiye kadar Avrupa ülkelerinin onlarca arabuluculuk tekliflerini geri çeviren İsrail, bundan önce de Başbakan Sayın Ecevit'in benzeri davetlerini terslemiştir.
Kaldı ki; konu bir arabuluculuğu gerektirecek kadar karışık ve zor değildir..
Çünkü İsrail işgal ettiği Filistin, Suriye ve diğer Arap topraklarından çekilirse sorun kendiliğinden çözülür. Şimdiye kadar bunu yapmayan bir İsrail'e ne Erdoğan'ın ne de başkasının bir şey yaptırması mümkün değil.
Kimse kendini kandırmasın.
Kurulduğu günden beri hiçbir BM kararını uygulamayan bir İsrail'in Ankara'nın söyleyeceklerini yerine getirmesinin hiçbir mantıklı nedeni yoktur. Üstelik Ankara'da, İsrailliler'in ne kadar saklarlarsa saklasınlar hoşlanmadıkları AK Parti iktidarı var.. Daha açık söylemek gerekirse, İsrail hiçbir şekilde Türkiye'nin bölgede prestij kazanmasını, başta Suriye olmak üzere Arap ülkeleri ile dost olmasını ve onlar için örnek olmasını istemez.
Bölgeyi kendi istediği biçimde şekillendirmek isteyen İsrail ve onun mutlak ve ebedi hamisi Amerika 70 milyonluk bir Müslüman ülkenin Ortadoğu'da yıldızının parlamasına izin vermez.
Türkiye'nin 57 yıllık Amerikan ilişkilerini derinlemesine bakanlar bu gerçeği çok net olarak görürler. İşte bu nedenle ne Amerika ne İsrail, AK Parti'li bir Türkiye'nin siyasal, ekonomik ve psikolojik olarak bölgesel bir güç olarak öne çıkmasına izin vermez. İşte bu nedenle bu iki ülke ve onların yandaşları böyle bir sonucu engelleyecek her yola başvuruyorlar ve vuracaklardır..
Ellerinde ise son bir koz olarak da Hatay konusu kalmıştır. Oysa herkes bilir ki, Suriye-Türkiye ilişkileri karşılıklı güvene ve dostluğa dayalı olarak geliştikçe bu sorun mutlaka çözülecektir. Bu çözümün nasıl olacağını elbette politikacılar belirleyeceklerdir. Unutulmamalıdır ki, bu tür sınır sorunları birçok Arap ülkesinin yanısıra birçok Avrupa ve başka ülkeler arasında olmuş ve hâlâ devam etmektedir. Ama bu tür sorunlar var diye bu ülkeler kendi aralarındaki ilişkiler geliştirmekten vazgeçmemişlerdir. Daha somut olarak söylemek gerekirse bugün Türkiye'nin Yunanistan ile ilişkilerine bakıldığında birden çok zor sorunun varlığı gözlenmektedir. İki ülke bir kaya parçası için (Kardak) neredeyse savaşacaktı. Bugün Ege'deki kıta sahanlığı, hava sahası ve milli sular ile ilgili sorunlar devam ederken her iki ülke ikili ilişkileri geliştirmek yolunda çok önemli adımlar atıyorlar. Üstelik Kıbrıs, karşılıklı azınlıklar ve AB ile ilgili sorunlar devam ederken. Ama yine de hiç kimse çıkıp da Yunanistan ile ilişkilerimizi niçin geliştiriyoruz demiyor..
Özetle Başkan Esad'ın Türkiye ziyareti çok önemli fırsatları beraberinde getireceğine inanıyorum.
Bir kez daha söylemeliyim:
Ankara ve Şam'da karar alıcılar birbirlerine ne kadar açık, samimi ve yürekten güvenirlerse çözülmeyecek hiçbir sorun olmayacaktır.
Elbette her ülke kendi ulusal çıkarını düşünerek adım atacaktır. Ancak unutulmamalıdır ki Amerika'nın her iki ülkeye komşu olduğu bir dönemde Suriye ve Türkiye'nin ulusal çıkarları birçok noktada buluşacaktır.
Sakin, ön yargılardan uzak ve açık yüreklilikle düşünenler bunun böyle olduğunu çok net olarak göreceklerdir.
Şam ve Ankara'da böyle düşünenlerin sayısının giderek arttığını görmek birilerini oldukça tedirgin etmektedir..
Bu ise beni umutlandırdığı kadar, her iki halk adına da sevindirmektedir!!
Sunday, January 04, 2004
Suriye, Türkiye ve Ortadoğu-1 (Hüsnü Mahalli- Yeni Şafak)
Suriye'nin genç Cumhurbaşkanı Beşşar Esad Salı günü Ankara'da olacak.. Esad, Türkiye'yi ziyaret edecek olan ilk Suriye Cumhurbaşkanı.. Yani bağımsızlığına kavuştuğu 1946 yılından bu yana Suriye, komşusu olan Türkiye ile bu düzeyde bir temasta bulunmamıştı. Sayın Sezer ise, baba Esad'ın cenaze törenlerine katılarak Suriye'ye giden ilk Türk Cumhurbaşkanı olmuştu.
Geçmiş süre içinde başbakanlar karşılıklı olarak gidip gelmişler ancak iki ülke arasındaki sorunlara çözüm bulamamışlardı. 1998 yazında başlayan gerginlik ve onu izleyen günlerde Öcalan'ın Suriye'den ayrılması ile iki ülke ilişkilerinde çok farklı bir süreç başladı. Adana'da imzalanan Güvenlik İşbirliği ile bu süreç iki ülkeyi hızlı bir şekilde birbirine yaklaştırdı.
Son 4 yılda karşılıklı olarak başbakanlar dahil olmak üzere 40'ı aşkın bakan Şam ve Ankara arasında gidip geldi. 150 milyon dolar civarında olan ticaret hacmi bu süre içinde bir milyar doları geçti. Bakan Kürşat Tüzmen bu rakamın bu yıl sonunda 2 milyar doları bulabileceğini söylüyor.
AK Parti'nin iktidara gelmesi ve Sayın Gül'ün Başbakan olarak Şam'a gitmesi ikili ve bölgesel ilişkilerde yeni bir dönemin açılmasına yol açtı. Kim ne derse desin bu süreç yalnız Suriye-Türkiye ilişkileri değil aynı zamanda tüm bölgenin geleceği açısından çok önemlidir.
Bunun nedeni ise Şam ve Ankara arasında samimi ve karşılıklı güvene dayalı bir diyaloğun doğmasıdır.
Bu ise ister istemez birilerini rahatsız etmektedir.
Amerika ve İsrail, Ankara ile tüm diyaloglarında Suriye'den uzak durulması gerektiği telkininde ve zaman zaman tehditlerinde bulunuyor.
AK Parti hükümeti şimdiye kadar tüm bu baskıları göğüsleyerek Şam ile ilişkilerini geliştirmekte ve Esad'ın ziyareti ile bu ilişkilere farklı bir boyut kazandırmaktadır.
Bu ise Türkiye içindeki bazı çevreleri rahatsız etmekte ve edecektir. Bu çevreler son İstanbul olaylarında Şam'ın gösterdiği tüm işbirliğine rağmen Suriye'yi işin içindeymiş gibi göstermeye çalıştılar. Arapça ve islam dinini öğrenmek için dünyanın dört bir yanından Şam'a gelenler neredeyse terörist olarak ilan edildi. Bu okullar ise 'Şeriat medresleri' olarak Türk kamuoyuna yansıtılmak istendi.
Ancak bu yalanları uçuranlar kısa bir süre sonra kendi yalanları ile çeliştiler.
Bu çevrelerin bir sonraki malzemesi Suriye'nin geçmişte PKK'ya olan desteği olacaktır. Bu da yetmez ise Hatay konusu öne sürülecektir.
Daha önce de bu konuları yazmıştım..
Amaç Suriye-Türkiye dostluğunu bozmak olduğu için bir kez daha hatırlatmakta yarar vardır. Amacım hiç bir şekilde bu köşeyi kullanarak ülkem Suriye'yi savunmak değildir.
Beni tanıyanlar bunu asla yapmadığımı ve yapmayacağımı bilirler. Ancak bir gazeteci olarak da doğru bildiklerimi yazma sorumluluğum vardır.
80'li yılların başlarında Suriye'de barınan Öcalan ve PKK'lılar Türkiye için gerçekten büyük problem yaratmışlardı.
1987'de rahmetli Özal'ın baba Esad ile imzaladığı işbirliği protokolu ile iki ülke ilişkilerinde çok olumlu bir süreç başlamıştı. Bu tarihten sonra PKK'nın Suriye'deki faaliyetlerine sınırlandırma getirildi, Ankara ise Fırat'tan Suriye'ye saniyede 500 metreküp su bırakıyordu.
5 yıllık olan bu protokol süresince Suriye sınırından Türkiye'ye hemen hemen hiç sızma olmamıştı. 1991'de Irak savaşı ve sonrasında meydana gelen gelişmelerle PKK'lılar Kuzey Irak'a geçti ve Saddam'ın silahlarına el koyarak birden bire güçlendi. Nitekim bu tarihten sonra PKK eylemleri çok hızlı bir şekilde tırmandı ve yoğunlaştı. Bu sırada Ankara'da bazı çevreler, Suriye'ye Fırat suyunun verilmemesi ve 'Arapların petrolu varsa, bizim suyumuz var' gibilerden söylemlerle Suriye ve Arap ülkelerini kışkırtıyordu.. Bu arada Suriye'nin bazı bölgelerinde meydana gelen patlamalardan Ankara sorumlu tutuluyordu.
Ama yine de Suriye-Türkiye ilişkilerinde doğrudan bir gerginlik yaşanmıyordu. 1998 gerginliğini ise o dönemde Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkilerin gelişmesine bağlayabiliriz.
Hatırlayanlar bilir bu gerginlik 28 Şubat olayı ve onu izleyen Erbakan hükümetinin istifasından iki ay sonra başlamıştı..
Fakat işin garip tarafı, o dönemlerde başta Amerika ve Avrupa ülkeleri olmak üzere hemen hemen herkes PKK'yı desteklemesine rağmen her nedense Türkiye'deki bazı çevreler yalnızca Suriye'yi suçlamayı yeğliyorlardı. İşin daha da garip tarafı Öcalan Şam'dan ayrıldıktan sonra Yunanistan, Rusya ve İtalya'ya gitmiş ve bugün bile PKK'nın tüm örgütleri, şirketleri ve medya kuruluşlar AB ülkelerindedir.
PKK televizyonu ise AB ve NATO'nun başkenti Brüksel'den yayın yapmaktadır.
Ama hiç kimse Belçika'ya savaş açalım veya AB ve NATO'dan vazgeçelim demiyor. Hala bazıları Suriye'nin PKK'ye verdiği desteği hatırlatmayı tercih ediyor. Üstelik Irak'ı işgal eden Amerikalılar Kuzey Irak'ta bulunan 5 bin PKK'lı ile canciğer olmuş ve onlarla sık sık bir araya geliyorlar.
Şam'da dolaşırken bunları düşündüm ve sizlerle paylaşmak istedim..
Geçmiş süre içinde başbakanlar karşılıklı olarak gidip gelmişler ancak iki ülke arasındaki sorunlara çözüm bulamamışlardı. 1998 yazında başlayan gerginlik ve onu izleyen günlerde Öcalan'ın Suriye'den ayrılması ile iki ülke ilişkilerinde çok farklı bir süreç başladı. Adana'da imzalanan Güvenlik İşbirliği ile bu süreç iki ülkeyi hızlı bir şekilde birbirine yaklaştırdı.
Son 4 yılda karşılıklı olarak başbakanlar dahil olmak üzere 40'ı aşkın bakan Şam ve Ankara arasında gidip geldi. 150 milyon dolar civarında olan ticaret hacmi bu süre içinde bir milyar doları geçti. Bakan Kürşat Tüzmen bu rakamın bu yıl sonunda 2 milyar doları bulabileceğini söylüyor.
AK Parti'nin iktidara gelmesi ve Sayın Gül'ün Başbakan olarak Şam'a gitmesi ikili ve bölgesel ilişkilerde yeni bir dönemin açılmasına yol açtı. Kim ne derse desin bu süreç yalnız Suriye-Türkiye ilişkileri değil aynı zamanda tüm bölgenin geleceği açısından çok önemlidir.
Bunun nedeni ise Şam ve Ankara arasında samimi ve karşılıklı güvene dayalı bir diyaloğun doğmasıdır.
Bu ise ister istemez birilerini rahatsız etmektedir.
Amerika ve İsrail, Ankara ile tüm diyaloglarında Suriye'den uzak durulması gerektiği telkininde ve zaman zaman tehditlerinde bulunuyor.
AK Parti hükümeti şimdiye kadar tüm bu baskıları göğüsleyerek Şam ile ilişkilerini geliştirmekte ve Esad'ın ziyareti ile bu ilişkilere farklı bir boyut kazandırmaktadır.
Bu ise Türkiye içindeki bazı çevreleri rahatsız etmekte ve edecektir. Bu çevreler son İstanbul olaylarında Şam'ın gösterdiği tüm işbirliğine rağmen Suriye'yi işin içindeymiş gibi göstermeye çalıştılar. Arapça ve islam dinini öğrenmek için dünyanın dört bir yanından Şam'a gelenler neredeyse terörist olarak ilan edildi. Bu okullar ise 'Şeriat medresleri' olarak Türk kamuoyuna yansıtılmak istendi.
Ancak bu yalanları uçuranlar kısa bir süre sonra kendi yalanları ile çeliştiler.
Bu çevrelerin bir sonraki malzemesi Suriye'nin geçmişte PKK'ya olan desteği olacaktır. Bu da yetmez ise Hatay konusu öne sürülecektir.
Daha önce de bu konuları yazmıştım..
Amaç Suriye-Türkiye dostluğunu bozmak olduğu için bir kez daha hatırlatmakta yarar vardır. Amacım hiç bir şekilde bu köşeyi kullanarak ülkem Suriye'yi savunmak değildir.
Beni tanıyanlar bunu asla yapmadığımı ve yapmayacağımı bilirler. Ancak bir gazeteci olarak da doğru bildiklerimi yazma sorumluluğum vardır.
80'li yılların başlarında Suriye'de barınan Öcalan ve PKK'lılar Türkiye için gerçekten büyük problem yaratmışlardı.
1987'de rahmetli Özal'ın baba Esad ile imzaladığı işbirliği protokolu ile iki ülke ilişkilerinde çok olumlu bir süreç başlamıştı. Bu tarihten sonra PKK'nın Suriye'deki faaliyetlerine sınırlandırma getirildi, Ankara ise Fırat'tan Suriye'ye saniyede 500 metreküp su bırakıyordu.
5 yıllık olan bu protokol süresince Suriye sınırından Türkiye'ye hemen hemen hiç sızma olmamıştı. 1991'de Irak savaşı ve sonrasında meydana gelen gelişmelerle PKK'lılar Kuzey Irak'a geçti ve Saddam'ın silahlarına el koyarak birden bire güçlendi. Nitekim bu tarihten sonra PKK eylemleri çok hızlı bir şekilde tırmandı ve yoğunlaştı. Bu sırada Ankara'da bazı çevreler, Suriye'ye Fırat suyunun verilmemesi ve 'Arapların petrolu varsa, bizim suyumuz var' gibilerden söylemlerle Suriye ve Arap ülkelerini kışkırtıyordu.. Bu arada Suriye'nin bazı bölgelerinde meydana gelen patlamalardan Ankara sorumlu tutuluyordu.
Ama yine de Suriye-Türkiye ilişkilerinde doğrudan bir gerginlik yaşanmıyordu. 1998 gerginliğini ise o dönemde Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkilerin gelişmesine bağlayabiliriz.
Hatırlayanlar bilir bu gerginlik 28 Şubat olayı ve onu izleyen Erbakan hükümetinin istifasından iki ay sonra başlamıştı..
Fakat işin garip tarafı, o dönemlerde başta Amerika ve Avrupa ülkeleri olmak üzere hemen hemen herkes PKK'yı desteklemesine rağmen her nedense Türkiye'deki bazı çevreler yalnızca Suriye'yi suçlamayı yeğliyorlardı. İşin daha da garip tarafı Öcalan Şam'dan ayrıldıktan sonra Yunanistan, Rusya ve İtalya'ya gitmiş ve bugün bile PKK'nın tüm örgütleri, şirketleri ve medya kuruluşlar AB ülkelerindedir.
PKK televizyonu ise AB ve NATO'nun başkenti Brüksel'den yayın yapmaktadır.
Ama hiç kimse Belçika'ya savaş açalım veya AB ve NATO'dan vazgeçelim demiyor. Hala bazıları Suriye'nin PKK'ye verdiği desteği hatırlatmayı tercih ediyor. Üstelik Irak'ı işgal eden Amerikalılar Kuzey Irak'ta bulunan 5 bin PKK'lı ile canciğer olmuş ve onlarla sık sık bir araya geliyorlar.
Şam'da dolaşırken bunları düşündüm ve sizlerle paylaşmak istedim..
Yarın devam ederiz..
Thursday, January 01, 2004
Subscribe to:
Posts (Atom)